Aralarında iyasetçilerin, gazetecilerin, işadamlarının, sivil toplumcuların, ev hanımlarının, doktorların olduğu eline silah değmemiş, herhangi bir şiddet eyleminin içinde, kenarında köşesinde yer almamış on binlerce insan, fikirleri ve tercihleri yüzünden propaganda, üyelik, örgüte üye olmadan yardım gibi suçlamalarla hapishanelerdeler.
Somut olarak ne yaptıklarına bakılmaksızın kitlesel bir yargılamayla karşı karşıyalar.
Hepsi terörist, hepsi darbeci. Bugünün asla affedilmeyenleri de onlar.
Bırakın bir aftan yararlandırılmayı mahkemelerin haklarında verdiği tahliye kararları bile anında yeniden tutuklamaya çevriliyor.
Hakkında savcılığın üç yıl önce takipsizlik kararı verdiği KHK’yla ihraç edilmiş, Princeton-Utrecht üniversitelerinde yüksek lisans ve doktorasını yapmış ülkenin koronavirüs üzerine tek doktoralı doçentinin bile, biraz adı gündeme gelince, göreve iade edilmesi konuşulunca bir anda 2000’li yılların başında Fatih Üniversitesi’nden mezun olduğu ve aynı üniversitede bir süre çalıştığı gibi ‘müthiş suçlamalar’la hakkındaki takipsizlik kararı kaldırılabiliyor.
50 yıl sonra Cumhuriyet’in 100’üncü yıldönümüne doğru giderken, Meclis’in önünde yine bir af tasarısı var.
Yine bir darbe sonrası hapishaneler tıklım tıklım dolu.
Üstelik bu kez affın gerekçesi bütün dünyada yayılan bir salgından cezaevlerindeki insanları korumak.
Ama virüs siyasi tutuklu/hükümlü, adli tutuklu/hükümlü ayrımı yapmazken, infaz düzenlemesi yapıyor.
Çünkü elli yıl sonra yine herhangi bir şiddet eylemine katılmamış, fikirleri, tercihleri yüzünden hapiste olan on binlerce siyasi tutuklu, adli tutuklulardan daha tehlikeli görülüyor.
Onların affı asla gündemde değil.
Devlet yine kendisine karşı işlendiğini düşündüğü suçlara karşı kindar, vatandaşa karşı işlenen suçlara karşı merhametli.
Tarihler değişiyor, Cumhuriyet 50 yaşından 100 yaşına geliyor ama her dönemin muhakkak bir “asla affedilemeyenleri” oluyor.
Yazının tamamını Karar gazetesinden okuyabilirsiniz.