Yorum | Veysel Ayhan
Gangster/soygun filmlerinin en iyilerinden biri “Heat/Büyük Hesaplaşma”dır. Filmde, Al Pacino polis müdürü, Robert De Niro soyguncu çetenin reisidir.
Her filmde olduğu gibi seyirci filmin başından itibaren kendini soyguncu kadrosuyla özdeşleştirir ve yakalanmalarını istemez. Yapılan hırsızlığa taraftar olur. Bankanın kolaylıkla soyulmasını, Robert De Niro’nun kız arkadaşıyla paraları alıp kaçmasını ister. Seyirci, Al Pacino’yu da sever ama hırsızları yakalamasını istemez. Hemen her soygun filmi böyle izlenir. Bu, filmin başından itibaren kahramanlarla özdeşleşmenin sonucudur. Seyirci yanlış veya doğru, kahramanının her yaptığını onaylar. Soygun planının kusursuz bir şekilde işlemesini ister.
‘Adalet’i değil ‘duygu’larını tercih eder. Eğer filmde hırsız çetesi, bir zümreyi linç etmeye kalkarsa buna bile destek olabilir. “Vur, vur, vur…” der, şiddet ve zulmü onaylar.
Bu durum, hayali bir hikayeyi izlerken insanın gösterdiği duygusal tavır.
Duygusallık ve tarafgirlik bir başka şekliyle futbol takımı tutarken yaşanır. Bütünleşilen takımın her yaptığı onaylanır: Şikeyi hoş görmek, imkan olsa hakemi satın almak, ofsayttan atılan golü “keşke görmeseler” demek normalleşir. Vicdan ve adalet, duygulara emanet edildiğinde sonuç bu olur. Hisler, akli melekeleri esir alır.
Bir başka ilginç durum insanların zeka, kabiliyet ve teşebbüs yeteneği oranlandığında ortaya çıkar. Keşfetmek, yenilik yapmak, öncü olmak, liderlik yapmak yani lokomotif olmak gibi yetenekler maalesef nadirdir. Bu oran yüzde 10-15’i geçmez. Liderlik ve öncülük yeteneği insanların sadece bu diliminde görülür. Geri kalan yüzde 90’ın büyük kısmı hadiseleri genellikle seyreder. Keşiflere, teşebbüslere; liderin ‘devrim’lerine veya ‘darbe’lerine destek olur, onların peşine takılır. Liderin peşine takılmakla kalmaz gördüğü hakkında karar vermeyi bile peşine takıldığı azınlığa bırakır. Toplumun eğitim düzeyi bu yüzdeyi bir miktar aşağı veya yukarı çeker. Bu sayısal çoğunluk eşya ve hadiseleri kendi aklıyla isimlendirmez. ‘Karar’ı inandıkları insanın sözlerine bırakır.
Mesela, ‘beyaz’ bir cismi gösterseniz onun beyazlığına kendi aklıyla karar vermez. İnandığı biri “Bu beyazdır” derse inanır. Hatta o kişi “Hayır bu beyaz değil siyahtır. Işıktan öyle görünüyor” dese ona inanır. Veya denizi gösterseniz ne olduğuna karar vermez, inandığı birinin “Bu denizdir” demesini bekler. Ancak o zaman inanır. Eğer ona “Hayır orası deniz değil, gördüğün illüzyon” denseydi ona inanırdı. Bu büyük kitle, genelde gördüğüne değil ‘inandığı insanın söylediğine’ göre karar verir. İnsanın psiko-sosyolojik gerçekliği kabul etmek istemesek de bu. Kitlelerin yönlendirenler, demokrasi ve insan haklarına saygılı, evrensel hukuk kaidelerine bağlı ise bu yönelişin mahzuru olmaz.
TÜRKİYE GERÇEĞİNE GELECEK OLURSAK…
Siyasi bir lider, ‘kara’yı, illüzyonla ‘ak’ gösterebiliyor. Yalanları, tartışılmaz hakikatler gibi sunabiliyor. Hırsızları ve rüşvetçileri yakalamanın ‘hükümete darbe’ olduğuna milyonlarca insanı inandırabiliyor. Halkın yolsuzluklara duyarsız kalması hatta inanmamasının bu tür sebepleri var. Sokak röportajlarında halka soruluyor “Yolsuzluklar hakkında ne düşünüyorsun?” Cevap: “Olur mu canım, falanlar asla yapmaz.” Veya “Yalandır inanmıyorum.” E ama ses bantları var, dediğinizde “Doğru olsa bile zekattır o, zenginler fakirlere versin diye vermişlerdir.”
Ayakkabı kutuları, milyonlarca dolar? “İnanmam onlar yapmaz.” Veya “Bu şerefli insanlara iftira atılıyor” cevapları geliyor. Son noktada şu var: “RTE’nin eliyle PKK’ya silah verdiğini görsem de şüphe etmem. Zira bir planı olduğunu bilirim.” Bu ‘kesin inanç’ın sebebi 16 yıldır inanıp oy verdikleri bir partiyi tüm benlikleriyle benimsemeleri ve o hareketle bütünleşmeleri.
“Sıfırlama” tapelerine inanmak istemezler. Çünkü Erdoğan’ın masumiyetine inanıp teslim olmuşlardır. Belki de Erdoğan, bunun farkında olduğu için her türlü yalan ve iftirayı atmaktan kaçınmıyor. Çünkü halk kendine inanmaktadır. Atılan iftiraları neredeyse medyanın tamamı yayınlıyor. Yalanlar tekzip edilse bile bu kitleye ulaşmıyor.
Yüzde 90 böyle. Peki bu illüzyonları ve yalanları yukarıda ifade ettiğimiz yüzde 10-15’lik kitle görmüyor mu? Görüyor. Bu kitlenin yarısı deha, zeka ve kabiliyetlerini kullanıp AKP yandaşlığıyla devleti ve halkı sömürüyor. (M. Cengiz olayını hatırlayalım) Diğer farkında olan kısım ile Erdoğan zaten ilgilenmiyor. O kitleyi çoktan kaybetti. Çevresinde tek bir entelektüel kalmadı. Aklı başında yazar kalmadı. Çevresinde kümelenen sanatçıların tamamı ise iktidardan nemalanan kırk yıl öncenin şöhretleri. Bunların ya kendisi veya damadı veya çocuğu bir şekilde “besleniyor.” Mesela “Kimse baskı altında değil, bilakis herkes fazla özgür.” diyen Hülya Koçyiğit’in (71) damadına “Plajına günde ortalama 40 bin kişinin gittiği Konyaaltı Sahil projesi verildi (30 büfe, 26 şezlong-şemsiye alanı, 40 işyeri, iki kafe, bir çay bahçesi).
Bu sebeplerle yolsuzluk ve rüşvet dosyaları kapatıldığında, hukuk kuralları çiğnendiğinde, cadı avları yapıldığında, yüzlerce insan iddianame hazırlanmadan zindanlara atıldığında halk yine oy vermeye devam edebiliyor.
Kulaklarıyla duydukları halde Erdoğan’ın her ihaleden 10 milyon komisyon -bazılarından her ay- aldığına inanmadılar.
Kulaklarıyla duydukları halde Erdoğan’ın, Bilal’in ve damat Berat’ın sıfırladığı milyonlara, sıfırlayamadığı kısmıyla aldıkları villalara inanmadılar.
Fotoğraflarını gördükleri halde IŞİD’e giden bombalara, silahlara inanmadılar.
GÖRDÜKLERİ HALDE BUNLARA İNANMADILAR AMA…
Ama hayatında karakola gitmemiş eline çakı almamış insanların terörist olduğuna hemen inanıverdiler.
Erdoğan iftira atınca gariban öğretmenlerin, 80 yaşındaki yaşlı amcanın, ayakları tutmayan teyzelerin “darbeci” olduğuna kanaat getirdiler.
Hamile kadınların, mantı açan teyzelerin, kermes düzenleyen ev hanımlarının terör örgütü üyesi olduklarına inandılar.
Ve bu inançla Erdoğan’ın kadın-erkek on binlerce masuma yaptığı zulümde haklı olduğunu düşünüyorlar.
O sebeple de yüzlerce kadına ters kelepçe takılmasına, bebeklerin annelerinden ayrılmasına 9 aylık hamile kadının hücreye atılmasına, o rezil ortamda kendi başına doğum yapmasına sessiz kalıyorlar.
Gördüklerine değil hayallerine inandılar.
O nedenle Erdoğan rahatlıkla Afrin’den Türkiye’ye yönelik hiç bir tehdit olmadığı halde başkomutan pozu için TSK’yı savaşa soktu.
Afrin’de verilen 50 şehitle bir şeyler elde edildiğini sandılar.
Orada bombalarla katledilen sivil halkı umursamadılar.
Yağmacı ve tecavüzcü ÖSO çeteleriyle Türk ordusunun ortak hareket etmesini yadırgamadılar.
Cumhurbaşkanı danışmanı müteahhit “50 küsur şehit verdik ama suriye ve Irak’ta ihaleleri Türk müteahhitler alacak.” dediğinde veya:
“Rusya izin verdi de Afrin için uçak ve İHA’ları uçurabildik” dediğinde ne olduğunu anlayamadılar o sebeple de:
“Afrin’den bir şey anlamadık reis bizi Membiç’e götür” diyebildiler.
Bu toplumsal illüzyonu bozacak bir sebep ortalıkta görünmüyor, Allah’ın inayetinden başka.
(Darbe Oyunu – İlk söz, güncellenmiş hali)
(TR724)