EBUBEKİR IŞIK (*)
Beş yılda bir yapılan Avrupa Birliği seçimleri 2019’da 23-26 Mayıs tarihleri arasında vuku bulacak. Avrupa Birliği kurumlarını yakından ilgilendiren bu seçimler, temelde 751 sandalyeli Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Komisyon Başkanı, Avrupa Birliği Konsey Başkanı, Avrupa Birliği’nin dışişleri bakanlığı mahiyetinde olan Avrupa Dış Eylem Servisi (European External Action Service) gibi pozisyonlara kimlerin seçileceğini belirlemesi açısından hayati öneme sahip.
Hollanda gibi küçük bir AB üyesi ülkeden iki önemli siyasetçinin Avrupa Birliği’nin en önemli 4 kurumundan ikisinin başında olmaları ihtimali hiçte yabana atılacak ve düşük görülecek projeksiyonlar değil. Bu nedenle, 27 Mayıs 2019 sabahında dümenin başında Hollandalıların olduğu bir Avrupa Birliği’ne uyanabiliriz.
2019’da yapılacak seçimlerle alakalı bugünden net tahminlerde bulunmak her ne kadar güç olsa da, bazı verileri kullanarak bir takım projeksiyonlar yapmak mümkün. En başından belirtmek gerekir ki, 2019 seçimlerinde çok büyük bir aksilik olmazsa Avrupa Hristiyan demokratlar grubu (EPP) Avrupa Parlamentosu’nda en fazla vekil sayısına sahip olacakları için Avrupa Birliği Komisyon başkanlığı için öne sürecekleri aday AB komisyon başkanı olacak. EPP grubuna baktığımızda hali hazırda bu pozisyon için iki ismin AB seçim kampanyalarını domine ettiğini ifade edebiliriz.
Bir tarafta, kendi ülkesinde başbakanlık ve dışişleri bakanlığı da yapmış olan Finlandiyalı Alexander Stubb; diğer tarafta ise EPP grubunun başkanı ve Baveryalı olması ile bilinen Alman siyasetçi Manfred Weber’in olduğunu görmekteyiz. Her ne kadar, Alexander Stubb daha tecrübeli ve liyakat açısından bir ok Avrupalıyı heyecanlandırsa da, büyük bir aksilik olmazsa Weber’in Merkel ve Avrupalı müttefiklerinin desteğini almış olması kendisini Avrupa Komisyonu başkanlığına ulaştıracak öngörüsünde bulunabiliriz.
Fakat, Avrupa Birliği’nin en önemli dört kurumundan diğer ikisi olan özellikle Avrupa Konseyi başkanlığı ve dışişleri bakanlığı mahiyetinde olan Avrupa Dış Eylem Servisi için EPP grubundan bir ismin en azından bu iki kurumdan birinin başına geçmesi ihtimalinin 2014 yılındaki seçimlere göre son derece düşük olduğunu da ifade etmekte yarar var. İşte tam bu noktada küçük ama siyasi etkinliği son derece büyük olan ‘Hollanda faktörü’ karşımıza çıkıyor. Nasıl mı? Açıklayalım…
Hollanda Avrupa Birliği’nin Yeni Patronu Olmaya Koşuyor
Geçtiğimiz günlerde Amsterdam, Avrupa Birliği’nin önümüzdeki beş yılını derinden etkileyecek son derece önemli bir toplantıya ev sahipliği yaptı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Hollanda başbakanı Mark Rutte basına kapalı yaptıkları toplantıda 2019 yılında Avrupa Liberaller Grubu (ALDE) üzerinden bir ortaklık kurarak Avrupa Birliği kurumlarında ki EPP dominasyonunu sona erdirme ya da önemli ölçüde sınırlandırma noktasında son derece önemli kararlar aldılar. Bu kararların bir kısmı basın ile paylaşılırken bir kısmı ise daha sonra her iki liderin danışmanları tarafından kırıntılar şeklinde farklı mahfillerde dile getirildi.
Bu toplantıda Macron’un partisi olan En Marche’nin Rutte’nin de üyesi olduğu Avrupa Liberal Grubu’na (ALDE) üye olması noktasında prensipte anlaşılırken, medyaya çok yansımasa da, Rutte’nin 2019’da Avrupa Birliği Konsey başkanlığı için aday olmak istediği ve böyle bir durumda Macron’dan tam destek alacağı konuyu takip eden bazı uzmanlar tarafından dile getirildi.
Avrupa Konseyi’nde ALDE grubuna üye 8 devlet başkanının olduğu düşünüldüğünde (benzer şekilde Avrupa Konseyi’nde EPP grubuna da üye 8 devlet başkanı bulunmakta), Rutte’nin gerek Macron’un gerekse de AB Konseyi’nde ki diğer 8 ALDE’li devlet başkanının desteğini almak suretiyle Avrupa Konseyi başkanı olması son derece muhtemel. Böyle bir seneryoda, Hollandalı bir siyasetçi Avrupa Birliği’nin dümeni sayılabilecek son derece önemli bir kurumun başına geçmiş olacak.
Diğer taraftan, 2019’da ‘Hollanda Faktörü’ olarak ifade ettiğimiz durumun yalnızca Avrupa Konseyi başkanlığı ile sınırlı olmadığını vurgulamak durumundayız. Hollandalı diğer bir siyasetçi olan ve hali hazırda Avrupa Komisyonu birinci başkan yardımcılığını yapan Frans Timmermans Avrupa Sosyalist Grubu (S&D) tarafından Avrupa Komisyon başkanlığı için aday gösterildi. Hemen ifade etmek gerekir ki, Frans Timmermans’ın mevcut siyasal konjonktür dikkate alındığında Avrupa Birliği Komisyon başkanı olması imkansız olmasa da son derece güç. Dolayısıyla, S&D grubunun Frans Timmermans’ı Komsiyon başkanlığı için aday göstermesinin altında yatan asıl gerekçenin, Timmermans’ı birliğin dış işleri bakanlığı olarak ifade edebileceğimiz Avrupa Dış Eylem Servisi’nin (European External Action Service) başında görmek istemesi ile açıklanabilir.
Bu ihtimalin gerçekleşmesi durumunda, ALDE grubunu en üst düzeyde temsil edecek olan Mark Rutte’nin gerek Konsey gerekse de Avrupa Dış Eylem Servisi’nde iki Hollandalının olmasını temin etmek niyeti ile S&D’li olsa bile Timmermans’a destek vereceğini öngörmek hiçte güç değil.
Daha yalın bir yaklaşımla ifade etmek gerekirse, bir tarafta Macron ve AB konseyi’nde ki sekiz ALDE’li devlet başkanının desteğini alarak AB Konsey başkanı olması son derece muhtemel olan Hollandalı Mark Rutte bulunurken; diğer tarafta gerek S&D’nin desteğini almış gerekse de Hollandalı olduğu için Mark Rutte’nin desteğini alması son derece muhtemel olan ve bu durumda Avrupa Dış Eylem Servisi’nin başına geçmesi ihtimali son derece yüksek olan diğer bir Hollandalı siyasetçi Frans Timmermans bulunmakta.
Tüm bu olasılıkları hesaba kattığımızda, Hollanda gibi küçük bir AB üyesi ülkeden iki önemli siyasetçinin Avrupa Birliği’nin en önemli 4 kurumundan ikisinin başında olmaları ihtimali hiçte yabana atılacak ve düşük görülecek projeksiyonlar değil. Bu nedenle, 27 Mayıs 2019 sabahında dümenin başında Hollandalıların olduğu bir Avrupa Birliği’ne uyanabiliriz.
(TR724)