[Analiz: Kemal Ay]
Polis uzun süredir Ankara’da Yüksel Caddesi’nde açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın kaldığı eve dayandı. İkiliyi gözaltına alma kararı çıkartılmıştı. Sebep? Yasalara göre açlık grevi yapmak suç değil. Zaten tam da bu sebepten etkili bir sivil itaatsizlik eylemi. Soruşturma açan savcı düşünmüş, taşınmış ve “Gezi ve Tekel eylemlerine benzer eylemleri tetiklemeye teşebbüs” diye bir ‘bahane’ uydurmuş.
Sosyal medyadaki hükümet trolleri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yı DHKP-C’li ilan ederek “Bakın bunlar terörist, savunmayın!” demeye getiriyorlar. DHKP-C, PKK, FETÖ… Sihirli sözcükler. Bir çeşit “Açıl susam açıl!” Türkiye’ye mahsus bir durum da değil bu: ‘Gelişmekte olan’ diyerek övülen ama aslında pek de gelişmeyen bizim gibi ülkelerin çoğunda var. Mısır’a gidin, size terör örgütlerini saysınlar. Hindistan’a gidin… Hindistan asıllı yazar Salman Rushdie, “Alfabe çorbası” diyor buna. Alfabenin çeşitli harflerinden yapılma bahaneler.
AKP, TERÖRDEN DAHA ZARARLI
Terör diye bir şey var, evet. Terörü bir yöntem olarak benimsemiş örgütler de genelde açıkça bunu ortaya koyuyor. Hayalî ya da gerçek terör örgütleri üzerinden azıcık sesini çıkaran herkesi peşinen ‘terörist’ ilân etme çabası ama muhtemelen terörizmden çok daha büyük bir tehlike.
İnsanlar saçma sapan telefon irtibatlarıyla, sırf ‘suçlu’ denilen biriyle aynı kilometre kare içinde yer aldığı için, Twitter’da yaptıkları paylaşımlarla, gazetede yazdıkları yazılarla, bir şeyi protesto ettiği için, TV’de bir şey dediği için, evinden bazı kitaplar çıktığı için, bazı dergi ya da gazetelere abone oldukları için, bir partiye oy verdikleri için ‘terörist’ olabiliyor.
‘TERÖR’ DENİNCE AKAN SULAR DURUYOR
‘Terör’ iki sebepten iyi bir bahane: (1) Terörle Mücadele Kanunu (TMK) polise ve yargıyı müthiş yetkilerle donatırken, zanlıları adeta bütün insan haklarından alıkoyuyor. (2) Toplum nezdinde ‘terör’ deyince akan sular duruyor.
Normalde bir gazete sizi ‘terörist’ ilan etse, mahkemeye başvurur ve hakkınızı ararsınız. Yahut bir polis ya da savcı sizin ‘terörist’ olduğunuzu düşünse, Anayasal haklarınız sizi bir yere kadar koruyabilir. Hâkim ikna olmayabilir. Diyelim ki mahkeme hakkınızda ‘terörist’ hükmü verdi, temyize gidebilirsiniz. Sesinizi duyurmak için medyaya gider, kamu vicdanına seslenirsiniz.
Bugün geldiğimiz noktada, Twitter’da birileri birilerine ‘terörist’ diyor. Bu bir ihbara dönüşüyor. Ardından Parti’nin polisi, savcısı, hâkimi hemen bir uydurma dava dosyası açıp kapınıza dayanıyor. Bir gazete ya da TV sizin suçsuzluğunuzu ima edecek bir haber yapsa, onlar da ‘teröre yardım ve yataklık’ suçuna muhatap oluyor. Bu sebeple herkes susuyor.
ADALET YOK, DEVLET YOK
Devlet adalet üretmiyor. Adalet taleplerini de ‘suçun parçası’ görüyor. Düşünsenize KHK ile işten atıldınız, hakkınızı aramak için Danıştay’a başvurmak istiyorsunuz, Danıştay Başkanı çıkıp KHK’ların ne kadar titizlikle hazırlandığından dem vuruyor. Hukukta bunun adı ‘ihsas-ı rey’ yani ‘oyunu önceden açık etmek’. Bu sebeple bu hâkimlerin karar vermemesi gerekir davanıza ama o devasa soru çıkıyor karşınıza: “Bu gidişe kim dur diyecek?”
Dün gazeteci Mustafa Hoş, dünyaca ünlü anayasa profesörü Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun KHK ile işten atıldıktan sonra yaşadıklarını yazdı Twitter adresinden: “İbrahim Kaboğlu emekli olamadı. Yani artık bir geliri yok. Hiçbir yerde ders veremiyor. Tüm kamu haklarından mahrum. Sağlık güvencesi yok. Sorbonne Nouvelle (Paris 3) Üniversitesi’ndeki derslerine gidemiyor. Çünkü pasaportu iptal edildi. Sadece yazdığı kitapların telifi tek geliri.”
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, başka hiçbir şey demediler, “Ekmeğimizi istiyoruz” dediler. Bir partiyi ya da ideolojiyi temsil edecek slogan kullanmadılar. Yukarıdaki yalın duruma itiraz ediyorlar. “İşimi geri istiyorum” yazıyor kartelalarının üzerinde.
Çünkü devletin KHK’lıya ve ‘terörist’ ilân etmeye çalıştığı yüz binlere reva gördüğü bu.
AF ÖRGÜTÜ: PROFESYONEL YOK ETME
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) dün yayınladığı bir raporda bu durumu “Profesyonel Yok Etme” (Professional Annihilation) olarak andı. Ankara, Diyarbakır ve İstanbul’da 61 kişiyle görüşülerek hazırlanan rapor, daha önce devlette çalışan bu kişilerin özel sektörde de iş bulamadıklarını, sosyal haklarından mahrum olduklarını ve ‘terörist’ olarak yaftalandıklarını gösteriyor.
KHK ile ihraç edilen bir asker şunları anlatmış mesela:
“Terörle mücadele eden bir askerdim, dağlarda operasyonlara gidiyorduk, doğru düzgün bir yatakta uyumadık, iyi yemek ya da temiz su içemiyorduk. Arkadaşlarımın öldüklerini gördüm. Kimsenin yapmak istemediği bir işi yapıyordum ama toplum beni kahraman olarak görüyordu. Şimdi, terörist ve hain olarak görülüyorum. Bir asker arkadaşım saldırıya uğradığımızda yaralandı. Yedi ay görevine dönemedi, neredeyse ölüyordu. Döndükten bir ay sonra açığa alındı.”
Sadece bu insanlar değil aileleri de geniş ölçüde etkileniyor bu durumdan. Raporda bahsi geçen bir vakada, KHK ile ihraç edilen bir kadın oğlunun okula gitmek istemediğini çünkü okuldaki diğer çocukların ona ‘terörist ve hain’ dediğini anlatıyor. Bir diğeri akrabalarından kimseyle konuşamadığını, sadece abisi ve annesinin kaldığını söylüyor.
TÜNELİN UCUNDA IŞIK YOK
KHK’ların mantıksızlığını anlatmak için kelimeler yetmiyor ama deneyelim: Hiçbir soruşturma yapılmaksızın, iddia sahibi ile zanlı karşı karşıya getirilmeksizin, zanlıya bir savunma hakkı dahi tanınmaksızın binlerce insan işten atıldı. Haklarından mahrum bırakıldı. Başka iş bulamıyorlar. İtiraz etme hakları yok. Temyize bile gidemiyorlar. OHAL Komisyonu adı altında bir tiyatro icat edildi ama parodi niyetine bile oynamıyor, hareket dahi etmiyor.
Sadece Af Örgütü’nün raporunun başlığı bile yeterli: “No End in Sight”. (Türkçeye, “Tünelin Ucunda Işık Yok” şeklinde çevrilebilir.)
AKP hükümeti, Erdoğan rejimi, güya ‘terörle mücadele’ ettiğini söyleyerek, toplumsal hayatı altüst etmeye, bu arada da iktidarını ‘sorgusuz sualsiz muhkem’ bir hâle getirmeye çalışıyor. Bu tünelin ucunda sadece mağdur olanlar için değil, bütün toplum için ışık yok…
(TR724)
Sosyal medyadaki hükümet trolleri Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’yı DHKP-C’li ilan ederek “Bakın bunlar terörist, savunmayın!” demeye getiriyorlar. DHKP-C, PKK, FETÖ… Sihirli sözcükler. Bir çeşit “Açıl susam açıl!” Türkiye’ye mahsus bir durum da değil bu: ‘Gelişmekte olan’ diyerek övülen ama aslında pek de gelişmeyen bizim gibi ülkelerin çoğunda var. Mısır’a gidin, size terör örgütlerini saysınlar. Hindistan’a gidin… Hindistan asıllı yazar Salman Rushdie, “Alfabe çorbası” diyor buna. Alfabenin çeşitli harflerinden yapılma bahaneler.
AKP, TERÖRDEN DAHA ZARARLI
Terör diye bir şey var, evet. Terörü bir yöntem olarak benimsemiş örgütler de genelde açıkça bunu ortaya koyuyor. Hayalî ya da gerçek terör örgütleri üzerinden azıcık sesini çıkaran herkesi peşinen ‘terörist’ ilân etme çabası ama muhtemelen terörizmden çok daha büyük bir tehlike.
İnsanlar saçma sapan telefon irtibatlarıyla, sırf ‘suçlu’ denilen biriyle aynı kilometre kare içinde yer aldığı için, Twitter’da yaptıkları paylaşımlarla, gazetede yazdıkları yazılarla, bir şeyi protesto ettiği için, TV’de bir şey dediği için, evinden bazı kitaplar çıktığı için, bazı dergi ya da gazetelere abone oldukları için, bir partiye oy verdikleri için ‘terörist’ olabiliyor.
‘TERÖR’ DENİNCE AKAN SULAR DURUYOR
‘Terör’ iki sebepten iyi bir bahane: (1) Terörle Mücadele Kanunu (TMK) polise ve yargıyı müthiş yetkilerle donatırken, zanlıları adeta bütün insan haklarından alıkoyuyor. (2) Toplum nezdinde ‘terör’ deyince akan sular duruyor.
Normalde bir gazete sizi ‘terörist’ ilan etse, mahkemeye başvurur ve hakkınızı ararsınız. Yahut bir polis ya da savcı sizin ‘terörist’ olduğunuzu düşünse, Anayasal haklarınız sizi bir yere kadar koruyabilir. Hâkim ikna olmayabilir. Diyelim ki mahkeme hakkınızda ‘terörist’ hükmü verdi, temyize gidebilirsiniz. Sesinizi duyurmak için medyaya gider, kamu vicdanına seslenirsiniz.
Bugün geldiğimiz noktada, Twitter’da birileri birilerine ‘terörist’ diyor. Bu bir ihbara dönüşüyor. Ardından Parti’nin polisi, savcısı, hâkimi hemen bir uydurma dava dosyası açıp kapınıza dayanıyor. Bir gazete ya da TV sizin suçsuzluğunuzu ima edecek bir haber yapsa, onlar da ‘teröre yardım ve yataklık’ suçuna muhatap oluyor. Bu sebeple herkes susuyor.
ADALET YOK, DEVLET YOK
Devlet adalet üretmiyor. Adalet taleplerini de ‘suçun parçası’ görüyor. Düşünsenize KHK ile işten atıldınız, hakkınızı aramak için Danıştay’a başvurmak istiyorsunuz, Danıştay Başkanı çıkıp KHK’ların ne kadar titizlikle hazırlandığından dem vuruyor. Hukukta bunun adı ‘ihsas-ı rey’ yani ‘oyunu önceden açık etmek’. Bu sebeple bu hâkimlerin karar vermemesi gerekir davanıza ama o devasa soru çıkıyor karşınıza: “Bu gidişe kim dur diyecek?”
Dün gazeteci Mustafa Hoş, dünyaca ünlü anayasa profesörü Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun KHK ile işten atıldıktan sonra yaşadıklarını yazdı Twitter adresinden: “İbrahim Kaboğlu emekli olamadı. Yani artık bir geliri yok. Hiçbir yerde ders veremiyor. Tüm kamu haklarından mahrum. Sağlık güvencesi yok. Sorbonne Nouvelle (Paris 3) Üniversitesi’ndeki derslerine gidemiyor. Çünkü pasaportu iptal edildi. Sadece yazdığı kitapların telifi tek geliri.”
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, başka hiçbir şey demediler, “Ekmeğimizi istiyoruz” dediler. Bir partiyi ya da ideolojiyi temsil edecek slogan kullanmadılar. Yukarıdaki yalın duruma itiraz ediyorlar. “İşimi geri istiyorum” yazıyor kartelalarının üzerinde.
Çünkü devletin KHK’lıya ve ‘terörist’ ilân etmeye çalıştığı yüz binlere reva gördüğü bu.
AF ÖRGÜTÜ: PROFESYONEL YOK ETME
Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) dün yayınladığı bir raporda bu durumu “Profesyonel Yok Etme” (Professional Annihilation) olarak andı. Ankara, Diyarbakır ve İstanbul’da 61 kişiyle görüşülerek hazırlanan rapor, daha önce devlette çalışan bu kişilerin özel sektörde de iş bulamadıklarını, sosyal haklarından mahrum olduklarını ve ‘terörist’ olarak yaftalandıklarını gösteriyor.
KHK ile ihraç edilen bir asker şunları anlatmış mesela:
“Terörle mücadele eden bir askerdim, dağlarda operasyonlara gidiyorduk, doğru düzgün bir yatakta uyumadık, iyi yemek ya da temiz su içemiyorduk. Arkadaşlarımın öldüklerini gördüm. Kimsenin yapmak istemediği bir işi yapıyordum ama toplum beni kahraman olarak görüyordu. Şimdi, terörist ve hain olarak görülüyorum. Bir asker arkadaşım saldırıya uğradığımızda yaralandı. Yedi ay görevine dönemedi, neredeyse ölüyordu. Döndükten bir ay sonra açığa alındı.”
Sadece bu insanlar değil aileleri de geniş ölçüde etkileniyor bu durumdan. Raporda bahsi geçen bir vakada, KHK ile ihraç edilen bir kadın oğlunun okula gitmek istemediğini çünkü okuldaki diğer çocukların ona ‘terörist ve hain’ dediğini anlatıyor. Bir diğeri akrabalarından kimseyle konuşamadığını, sadece abisi ve annesinin kaldığını söylüyor.
TÜNELİN UCUNDA IŞIK YOK
KHK’ların mantıksızlığını anlatmak için kelimeler yetmiyor ama deneyelim: Hiçbir soruşturma yapılmaksızın, iddia sahibi ile zanlı karşı karşıya getirilmeksizin, zanlıya bir savunma hakkı dahi tanınmaksızın binlerce insan işten atıldı. Haklarından mahrum bırakıldı. Başka iş bulamıyorlar. İtiraz etme hakları yok. Temyize bile gidemiyorlar. OHAL Komisyonu adı altında bir tiyatro icat edildi ama parodi niyetine bile oynamıyor, hareket dahi etmiyor.
Sadece Af Örgütü’nün raporunun başlığı bile yeterli: “No End in Sight”. (Türkçeye, “Tünelin Ucunda Işık Yok” şeklinde çevrilebilir.)
AKP hükümeti, Erdoğan rejimi, güya ‘terörle mücadele’ ettiğini söyleyerek, toplumsal hayatı altüst etmeye, bu arada da iktidarını ‘sorgusuz sualsiz muhkem’ bir hâle getirmeye çalışıyor. Bu tünelin ucunda sadece mağdur olanlar için değil, bütün toplum için ışık yok…
(TR724)