İdlib’te İnsanlık Faciası ve Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler..

Yorum | Erhan Başyurt

Suriye’de iç savaş ve yabancı güçlerin müdahalesinin faturası dudak uçuklatan cinsten.
22 milyon nüfuslu Suriye’nin yarısı göç etmiş durumda. Bunun 5,5 milyonu yurt dışına çıkmış, 6,5 milyonu da ülke içinde yer değiştirmiş.
Suriye’nin etnik ve mezhebi farklılığı, siyasal kutuplaşması bölgesel çapta etnik temizliklerde rol oynadı.
Ülkenin yarıya yakını ABD ve desteklediği güçler (hassaten Kürtler), yarısı Rusya ve İran destekli Esed güçleri, cüzi bir kısmı Türkiye ve desteklediği gruplar, cüzi bir kısmı halen IŞİD destekli güçler ve Golan bölgesi de halen İsrail işgalinde.
Birleşmiş Milletler’in bile ’insanlık faciası yaşanabilir’ diye uyarıda bulunduğu İdlib tam da bu farklı ülkeler ve desteklediği güçlerin ortasında, tamamı 70 bin kadar yerel silahlı güçler ve yabancı milisleri tarafından kontrol edilen 23 kilometrekare bir şehir.
Hatay ve Türkiye’nin denetimindeki Afrin’e, ABD destekli Kürt grupların kontrolündeki Tel Rıfat’a, büyük oranda da Rusya ve İran destekli Esed güçlerinin elindeki bölgelere komşu bir şehir.
Bu küçük alanda, bir milyonu savaş nedeniyle Esed bölgesinden kaçan Sünniler olmak üzere 3 milyona yakın sivil yaşıyor.
Bu kadar sivilin yaşadığı bir şehirde, gerilla tipi yapılanmış çoğu radikal gruplardan oluşan onlarca yerel silahlı gücü masum insanlara zarar vermeden tasfiye etmek kolay değil. Hatta imkansız.
İşte ‘insanlık faciası yaşanabilir’ haklı kaygısı da buradan kaynaklanıyor.

Halk, Esed bölgesine sığınamayacağına göre, Türkiye’nin Hatay sınırına ve Türkiye’nin denetimindeki Afrin’e milyonlara varan yeni bir göç dalgası yaşanması kaçınılmaz görünüyor.
Hem çatışma alanlarında hem de bu göç yollarında ciddi can kayıplarından korkuluyor. Gerilla gruplarının halkı ‘canlı kalkan’ gibi kullanma riski ve havadan bombalamalarda yapılacak muhtemel hatalar da endişeleri büyütüyor.
***
Türkiye’nin Afrin’de 12 kadar askeri kontrol noktası bulunuyor. Yerel silahlı güçlerle arasında da ‘zımmi bir mutabakat’ olduğu biliniyor.
Yerel silahlı güçler arasında bilinen en güçlü grup, El Kaide’nin uzantısı El Nusra’dan dönüşen Heyet Tahrir El-Şam (HTS).
Gazeteci Fehim Taşkekin HTŞ’yi BBC Türkçe’de kaleme aldığı bir yazıda şöyle özetliyor:
‘’Başından beri liderleri, isyanın ilk evrelerinde Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) emiri Ebubekir el Bağdadi’nin Suriye’deki cihatçıları örgütlemesi için gönderdiği Ebu Muhammed el Colani.
Burada çelişkili olan durum da Nusra’yı başat sorun olarak görenlerin geçmişte kritik operasyonlarda birlikte hareket etmekten çekinmemiş olmaları.
İdlib 2015’te bizatihi bu ortaklığın sonucunda ele geçirilmişti. Yani Nusra Cephesi, İdlib’i düşürmek için ABD, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın desteğiyle oluşturulan Fetih Ordusu’nun en önemli bileşeniydi.
Bu ordu içinde Türkiye’yle koordinasyonu yüksek Ahrar el Şam ve Feylak el Şam da yer alıyordu…’’
***
İdlib’e Esed güçleri ve Rusya’nın operasyonuna karşı çıkan Türkiye’nin tezi ise, yine gazeteci Taştekin’e göre şöyleydi:
‘’Ankara’nın tercihi, tüm savaşçılarını maaşa bağladığı ve Türkmen grupların baskın çıktığı Suriye Ulusal Ordusu idi.
Türkiye bu yapıyı büyütüp İdlib’i de kontrol alanına katmanın hesabını yapıyordu.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) himayesinde Afrin, Cerablus, Azez ve El Bab’a yayılan Suriye Ulusal Ordusu, çatışma riski nedeniyle İdlib’e intikal edemedi.
Ayrıca çok sayıda selefi-cihatçı yapının Suriye Ulusal Ordusu’na eklemlenmesi zor olacağı için Ulusal Kurtuluş Cephesi ağırlık bastı.
Bu cephenin arkasındaki teşvik edici güç de yine Türkiye…’’
***
Türkiye, iç savaş başladığından beri Suriye’de önemi her geçen gün azalan bir aktör.
Sadece silahlı muhalif grupları silah ve techizat olarak desteklemedi, onlarla aynı saflarda savaşmak için Türkiye’yi ‘geçiş koridoru’ olarak kullanan ‘yabancı cihatçılara’ da kolaylık sağladı.
MİT’in gönderdiği 2 bin TIR silah ve muhaliflere sağlanan eğitim ve donatım desteği de çabasıydı.
Bu nedenle, Suriye’de yaşanan felaketlerde ‘’eli kanlı’’ olarak suçlanıyor.
Ancak Türkiye, İŞİD’in ve radikal unsurların ortaya çıkması, Kürtler’in özerklik girişimleri, başlangıçta sadece İran destekli Esed yönetimine son verilememesi ve savaşın uzaması nedeniyle güç kaybetti.
ABD ve Rusya’nın yani iki gerçek büyük oyuncunun sahaya inmesiyle bölgede şartlar tamamen değişti. Türkiye, nüfuzunu büyük oranda kaybetti.
Türkiye, en uzun sınır komşusu olmasına rağmen, ABD ve Rusya’nın izni olmadan Suriye hava sahasını artık kullanamıyor.
ABD’nin, kaygı duyduğu Kürt grupları silahlandırması ve eğitmesini de, Rusya’nın Ankara karşıtı gruplarla kontrol bölgelerini adım adım genişletmesini de engelleyemiyor.
Suudi Arabistan ve BAE’nin Suriye’de Türkiye’den desteğini çekmesi, Membiç ve diğer konularda ABD ile yaşanan gerginlik, Türkiye’nin tek başına etkinlik ortaya koymasını imkansız kılıyor.
Türkiye, müttefikleri AB ve ABD ile kavga ederek, ‘onurlu yalnızlık’ algı operasyonu altında, kendi ayağına sıktı.
ABD’ye karşı, Rusya ve İran’a yanaşan Türkiye, şimdi de İdlib’te Rusya ve İran ile karşı karşıya. Yeniden saf değiştirmek ve tükürdüğünü yalamak zorunda kalabilir!
Türkiye’nin ikinci en büyük zaafı, destek verdiği yerel güçler arasındaki radikal unsurlar, El Kaide ve İŞİD ile geçmişte teması olan selefi/cihatçı yabancı savaşçıların desteklediği güçler arasında yer alıyor olması…
***
Rusya ve İran destekli Esed güçlerinin İdlib’e havadan ve karadan kapsamlı bir operasyon başlatması halinde, Türkiye’nin ‘havanda su dövmek’ dışında yapabileceği maalesef pek bir şey yok.
Böyle bir operasyon halinde, bölgede insanlık faciası yaşanması, Türkiye’ye doğru büyük göçler yaşanması da maalesef kaçınılmaz.
Türkiye için daha da riski artıran unsur, sınıra dayanan bu mülteciler arasına radikal yabancı silahlı militanların da sızması ve Türkiye’yi yeni faaliyet üssü haline getirmeleri.
Benzer bir dram, Afganistan’da iç savaşa Türkiye tarzı destek veren Pakistan’ın sonrasında maruz kaldığı radikal tehditlerdir.
Ankara, yolun başında çok uyarıldı. Ancak iktidarın tutarsız ve ‘burnundan kıl aldırmayan’, kendisini dev aynasında gören yaklaşımları bugün uçurumun eşiğine getirdi.
Suriye, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük dış politika faciasıdır. Hesap hataları ve ’yarım kalmış işler’in Türkiye’nin başına yeni yeni belalar açması riski çok yüksektir.
(tr724)