CEM MORA
Başında sarık, elinide tahra!
Evet, tahra…
Belki sadece çocukluğu köyde geçenler ya da çokça bulmaca dolduranların duyma ihtimali olan bir sözcük. Türk Dil Kurumu’na göre “Ağaç budamaya, kesmeye, odun kırmaya yarayan, satırdan biraz büyük, demir saplı araç”.
Orak manasında da kullanılıyormuş ama tunçtan heykelin ayaklarına ayaklarına vuran Siverekli Mehmet Malbora, (Evet, Malbora) “Kemik vb. şeyler kırmaya yarayan demir araç” anlamından dolayı çakı gibi yanında taşıyor olmalı.
Malbora, 1970’lerin Gırgır dergisiniden fırlamış ‘gerici’ tiplemesiyle bir yandan Atatürk heykeline saldırıyor, diğer yandan ‘mesaj’ vermeyi ihmal etmiyor, “Dinimizde putperestliğe yer yoktur” diyor.
15 yıldan fazla hükümet eden bu siyasi organizasyon ‘kininin takipçisi’ bir güruhu yaratmayı becerdi. Hepsi ‘reis’lerinin, ağızlarından çıkacak iki kelimeye bakıyorlar. Hedef ise, kendileri gibi yaşamayan, inanmayan, düşünmeyen herkes.
Artık nasıl bir dinden söz ediyorsa putperestliğe yer yok ama kabalığa, nobranlığa, yobazlığa, vandallığa hatta ‘lideri putlaştırmaya’ bolca yer var. Yoksa Türkiye’nin güneydoğusunda, OHAL şartlarında bir pazar günü elinde tahra ile yıllardır duran bir heykele saldırmaya nasıl cüret edecek. ‘İklim’ müsait olmasa, var gücüyle heykele hamle yaparken kusursuz tekrarladığı nutkunu nasıl irad edebilecek?
‘İnandığı’ dini cevaz vermiş, ‘büyükleri’ doldurmuş! Kim evde tutar yüzde 51 gillerden Mehmet Malbora’yı…
Şüpheli şahsa müdahele ederken polisin ve jandarmanın, ‘Buyurun, ne demek önce siz buyurun’ kibarlığına ne demeli?
Kaskını çıkarmış, copunu bırakmış bir şekilde, kız meselesi yüzünden intihara kalkışmış ‘delikanlı’yı iknaya çalışan abi tavırlarında polis. Ankara’da, İstanbul’da işinden aşından olan hak arayıcılarını doğduğuna pişman eden, Semih ve Nuriye’yi arkadaşlarıyla birlikte gaza boğan, tek kolunu kaybeden Veli Saçılık’ı yerlerde sürükleyen polis… “Yapma, etme gel” diye nazikçe koluna girip karakola ‘çay içmeye’ götürmelerinin bizim bilmediğimiz, ama muhtemelen Malbora’nın bildiği bir izahı olmalı. Ya ekip otosu daha polis merkezine gelmeden valilikce yapılan ‘meczuptur, akli dengesi yerinde değildir amcası’ ön alma açıklamalarına ne demeli?
Dikkatinizi çekiyor mu, bilmiyorum. Son zamanlarda toplumsal hayata, kişisel hürriyetlere, insanların tercihlerine bilerek ve isteyerek saldıran ‘tipler’ en vahşi, en yontulmamış halleriyle ortaya çıkıyorlar. Nasıl beceriyorlarsa ellerinde yadırgamadan kullandıkları bir balta, tahra ya da döner bıçağı ya da Gezi’den hatırlayın satır ile gözüne kestirdiklerine saldırıyorlar. Malatya’da NT Kitabevi’ni yıkan, parçalayan, yağmalayan vandallarla Cemaatçi diye komşusunun evini soyanlar da benzer motivasyonla hareket ediyor. Tabelaları indiriyorlar, bilgisayarları parçalıyorlar, kitapları tekmeliyorlar, kalemleri silgileri yerlere atıyorlar.
Dillerinde ise modern vahşilerin cürümlerini işlerken fon müziği gibi kullandıkları İsm-i Celil, ‘Allahü Ekber’ nidaları…
‘Allah’la kandırılanlar, Allah’ın isimleriyle saldırıyorlar…
Hatırlayın… Son bir yılda Anadolu ve Fen Lisesi katilesinde eğitim yapan 1200 modern okul labaratuvarları ve kütüphaneleriyle birlikte yok edildi. Tabelaları söküldü, yağmalandı ve yandaşa peşkeş çekildi. 15 özel üniversite iç edildi. Başta Numan Kurtulmuş’un eşi olmak üzere işsiz güçsüz takımına istihdam kapısı yapıldı. 28 Şubat sürecinde başı kapalı olduğu için eğitiminin engellendiğini, iş bulamadığını iddia eden Sevgi Kurtulmuş‘a bakan eşi tarafından ‘dayalı döşeli’ üniversite hediye edildi.
Yak, yık, parçala! Geride kalanını yağmala…
Parti mitinginde, televizyon canlı yayınında, ilçe teşkilatında, cuma hutbesinde motive olan ‘kaba softa ve ham yobaz’ (Cahil yeni yetme İslamcı gençlik bilsin, Necif Fazıl tabiridir) eline pusula tutuşturulmadıysa, eve dönerken hedefi kendisi belirliyor.
Gün oluyor gözüne Diyarbakır’da eşiyle veya sevgilisiyle yürüyen çift takılıyor.
Bakıyorsunuz eline bir mikrofon geçirmiş şaklaban kılıklı televizyoncu yabancı bir kanalın kadın muhabirini taciz ediyor canlı yayında: “Pert oldunuz, pert… Yenildiniz!” diyor. Zerre kadar utanmadan, sıkılmadan kızı yaşındaki genç muhabire, “Merkel’e selam söyle, nasıl koyduk ama” diyor…
Bazen okuyorsunuz motive arkaik güruh uluslararası çağdaş sanat fuar açılışında. Ressam Ali Elmacı’nın Isabel Croxatto Galeria alanında bulunan eserini hedef yapmış.
İstanbul Beyoğlu’ndaki Velvet Indieground Records isimli mekanda Radiohead etkinliğini basan, ‘”Ramazan ayında burada içki içemezsiniz” diye katılımcılara mekanı dar ettikleri olayı hatırlıyor musunuz? Kendi halinde eğlenmek için toplanan gencecik insanlar eve dönerken kan revan içinde kalmıştı. Hepsi de sopalarla satırlarla yaralanmışlardı.
Genç üniversite öğrencisi Asena Melisa Sağlam’a Pendik’te bir minibüste sort giydiği için uğradığı saldırıyı kaç kişi ihatırlıyor. Benzer vakalar o kadar çok ki, sanki çok uzun zaman önce yaşanmış münferit bir hadise gibi bir çoklarının gözünde. Oysa bu tür saldırılar artık rutin…
Sosyal hayata, kişi hürriyetlerine saldıranlar her zaman karikatür eskizi kılıklı insanlar değil. Mesela İstanbul’un nezih semtlerinden birinin yanıbaşındaki Maçka parkında üniforma giymiş bir güvenlik görevlisi de aynı kabalıkta başkalarının hayatına burnunu sokmaktan geri durmuyor. Hiç tanımadığı ve yanında arkadaşları olan bir kadına, “Ne bu kıyafet” postası koyabiliyor. “Bu kıyafetle parkta dolaşmana izin vermiyorum, memelerini açamazsın” hadsizliğini görevinin bir parçası gibi tevil edebiliyor. “Sonra tecavüz edince kim koruyacak diyorsunuz” demeyi de ihmal etmiyor.
15 yıldan fazla hükümet eden bir siyasi organizasyon bazı şeyleri başaramasa da ‘kininin takipçisi’ bir nesil yaratmayı becerdi. Hepsi ‘reis’lerinin, ‘reiscik’lerinin ağızlarından çıkacak iki kelimeye bakıyorlar. Hedef ise, kendileri gibi yaşamayan, inanmayan, düşünmeyen herkes. Seküler yaşayan bir yurttaş, farklı dini veya mezhep tercihleri olan hemşehri, kimlik aidiyeti kendisi gibi olmayan komşu…
Bir ima ile harakete geçen, geçirilebilen kişi ve gruplar yakın geleceğin toplumsal barışını tehdit eden patlayıcılar gibi aramızdalar.
Daha da kötüsü 80 milyonluk bir ülkenin inşası estetikten yoksun, hoşgörüden ve birlikte yaşama kültüründen uzak, tahammülsüz ‘yontucular’ın elinde. Ortaya çıkacak ‘ucube’nin 21. yüzyılda cilalı yontma taş devrini yaşatacak bir cehennem olacağı ise çok açık.
Kaynak: http://www.kronos.news/tr/turkiyenin-yontulmamis-cilali-tas-devri/