[Analiz: Ali Mirza Yazar]
Uzunca bir süredir, El Bab diye bir gündemimiz var. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) bağlı askerlerimizin bir kısmı orada. Sultanımız ‘Güneydoğu Seferi’nden bir zafer çıkaramayınca, atını Suriye’nin kuzeyine sürmeye karar vermişti hatırlarsanız. Aslında maksat yine aynıydı: PKK’ya yakın Kürtlerin, sınırlarımızın hemen yanı başında bir ‘özerklik’ kazanmasına karşı ‘devlet hassasiyeti’ gösteriliyordu. Devletimizin ‘tutarlı’ olduğu nadir alanlardan birisi de, ‘tebaası’ olarak gördüğü Kürtlerin herhangi bir şekilde ‘devletçilik’ oynamasına müsaade etmemek. Allah muhafaza dünyanın herhangi bir yerinde ‘Kürt devleti’ kurulursa, Güneydoğu’yu komple kaybederiz, diye düşünülüyor herhalde.
Nereye kadar gider böyle bilinmez.
Zira Suriye’nin geleceğinin konuşulduğu ve Rusya ile Türkiye’nin güya ‘ev sahibi’ olduğu Astana görüşmelerinde önerilen Suriye anayasasında Kürtlere özerklik verildiği ‘ortaya çıktı’. Hakikaten ‘ortaya çıktı’ zira Türk dışişleri için de sürpriz olmuş olsa gerek. Çünkü ABD’yle aramız, Suriye’de PYD’li Kürtleri desteklediği için ‘limonî’ ama Rusya’yla aramız iyiydi, niye böyle oldu ki?
Aynı Rusya’nın dışişleri bakanlığı da önceki gün çıktı ve “PKK ile PYD’yi terör örgütü görmüyoruz” deyiverdi. Tam Rasim Ozan Kütahyalı’nın Beyaz TV’deki mizah programında şaklabanlık (terim anlamıyla) yaparken çıkardığı “Haydaaa” sesinin geldiği nokta burası oldu.
8 asker şehit, 21 asker yaralı… neden?
Derken dün tekrar El Bab’a döndük. Evet, uzunca bir süredir gündemimizdeydi burası fakat tam olarak orada ne yaptığımızı bilemediğimiz için, dün 8 askerin neden şehit olduğunu, 21 askerin neden yaralandığını da çözemedik. Şehit asker Gökhan Kılıç’ın babası Mehmet Kılıç’ın mahzun bakışları yüreğimizi dağladı sadece. Bu arada akşam saatlerinde TSK’dan gelen açıklamada, şehit sayısının sadece 3 olduğu iddia edildi.
El Bab’da ne yaptığımız konusu tümden şaibeli zira güvenlik uzmanlarının da artık şüphelendiği üzere, muhtemelen El Bab’ı IŞİD unsurlarından temizleyip Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a teslim edeceğiz. Yani en fazla yapabileceğimiz buymuş gibi görünüyor. Yoksa Ankara’nın hesapladığı gibi önce El Bab’ı, sonra Rakka’yı oradan da varıp Musul’u kontrol etme imkânımız yok.
Bu arada El Bab’da ne kadar tutunabileceğimiz de meçhul. Dün, Rus uçakları ‘yanlışlıkla’ bizim binalarımızdan birini vurmuş ve 3 askerimizi şehit etmiş. Ruslar ‘özür dileriz’ demişler. “Savaş hâlidir, olur öyle” de demişlerdir. İktidara yakın kesimlerden “Rus ordusu içindeki Gladyo unsurlar” açıklaması/fantezisi geldi ama henüz Ankara’dan resmî açıklama/fantezi gelmedi.
PYD ile çatışma riski hâlâ yüksek
Öte yandan biz El Bab’ı aşıp Rakka’ya gelmeyelim diye, tabi bu arada PYD’li Kürtler de gelemesin diye, IŞİD El Bab’da orta ölçekte bir birlik konuşlandırıyor. ‘Düzenli ordu’ kullanmıyor IŞİD malum ama bu ‘birlik’ tanklarımızı hedef alıyor, yeri geliyor intihar saldırısı yapıyor, yeri geliyor göz korkutmak için askerlerimizi yakıyor (hükümet hâlâ tatmin edici biçimde askerlerin akıbetini açıklamadığına göre askerlerin vahşice yakıldığını düşünmemiz gerekiyor herhalde).
IŞİD’in dışında El Bab’da karşılaşma riskimizin yüksek olduğu ve operasyonumuzun isminden de (Fırat Kalkanı) anlaşılacağı üzere aslında ‘onları’ durdurmak için adım attığımız El Bab yolunda, PYD ile ‘çatışma’ riski de mevcut. Her ne kadar ‘Big Brother’ ABD ikimizi de peylemek istediği için şimdilik bu ‘çatışma’ uzak ihtimal gibi görünse de, eğer Suriye denklemi kurulmaz ve çatışmalar sürerse, yarın bir gün El Bab’da TSK ile PYD karşı karşıya gelebilir pekâlâ. IŞİD’e karşı en etkin kara gücünün PYD olduğunu ve bizim henüz IŞİD’le sıcak çatışmaya girmeden 67 şehit verdiğimizi düşünürsek, zor bir çatışma olacağa benzer (Allah saklasın).
Rusya’dan Türkiye’ye mesajlar
Bütün bunlar olurken, Rusya’nın önce PKK ve PYD açıklaması yapıp ardından ‘yanlışlıkla’ Türk mevzilerini bombalamasının arkasında başka anlam arayanlar da var.
Bu teoriye göre Rusya’nın bu hamleleri ‘boşa’ değil. Türkiye (aslında Türkiye ya da Ankara derken hep Erdoğan’ı kastediyoruz zira ondan başka aktör kalmadı memlekette) bir yandan anti-Amerikancı söylem tutturup Rusya’yla, Çin’le, tekmili birden Şangay Örgütü’yle anlaşıyormuş gibi yapıyor, diğer yandan da gözünün ucuyla çiçeği burnunda ABD Başkanı Donald Trump’tan işaret bekliyor. Üstelik her an Trump’ın gemisine atlayıp Rusya’dan uzaklaşacak bir havası var Ankara’nın. Yani Putin böylece ‘ayağını denk al’ mesajı veriyor. (Hatırlarsanız 24 Kasım’da, yani Rus uçağının düşürülmesinin yıldönümünde, El Bab’a ilerlemek isteyen askerimize ateş açılmış ve 3 askerimiz şehit edilmişti. Onu kimin yaptığı da meçhul hâlâ…)
Trump’la yakınlaşma
Geçen akşam Donald Trump’la telefonda tam 45 dakika (bunun en az yarısı İngilizce’den Türkçe’ye, Türkçe’den İngilizce’ye çeviri masrafı) konuşan Erdoğan, yeni CIA Başkanı Mike Pompeo’nun Ankara’ya gelmesini sağladı. Dün Ankara’ya gelen Pompeo önce, ‘kankası’ Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’la bayramlık gezmelere giden MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la görüştü. El Bab, Rakka operasyonu ve Fethullah Gülen’in iadesi, muhtemel başlıklar.
(Bu arada Mike Pompeo, Twitter hesabından Erdoğan’a ‘İslamcı diktatör’ demişti ama CIA’in başına geçeceği kesinleşince o hesabını kapattı. Yine de göreve gelince ‘İslamcı diktatör’ demesini bekleyemeyiz. ‘Vazife adamı’ olarak tanınıyor ve Trump’ın ekibindeki pek çok kimse gibi ‘İslamcı terörden’ nefret ediyor. Erdoğan da Merkel’e geçen hafta “İslamcı demeyelim lütfen!” demişti. Ama aynı Erdoğan, Trump’ın “Müslüman yasağı” karşısında suspus oldu. Gördüğünüz gibi dengeler, dengeler…)
Washington’u bilen kaynaklar, Trump’ın bu konularda adım atacak bir motivasyonu olmadığını düşünüyor. Gülen davasında “85 koli dosya gönderdik” deniyor ama anlaşılan o ki hâlâ 15 Temmuz’la alakalı bir şey yok. Trump’ın şu an Türkiye ile tek alışverişi, Obama’nın planlarını beğenmediği için yeniden kurgulayacağı ve “6 ay içinde temizleriz” dediği IŞİD’i yok etme savaşında Türkiye’nin rolüne dairdir. Eğer PYD ile değil de TSK ile hareket etme kararı alınırsa, bu durumda Erdoğan bazı taleplerde bulunabilir. Ancak böyle bir plana Rusya’nın tepkisi ne olur, onu kestirmek güç.
Her yönüyle El Bab, masallardaki ‘içine girince bambaşka bir dünyaya açılan kapı’ya benzedi. Nasıl bir dünyaya çıkacağımız henüz belli değil. 2017, Türkiye’nin Suriye macerası açısından -Allah muhafaza- çok kanlı olabilir…
Nereye kadar gider böyle bilinmez.
Zira Suriye’nin geleceğinin konuşulduğu ve Rusya ile Türkiye’nin güya ‘ev sahibi’ olduğu Astana görüşmelerinde önerilen Suriye anayasasında Kürtlere özerklik verildiği ‘ortaya çıktı’. Hakikaten ‘ortaya çıktı’ zira Türk dışişleri için de sürpriz olmuş olsa gerek. Çünkü ABD’yle aramız, Suriye’de PYD’li Kürtleri desteklediği için ‘limonî’ ama Rusya’yla aramız iyiydi, niye böyle oldu ki?
Aynı Rusya’nın dışişleri bakanlığı da önceki gün çıktı ve “PKK ile PYD’yi terör örgütü görmüyoruz” deyiverdi. Tam Rasim Ozan Kütahyalı’nın Beyaz TV’deki mizah programında şaklabanlık (terim anlamıyla) yaparken çıkardığı “Haydaaa” sesinin geldiği nokta burası oldu.
8 asker şehit, 21 asker yaralı… neden?
Derken dün tekrar El Bab’a döndük. Evet, uzunca bir süredir gündemimizdeydi burası fakat tam olarak orada ne yaptığımızı bilemediğimiz için, dün 8 askerin neden şehit olduğunu, 21 askerin neden yaralandığını da çözemedik. Şehit asker Gökhan Kılıç’ın babası Mehmet Kılıç’ın mahzun bakışları yüreğimizi dağladı sadece. Bu arada akşam saatlerinde TSK’dan gelen açıklamada, şehit sayısının sadece 3 olduğu iddia edildi.
El Bab’da ne yaptığımız konusu tümden şaibeli zira güvenlik uzmanlarının da artık şüphelendiği üzere, muhtemelen El Bab’ı IŞİD unsurlarından temizleyip Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a teslim edeceğiz. Yani en fazla yapabileceğimiz buymuş gibi görünüyor. Yoksa Ankara’nın hesapladığı gibi önce El Bab’ı, sonra Rakka’yı oradan da varıp Musul’u kontrol etme imkânımız yok.
Bu arada El Bab’da ne kadar tutunabileceğimiz de meçhul. Dün, Rus uçakları ‘yanlışlıkla’ bizim binalarımızdan birini vurmuş ve 3 askerimizi şehit etmiş. Ruslar ‘özür dileriz’ demişler. “Savaş hâlidir, olur öyle” de demişlerdir. İktidara yakın kesimlerden “Rus ordusu içindeki Gladyo unsurlar” açıklaması/fantezisi geldi ama henüz Ankara’dan resmî açıklama/fantezi gelmedi.
PYD ile çatışma riski hâlâ yüksek
Öte yandan biz El Bab’ı aşıp Rakka’ya gelmeyelim diye, tabi bu arada PYD’li Kürtler de gelemesin diye, IŞİD El Bab’da orta ölçekte bir birlik konuşlandırıyor. ‘Düzenli ordu’ kullanmıyor IŞİD malum ama bu ‘birlik’ tanklarımızı hedef alıyor, yeri geliyor intihar saldırısı yapıyor, yeri geliyor göz korkutmak için askerlerimizi yakıyor (hükümet hâlâ tatmin edici biçimde askerlerin akıbetini açıklamadığına göre askerlerin vahşice yakıldığını düşünmemiz gerekiyor herhalde).
IŞİD’in dışında El Bab’da karşılaşma riskimizin yüksek olduğu ve operasyonumuzun isminden de (Fırat Kalkanı) anlaşılacağı üzere aslında ‘onları’ durdurmak için adım attığımız El Bab yolunda, PYD ile ‘çatışma’ riski de mevcut. Her ne kadar ‘Big Brother’ ABD ikimizi de peylemek istediği için şimdilik bu ‘çatışma’ uzak ihtimal gibi görünse de, eğer Suriye denklemi kurulmaz ve çatışmalar sürerse, yarın bir gün El Bab’da TSK ile PYD karşı karşıya gelebilir pekâlâ. IŞİD’e karşı en etkin kara gücünün PYD olduğunu ve bizim henüz IŞİD’le sıcak çatışmaya girmeden 67 şehit verdiğimizi düşünürsek, zor bir çatışma olacağa benzer (Allah saklasın).
Rusya’dan Türkiye’ye mesajlar
Bütün bunlar olurken, Rusya’nın önce PKK ve PYD açıklaması yapıp ardından ‘yanlışlıkla’ Türk mevzilerini bombalamasının arkasında başka anlam arayanlar da var.
Bu teoriye göre Rusya’nın bu hamleleri ‘boşa’ değil. Türkiye (aslında Türkiye ya da Ankara derken hep Erdoğan’ı kastediyoruz zira ondan başka aktör kalmadı memlekette) bir yandan anti-Amerikancı söylem tutturup Rusya’yla, Çin’le, tekmili birden Şangay Örgütü’yle anlaşıyormuş gibi yapıyor, diğer yandan da gözünün ucuyla çiçeği burnunda ABD Başkanı Donald Trump’tan işaret bekliyor. Üstelik her an Trump’ın gemisine atlayıp Rusya’dan uzaklaşacak bir havası var Ankara’nın. Yani Putin böylece ‘ayağını denk al’ mesajı veriyor. (Hatırlarsanız 24 Kasım’da, yani Rus uçağının düşürülmesinin yıldönümünde, El Bab’a ilerlemek isteyen askerimize ateş açılmış ve 3 askerimiz şehit edilmişti. Onu kimin yaptığı da meçhul hâlâ…)
Trump’la yakınlaşma
Geçen akşam Donald Trump’la telefonda tam 45 dakika (bunun en az yarısı İngilizce’den Türkçe’ye, Türkçe’den İngilizce’ye çeviri masrafı) konuşan Erdoğan, yeni CIA Başkanı Mike Pompeo’nun Ankara’ya gelmesini sağladı. Dün Ankara’ya gelen Pompeo önce, ‘kankası’ Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’la bayramlık gezmelere giden MİT Müsteşarı Hakan Fidan’la görüştü. El Bab, Rakka operasyonu ve Fethullah Gülen’in iadesi, muhtemel başlıklar.
(Bu arada Mike Pompeo, Twitter hesabından Erdoğan’a ‘İslamcı diktatör’ demişti ama CIA’in başına geçeceği kesinleşince o hesabını kapattı. Yine de göreve gelince ‘İslamcı diktatör’ demesini bekleyemeyiz. ‘Vazife adamı’ olarak tanınıyor ve Trump’ın ekibindeki pek çok kimse gibi ‘İslamcı terörden’ nefret ediyor. Erdoğan da Merkel’e geçen hafta “İslamcı demeyelim lütfen!” demişti. Ama aynı Erdoğan, Trump’ın “Müslüman yasağı” karşısında suspus oldu. Gördüğünüz gibi dengeler, dengeler…)
Washington’u bilen kaynaklar, Trump’ın bu konularda adım atacak bir motivasyonu olmadığını düşünüyor. Gülen davasında “85 koli dosya gönderdik” deniyor ama anlaşılan o ki hâlâ 15 Temmuz’la alakalı bir şey yok. Trump’ın şu an Türkiye ile tek alışverişi, Obama’nın planlarını beğenmediği için yeniden kurgulayacağı ve “6 ay içinde temizleriz” dediği IŞİD’i yok etme savaşında Türkiye’nin rolüne dairdir. Eğer PYD ile değil de TSK ile hareket etme kararı alınırsa, bu durumda Erdoğan bazı taleplerde bulunabilir. Ancak böyle bir plana Rusya’nın tepkisi ne olur, onu kestirmek güç.
Her yönüyle El Bab, masallardaki ‘içine girince bambaşka bir dünyaya açılan kapı’ya benzedi. Nasıl bir dünyaya çıkacağımız henüz belli değil. 2017, Türkiye’nin Suriye macerası açısından -Allah muhafaza- çok kanlı olabilir…