Ne Krizi Kardeşim?

Yorum| Naci Karadağ

Felaketi yaşama psikolojisi midir nedir bilmiyorum, insanların gerçekler karşısındaki takındıkları pozisyonlar, sadece “erk”i elinde tutanların değil, herkesin kendince yeni ve sanal bir gerçeklik ürettiğini ortaya koyuyor.
Hatırlarsanız bir süre önce bu köşede, tüm diktatörlerin bir süre sonra gerçeklikten kopup kendi ürettikleri gerçekliğe göre yaşadıklarını, buna göre pozisyon alıp strateji belirlediklerini yazmıştık. Hatırlamamış olabilirsiniz, şuraya koyayım linkini.


Türk halkını, portakal bıçaklamayı makul görmeye, doların turşusunu kurdurmaya ikna edebilecek kadar yüksek dozda bir toplumsal narkoz kapasiteniz varsa, “Ne krizi kardeşim adamı hasta etme” diyebilecek kadar kendi gerçekliğiniz vardır emin olun.

Anlaşılan o ki, Tayyip Erdoğan kendi kişisel gerçekliğini epeydir üretmiş aslında. Sıkıntı, biz onun ürettiği ve herkesten özenle gizlediği gerçekliğini görmememiz.
Aslında bunun da bizim kendi ürettiğimiz gerçeklikle ilgisi var.
Hayat ve hayal kırıklıkları böyle bir şey.
Duyunca yaşanılan şok…
Sonrasında muhataba yakıştıramama, ardından “vardır bir hikmeti” boyutuna geçiş.
Sondan bir önce “maalesef” eşiğinden can yakılarak atlayış..
Ve “Ne mal olduğunu şimdi anladım” finali…
Tayyip Erdoğan’ın, iktidar olmayı bir hayat tarzı olarak görüp, elinden gittiği an yaşamın anlamsızlaşacağına inanması belki de kendi gerçekliğini üretme tesisini zenginleştirdi ve kapasitesini artırdı.
O yüzden sakın ola ki önceki gün yaptığı “Kriz filan sakın ha bunlara aldırmayın, bunların hepsi manipülasyondur, bizde kriz filan yok, güçlenerek geleceğe yürüyoruz” cümlesini siyaset olsun diye söylediğini zannetmeyin. Gerçekten inanıyordur eminim.
Tıpkı dershanelerin kapandığına inandığı gibi.
Hatırlayalım:
Kendisini ziyaret eden bir grup eğitimcinin dershaneler konusunda konuştuğunu görünce, çok şaşırıyor cumhurbaşkanı Erdoğan.. Yani kendi gerçekliğine göre bu kurumların hepsinin cemaati hatırlatması dolayısıyla yerle bir edilmesi gerekirdi. Nitekim konukları gittikten sonra telefona sarılıp Milli Eğitim Müsteşarını arıyor ve şunu soruyor: “Biz dershaneleri kapatmamış mıydık?”
Eminim en güvenli Matrix sisteminde bile olabilecek bu tür yarılmalardan haberdar olan müsteşar, Erdoğan gerçekliğiyle ülke gerçekliğinin çatışıp ark yaptığı bu noktayı geçiştirmeyi başarmıştır. Yoksa Milli Eğitim bakanlığı kapatılırdı emin olun.
Elbette kapanmadı dershaneler.
Hatta tam tersi, daha çok yayıldılar ve artık tamamen kontrol edilemez durumdalar.
Düzen, intizam, hesap soranları yok.
İki sıra bir tahta bulan herkes dershane açabiliyor artık. Çünkü devletin eğitim sistemi tamamen bitmiş durumda.
Bakın şurada 2018-2019 yılı dershane fiyat listeleri var, tartışma da buradan çıkıyor. Bu dershaneler kendilerinin marka olduğunu yeni yetme merdiven altı dersliklerle baş edemediklerini söyleyip kızıyorlar. Devletten yardım istiyorlar ama birileri onlara “susun da paranızı kazanmanıza bakın, Tayyip Bey öğrenirse siz de kapatılırsınız” diyerek susturuyor bu kuruluşları.
Erdoğan’ı destekleyen kitlenin ürettiği gerçeklik ise daha muhteşem ve sürreel. Onlar Erdoğan’ı ümmetin lideri olarak görüyor ve bütün dünyanın Türkiye’yi kıskandığını bunun için 3. havalimanına tahtakurusu istilası gerçekleştirdiğine inananlar bile var.
Fatih Altaylı gibilerin gerçekliği biraz daha farklı.
Engin Ardıç da öyle.
Geçen bir dostum anlattı. Engin Ardıç ile Boğaziçi’nden bir dostu yolda karşılaşırlar. Ardıç zil zurnadır. Arkadaşı “Utanmıyor musun bu dikta heveslilerini öven yazılar kaleme alıyorsun?” diye sorduğunda Ardıç şu cevabı veriyor pişkinlikle: “paramı sen ver ne istersen onu yazayım!”
Altaylı, Ardıç, Haşmet, Hıncal gibilerin gerçeklikleri bu maalesef. Onlar Ahmet Altan gibi haysiyetiyle direnebilmek yerine, para merkezli bir gerçeklik üretip mutlu mesut yaşamayı tercih etmişler. Ahmet Hakan gibilerin böyle bir lüksü de yok maalesef. Onların trajedisi bambaşka.
Yandaş medyanın hali ise gerçekten acınası. Çünkü kendi gerçekliklerini üretmeye bile fırsat verilmiyor,. Öyle bir lüksleri yok. Üretilen herhangi bir gerçekliği savunmak ya da saldırmak gibi tek gerçeklikleri var diyebiliriz.
Diyelim ki uçak meselesinde cephe “hediye alındı ne güzel” civarına kurumlu. Hemen o gerçeklik üzerinden geçerler saldırıya. Hızla başka hediye alan ülkeler bulunur, liderler filan. Onlardan hemen bir yandaş analojisi üretilir. Ve mevzu “Büyük devlet, büyük reis elbette hediye alır, uçağa para mı verilir Allah aşkına” kilitlenir ve mutlu olunur, enseler okşanır.
Tersi de olabilirdi aslında. Bu kez yandaş medyanın gerçekliği de “Ne hediyesi kardeşim her kuşu ödendi, işte bu da ödendiğine dair el yazılı peçete!” diye başka gerçeklik üzerinde tepinirlerdi.
Bir belgeselde izlemiştim: sivrisinekler insan kanını emerken derinin üzerine bir tür uyuşturucu püskürtürlermiş. Canımızı yakan o iğne hissi, sineğin iğnesini batırırken değil çıkarırken bizde oluşturduğu tepki imiş. Yani sinek işini bitirmiş gidiyor, emebileceği kadar kanı çoktan emmiş, ister tokatla kendini, ister hırt hırt kaşın!
Farelerin de benzer bir tekniği kullanarak kulakları kemirdiğini okumuştum bir yerlerden.
Toplumları kanı emilirken uyuşturabilecek kadar yüksek dozajda inandırıcılık üretebilecek bir tesis ancak kendi gerçekliğini üretir.
Türk halkını, portakal bıçaklamayı makul görmeye, doların turşusunu kurdurmaya ikna edebilecek kadar yüksek dozda bir toplumsal narkoz kapasiteniz varsa, “Ne krizi kardeşim adamı hasta etme” diyebilecek kadar kendi gerçekliğiniz vardır emin olun.
(TR724)