YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Bu rejim kendi kendisine ayakta durmuyor. Bu rejimin payandaları var, bu rejimin kolon ve kirişleri gözümüzün önünde duruyor. Emirleri verenler bir tarafa, emirleri uygulayanlar, rejimi yeniden üretiyor her gün. Bu tür rejimleri esas ayakta tutan iki ana unsur olur. Bunlardan biri askeriyedir ki onunla alakalı gerçekten onlarca yazı yazdım. Ana kolon olması hasebiyle, askeriyede olup bitecek her gelişme, Erdoğan yönetiminin geleceği için önemli olacak. Erdoğan yönetimi diyorum, rejim demiyorum – çünkü rejim üst yapı, yönetim ise satıhtır. Bir gün bu yönetim gidecek. Gittiği zaman elindeki tüm bürokratik aparatla beraber tasfiye olacak. Bu bürokratik aparatın icrai kanadı polis. Devletin polisi diyoruz ya, başlıkta olduğu gibi, esasında o Erdoğan yönetiminin polisidir. Bürokrasinin zorlayıcı enstrümanı polistir. Türkiye polis teşkilatı, yönetimlerin operasyonel aparatıdır. Bu polis teşkilatı, tarihin hiçbir döneminde – tek parti ve darbe dönemleri de dâhil – bu kadar partizan ve “rejimin sopası” görünümünde olmamıştır – hiçbir zaman! Bugün polis, uzaktan kumandası Erdoğan ve çevresinin elinde olan bir kolluk gücüdür. Doğal olarak, Erdoğan ve çevresinin çıkarlarına göre kullanılıyor, dahası o yönetimin yönetim anlayışıyla etik standartları çerçevesinde hareket ediyor.
O aşağılık “memurlar” yaptıklarının unutulacağını zannediyor. Ama işkence ve kötü muamelede zaman aşımı yok! Bir gün uyandıklarında, kanun kaçağı durumunda olacaklar. Tıpkı Hitler rejiminin sonrasında avcıyken ava dönüşen NAZİ’ler gibi, Erdoğan ve çevresiyle beraber hukuk önünde hesap verecekler.
Son iki güne damgasını vuran üç olay var. Bunlar, esasında bu yazının yazılmasına neden olacak nitelikte muazzam hak ihlallerinin yaşandığı olaylardır. Adeta rejimin röntgenini, hatta MR’ını çekmek mümkündür bu üç olayla. Bunlardan birincisi, Diyarbakır milletvekili HDP’li Saliha Aydeniz’e yapılan hak ihlali ve sonrasında polis tarafından yapılan darp. İkincisi, Ankara’da polis tarafından gözaltına alınması esnasında bir sivil polis memuru tarafından öğrenci bir genç kıza yapılan cinsel nitelikli saldırı. Üçüncüsü, Van’da çocuk şube müdürlüğünde gözaltında olan iki çocuğa yapılan işkence. Bunlar o kadar ibretlik olaylar ki, hiçbir ön bilgilendirme yapmadan, dünyanın herhangi on ülkesinden rastgele belirlenecek on gazeteciye bu olaylar aktarılsa ve sosyal medyaya yansıyan görseller gösterilse, Türkiye’deki rejim hakkında çok net bir fikirleri olurdu. Gelin neler oldu, bir bakalım.
Diyarbakır’da açlık grevindeki Leyla Güven için yapılan etkinlik polis engeliyle karşılaşıyor. Güven 100 günü aşkın süredir açlık grevini sürdürüyor. Güven’in açlık grevi yapmasının nedeni, Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesinin ve yakınlarının ziyaretlerinin uzunca süreden beri engellenmesi! Güven’in bu eylemine destek vermek veya vermemek değil burada konu olan. Bir milletvekilidir söz konusu olan, kendi kanaati gereği bir eylem yapmaktadır. Diğer HDP’li vekiller kendisine destekte bulunmak için Diyarbakır’a gidiyorlar. Aralarında Diyarbakır milletvekili HDP’li Saliha Aydeniz de yar. Burada polis müdahalesiyle karşılaşıyorlar. Polis milletvekillerinin hareket özgürlüklerini kısıtlayacak şekilde çok kalabalık bir polis grubu ile barikat kuruyor, milletvekillerinin etrafını sarıyor. O arada Aydeniz aradan sıyrılarak, fayans zeminde bir mekânda hızlı adımlarla yürüyor. Arkadan gelen bir polis kasıtlı şekilde arkadan kayarak çelme takıyor, milletvekili yere kapaklanıyor. Çok ciddi bir olaydır. Saldırılan bir milletvekilidir. Siyasi düşüncesi ne olursa olsun, bu yapılan mazur gösterilemez.
Diğer olay, öğrenci genç kıza yapılan saldırıdır
Burada polis öğrenciyi gözaltına almış, öğrenci tabiri caizse kıskıvrak yakalanmış. Sivil polislerden biri kızın arkadan apış arasına dokunacak şekilde bacakları arasına elini atmış, birkaç fotoğrafta genç kızın uğradığı saldırı gayet net bir şekilde ortada. Resmen izzeti nefsiyle oynanacak şekilde, tam bir cinsel nitelikli saldırı söz konusu. Bu olay gündüz, herkesin gözü önünde gerçekleşiyor. Hiçbir çekinme olmaksızın, bir polis memuru, onursuzca devlet gücünü kullanarak bir genç kızın uğrayabileceği en aşağılık saldırıda bulunuyor.
Son olayda, Van’da çocuk şubede gözaltında olan zavallı iki çocuğa tüfek dipçikleriyle saldırılıyor. Çocukların her ikisinin de kafa travması geçirmesine, yüzlerinin, alınlarının ve başlarının parçalanmasına neden olacak şekilde bir işkence uygulanıyor.
Bu yaşanan üç olayın da ortak noktası sistemli polis şiddetidir. Devletin polisi gitmiş, yerine polis devleti gelmiş. Belli ki arkalarındaki “güç” bu uygulamaları mazur görüyor, hatta teşvik ediyor. Zaten İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, tüm cumhuriyet tarihinin gördüğü en pervasız yönetici olarak, tüm ifadelerinde ve eylemlerinde 1982 anayasasını ve onun müesses nizamını ayaklar altına alan bir tutum içerisindedir. Polis artık suçlunun yakalanması veya adli araştırma görevleri gibi yasayla tanımlanmış görevleri dışında tümüyle iktidarın sopası işlevini üstlenmiş – hakkıyla da yerine getiriyor.
Mesele ortada anayasa ve yasa kalmamasıdır. Diğer bir sorun, bu fiillerin toplum nezdinde tartışılmasını, hatta gösterilmesini mümkün kılacak bir medya ve basın gücü kalmamasıdır. Polis iktidarın sopası, rejim aparatı olarak kıyasıya ötekileştirilen insanların korkutulması ve sindirilmesi görevini yapmakta, yasal çerçevenin dışında Erdoğan ve yakın çevresinin iktidarının devamına yönelik çalışmaktadır. Düşünün, seçilmiş bir milletvekiline saldırmaktan bile çekinmiyorlar. Günün ortasında, herkesin göz önünde bir genç kızın iffetiyle oynayacak kadar gözleri dönmüş! Bir çocuk nezarethanesinde gencecik iki fidana dipçikle dayak atacak kadar psikopatlaşmış ve adeta Gestapo uygulamalarını 21. yüzyıl Türkiye’sinde günlük yaşamın parçası haline getire bir polis devletidir Türkiye! AB kriterlerinden dibe vurulan “Ankara kriterleri” bu mudur!
İşkence, nitelikli cinsel saldırı, darp, kötü muamele, Türkiye’nin yeni polisiye standartlarıdır – görünen köy kılavuz istemez. Bu artık hayatın gerçeği! O aşağılık “memurlar” yaptıklarının unutulacağını zannediyor. Ama işkence ve kötü muamelede zaman aşımı yok! Bir gün uyandıklarında, kanun kaçağı durumunda olacaklar. Tıpkı Hitler rejiminin sonrasında avcıyken ava dönüşen NAZİ’ler gibi, Erdoğan ve çevresiyle beraber hukuk önünde hesap verecekler. Üstelik hesap verecekleri “hukuk” kendi ürettikleri hukuk olacak. Yani başkalarına rüsva gördükleri tüm uygulamaları tadacaklar – çünkü su testisi suyolunda kırılır! Bu rejimin ana dinamiği olan Avrasyacı askerler, bir gün işlevi bitince Erdoğan ve tüm yönetim “elitini”, bürokratik aparatıyla beraber tasfiye edecek. O gün, maşa olarak kullanılan rejimin sopası polis de, kaçacak delik arayacak.
Bu yapılan olayların tümü internette var. Yani eskiden olduğu gibi, kendilerini gizlemelerinin olanağı yok. İletişim olanaklarının bu denli geliştiği günümüzde, bugünkü polis devletinin maaşlı işkencecileri, önümüzdeki dönemde günah keçileri olacak – bundan şüphem yok.
(TR724)