Halime’lerin Koğuşunda Fırtınalar Koptu!

YORUM | SEFER CAN

Mersin’de yapılan ev baskınıyla gözaltına alınan ev hanımları ve üniversite öğrencisi kızlar arasında yer alan İngilizce öğretmeni Halime Gülsu, cezaevinde hayatını kaybetti. Hastalığına rağmen tedavisi yapılmayan ve ısrarlı tepkiler görmezden gelinerek tahliye edilmeyen Halime Gülsu’ya gözaltı ve cezaevi süreçlerinde ilaçlarının verilmediği de medyaya yansımıştı.
Burada sözü, cezaevinden yakın zamanda çıkmış ve Halime Gülsu’ya benzer örneklere tanıklık etmiş birine bırakmak istiyorum. Cezaevinde, o koğuşta ne yaşanmıştır; bir de o gözle bakalım:
***
“Bugün Halime’nin çıktığı koğuşta fırtınalar var. Aylardır 8-10 kişilik koğuşlarda 21 kişi kalan, sıkışıkmışlığın psikolojisiyle yıpranan; kendi dertlerini unutup Halime’ye bir nefesçik hayat olmaya çalışırken, ellerinden kayan kader arkadaşlarının ölümüyle sarsılan insanlar var. Hapishanede sağlam insanlar bile hayata zor tutunurken, Halime o koğuşta hastadır. Koğuş zaten sıkışıktır hastalar ve bebeklerle daha da nefes alınamaz bir hale gelmiştir.

Herkesin dışarıda bıraktığı yarım bir hayatı, hasret duyduğu yavruları, kaybolan eşleri vardır. Kimi koyacak kimse bulamaz 4 çocuğunu komşulara bırakmış öyle gelmiştir. Kimi beli bükülmüş anasına emanet etmiş, kiminin hasta yavrusunun tedavisi yarım kalmıştır. Gençler vardır koğuşta, gelecek hayalleri yıkılan, kaldığı evden ya da okul yollarından toplanıp getirilen. Daha yuvasına doyamamış taze gelinler, özlemini duyduğu bebeğini hapishanede büyüten anneler vardır. İlerlemiş yaşına rağmen, yaptığı içli köftelerden dolayı hapishaneye kapatılmış ve yaşadıklarını içine sindiremeyen ihtiyarlar… Kucağındaki bebeği ve üç kişiyle paylaştığı ranzasına büzülüp oturan; ağlayan bebeğini kimseyi rahatsız etmesin diye neyle ve nasıl susturacağını bilemeyen, her ağlamada panikleyen anneler.. Birkaç bebekle aynı yatağı ve koğuşu paylaşan, sessizliğe hasret kalmış insanlar..
En doğal hakkıdır bir bebeğin diş çıkarırken ağlamak. Bir çocuğun canı oyuncak ister veya bir meyveyi canı çeker ve mızırdanır. Onlar koğuşlarda değil ağlamaya nefes almaya bile korkarlar. Yaşıtları süslü yataklarda yatarken, ağlama özgürlüğü bile elinden alınmıştır onların. Koca koca insanlarla aynı yatağı ve mekanı paylaşmak zorunda kalmışlardır. Kimi teyzeler güler yüzüyle saçlarını okşar, kimi teyzeler sanki o yokmuş gibi davranır. Herkes mazurdur hapishanede.
Ya Halime gibi hastalığını şartların en zor olduğu hapishanede geçirenler. Nefesin neredeyse karneyle dağıtıldığı koğuşta soluk alamaya bile çekinir. Yükü zaten ağır insanların omzuna tüy kadar dahi olsa yük olmak istemez. Ranzasında belki ayağını uzatacak kadar bile yeri yoktur. Ya da o rahat etsin diye birileri günlerce başka yataklara kıvrılıp uyumuştur. Etrafında vefalı dostlar vardır, yüreği dert çekmekten yorulmuş da olsa.
Halime, iddianamesi yazılmamış henüz neyle suçlandığını bilmeyen bir tutukluydu. Ansızın alındığı evinden bir anda kendini nezarette ve hapishanede bulmuştu. Kaç kere krize girmiş, kim bilir kaç kere ilaçlarını istemiştir. Kendisine hain muamelesi yapan polislerin hangi hakaretlerine maruz kalmıştır. Verilmesi gereken ilaçları verilmemiş, belki de raporları da bilinçli olarak kaybedilmişti. Halime yavaş yavaş ölüyormuş, hayat çiçeği soluyormuş; karakolda kimsenin umurunda değildir bunlar. Nezarette şartlar o kadar kötüdür ki, tutuklandığına dahi sevinir insan. Ölümü gösterip hastalığa ikna edilenler gibi… Halime’de hapishaneye girerken tedavi olabilmeyi umuyordu belki. Kriz anlarında ona yardım edecek birilerini bulmak onu belki biraz rahatlatmıştı.
HER KOĞUŞTA BİR HALİME VARDIR
Koğuştaki arkadaşları Halime’ler için onlarca dilekçe yazar. Cezaevi revirine bile kaç dilekçe sonra götürülür. Her yer duvardır. Gardiyanlar hastayı revire ite kaka, hakaretlerle götürür. Bizim koğuştaki Halime’nin şiddetli karın ağrısı şikayetini olmuştu. Saatlerce gardiyanlara ciddiyetini anlatamamıştık. Kusmaya başlayıp baygınlık geçirince ancak inanmışlardı. Günlerden pazardı ve gardiyanlar kendilerine iş çıktığı için kızgındılar. ‘Bugünü mü buldun hasta olmak için’ diyerek kadını sürükleyerek götürdüler. Revirde tansiyonun düştüğünü görünce bir kaçı panikliyor. Serum takıyorlar. Baş gardiyan geliyor, ‘bu hainle uğraşmayın hücreye atın’ diyor. O kadıncağız 1 saat karanlık bir hücrede baygın bırakılıyor. Ben benzer bir muameleyi karakolda yaşadım. Günlerce beslenmemek ve kirli su içmekten kanlı ishal oldum. İyice kötüleşince ambulans çağırmak zorunda kaldılar. Gelen iki ambulanstaki sağlık görevlileri ‘biz hainlere bakmıyoruz’ diye almadan gitti. Üçüncü ambulansa güç bela koyup acil servise yetiştirdiler.
Halime için şartlar cezaevinde tahmin ettiğinden zordur. Her pazartesi yılmadan dilekçeler gönderir. Kendisi yazacak durumda değildir. Dertlerini unutup Halime’yi kurtarmaya çalışan arkadaşları kaleme sarılır. Şartların zorluğuna rağmen koğuşta bir dayanışma vardır. Halimeyi hayata tutunduran, dışarıdaki yakınlarına tek teselli olan şey de bu kenetlenmedir. Ama Halime’ye bundan fazlası lazımdı. Bir an önce ilaçları verilmeliydi. Her zorluğu aşıp “romotoloji”servisine sevkedilmesini başarmışlar.

Cezaevinden hastaneye gitmek çok zordur. Sabah erken kalkar hazırlanırsın. Söylenen saatte kapıda olmazsan kimse beklemez, hakkını kaybedersin. Yoğun bir aramadan geçirir psikolojisini daha gitmeden bozarlar. Silahlı jandarmalar eşliğinde, ellerinde kelepçelerle cezaevinden çıkarsın. Yürümeye takatin yoktur ama kendini zorlarsın. Demir parmaklıklarla bölünmüş küçük bir hapishane gibi zırhlı araca bindirirler seni. Araçta farklı suçlardan yıllardır orda yatan mahkumlarda vardır. Sana bakar “Bu fetöcü galiba” derler. Hatta biraz daha ileri giderler, bunları duymamaya çalışır, “inşallah hastanede tanıdık birileriyle karşılaşmam diye dua edersin”. Onların incitici bakışları daha ağır gelir. Zaten son çare olarak bu zillete katlanır, son kertede hastaneye gidersin.
Biraz sonra hastaneye getirir, araçtan indirirler. Etraftakilerin bakışlarından bir an önce kurtulmak için jandarmaların arasında, ellerinde kelepçe ikibüklüm yürürsün. Kimi nefret kimi acımakla bakar. Halimeler ne hapishaneyi ne de bugün maruz kaldıklarını hakketmiştir. Hastanenin bodrum katında soğuk ve ürkütücü nezarethaneye konup aç susuz saatlerce bekletilir. Doktoru görmesi tüm günü bulmuştur ve yorulmuştur. Çıkarıldığı doktor onu konuşturmamış hatta muhatap bile almamıştır. Hipokrat yeminine sadık, vicdanlı bir doktora denk gelse bile jandarmaların ürkütücü bakışları arasında size şefkat göstermeye cesaret edemez çoğu zaman. (Halime Gülsu’ya ağır hastalığına rağmen ağrı kesici verip geri göndermişler.) Aynı işlemlerden geçerek tekrar hapishaneye yorgun geri dönersiniz. Bir an önce gardiyanların ellerinden kurtulup dostlarla ağlamak istersiniz.
O günden sonra bozulan psikolojisi ve sağlığıyla daha zor günler yaşayacaktır, Halime. İki kez kriz geçirecek, dili boğazına kaçarak nefes alamayacaktır. Bunların yaşandığı koğuş ortamını düşünemiyorum. O an nasıl çığlıklar kopmuştur kim bilir. Halime’nin dilini boğazından çıkaran arkadaş gerçekten onu yapacak kadar cesur mudur? Onu kurtardığı zaman Halime’yi göğsüne basıp ne kadar süre ağlayarak öylece kalakalmıştır. Kim bilir kaç kişi korkudan bir kenara büzülmüş, kaç kişi dualarla yardımına koşmuştur. Koğuştaki çocuklar yaşananları görmesin diye, üst ranzalaralara çıkarılmış. Duvardaki küçük pencereden  tel örgülere konan kuşlar seyrettirilmiştir. İçleri kan ağlasada o küçük yavruların dikkatini dağıtmak için kaç şaklabanlıklar yapılmıştır. Gençler korkudan yorgan altında kaç saat ağlamıştır kimbilir. Kimileri feryadını içine gömemeyip hapishanenin duvarlarına “biz bunları hakkedecek ne yaptık” diye haykırmıştır. Canlı tutmaya çalıştıkları ümitleri yaşanan dramla yara almış, hassas ruhlar fırtınalarla savrulmuştur. Halime’nin çırpınışları koğuşu hüzüne boğarken, kurtuluşu göz yaşlarıyla dualara, şükürlere dönmüştür.
Ve birkaç krizden sonra gözü gibi baktıkları dostları bu zulüm altında ruhunu teslim edecektir. Ah garip Halime ve ah garipler. Halime, demir pencereli koğuşundan, yeşil renkli demir tabuta konulurken, koğuş arkadaşları da arkada canlı cenazeye dönmüştür. Herkes araftadır. Kimi aylardır koruduğu ümidini kaybetmiştir, birisi yanına oturmuş onu  teselli ediyordur. Kimi konuşmaz kapatır kendini günlerce. Anti depresanla acıyı uyuşturmaya çalışanlara, dualarla güç verilmeye çabalanır. Yaralar kanıyor, ruhlar dağınıktır. Sözler, kelimeler kifayet etmez. Namazlar göz yaşıyla eda edilir, Kuranlar merhem gibi yaralara sürülür. Koğuş bir gemi gibi rotasını arar durur günler boyu. Dalgalı deniz olan koğuşun azgın dalgalarını coşkun bir yürek sakinleştirir: ‘Arkadaşlar ‘innalillah ve inna ileyhi raciun, Allahtan geldik ve Allah’a gidiyoruz. Bize bunu yapanlar bu hesabı düşünsün’ der. Haklılığından emin bu sözler dağılan ruhları yara alan kalpleri bir kere daha kendine getirir. Bir anda atmosfer dağılır, herkes tufanlarını içine gömer artık koğuşta ruhlara sükun veren bir Kuran sesi hakimdir. O gün o koğuştan bir şehit çıkmıştır.
Ben Halime’yi ve koğuş arkadaşlarını tanımıyorum. Fakat Halime ve arkadaşlarının çilesini tanıyorum.”

***

BAKANLIK YAPTIĞINA TÜY DİKİYOR!

Adalet Bakanlığı ise AKP Türkiye’sinde bile savunamadığı yargısız infazı yalanlamıyor ama yalanlamış gibi yapıyor. Onlar çok akıllı ve bütün alem sersem ya! Elleri güçlü olsa bangır bangır tekzip ederlerdi, bunu yapmayıp tetikçi olarak kullandıkları İhlas Haber Ajansına ‘bakanlık kaynakları’na dayandırılarak haber yaptırıyorlar. Ne bakan Abdülhamit Gül ne de bakanlığın sosyal medya hesaplarında bile yok o ‘açıklama’. Çaykur Rize Spor’u tebrik etmeyi ihmal etmeyen bakan nedense İHA’nın haberini paylaşmamış.
Haber zaten özrü kabahatinden büyük cinsinden bir açıklama. Şöyle diyor: “Adalet Bakanlığı kaynaklarından alınan bilgiye göre, “FETÖ terör örgütüne üye olma” suçundan tutuklu olan Gülsu, Tarsus Devlet Hastanesi Acil Polikliniği’nde yapılan tedavisinin ardından 28 Nisan 2018 günü saat 02.15 sıralarında taburcu edildi. Araçta tekrar rahatsızlanması üzerine hastanenin acil bölümüne alınan Gülsu, yapılan tüm müdahalelere rağmen saat 03.10’da hayatını kaybetti.”
Günlerdir bu teşhis konulmuş bir hastanın cezaevinde tutulmasının cinayet olacağını yazan doktorlara kulak verilmedi. Hepsi bir yana böyle bir hastayı 02:15’te taburcu etmek nedir? Bakanlık Halime Gülsu’yu cezaevine geri göndermekte sakınca görmeyen doktoru ve onun raporunu açıklamak zorunda. Hem de gece 02:15’te… Aceleniz ne! Paşaya kelle mi yetiştiriyorsunuz? Daha yoldayken ağırlaşan Gülsu, taburcu edilmesinin üzerinden bir saat bile geçmeden hayata gözlerini yumuyor. Bakanlığın açıklaması vahim. Ama hikayenin kabul edilebilir sınırlara çekilmek için sulandırılmış ve daha kötü olma ihtimali yüksek.