‘Erdoğan’ın Güç ve İktidar Şehveti, Türkiye Demokrasisini Yok Ediyor’

New York Üniversitesi Küresel İlişkiler Merkezi öğretim üyesi Prof. Dr. Alon Ben-Meir, “Erdoğan güç şehveti, Türkiye demokrasisini yok ediyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Orta Doğu Uzmanı Prof. Dr Meir yazısında Türkiye’de yaşananlar hakkında konuştuğu insanların görüşlerine de yer veren Amerikalı uzman, “Erdoğan’ın bir kaç yıl önce niçin başarılı bir şekilde yürüttüğü büyük sosyal, politik ve yargı yolundaki ilerlemeyi sistematik olarak tersine çevirmeye karar verdiğine dair şaşkınlığım devam ediyor.” görüşünü dile getirdi.

New York Üniversitesi’nden Prof. Ben-Meir: Belki de Türk halkının demokratik ilkelerini yeniden canlandırmayı istemesinin zamanı geldi. Tıpkı ilk yıllarında Erdoğan’ı saygın bir lider yapan demokratik açılımları destekledikleri gibi…

Prof. Dr Meir’in kendi sitesinde yayınladığı yazı şöyle:
“Bu makale, Türkiye’nin hergün daha kötüye giden sosyo ekonomik durumu hakkında görgü tanıklarının ifadelerine başvurularak yazılan makale dizisinin ilkidir.
Geçtiğimiz birkaç ay içinde, başarısız askeri darbeden sonra hayatlarından korkarak Türkiye’den kaçan Türk vatandaşlarıyla görüştüm. Birçoğu ailelerini geride bıraktı, kendilerini neyin beklediklerini dahi bilmeden. Türkiye, küresel bir oyuncu olma potansiyeline sahipken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iktidar şehvet düşkünlüğü nedeniyle umutları çarçur ediliyor. Erdoğan, sonucu ne olursa olsun, kuralsızlıklara da başvurarak Türkiye’nin demokrasisine, temel özgürlükler  ve insan haklarına adeta bir demir yumruk indirdi.
Erdoğan’ın başarılı bir şekilde yürüttüğü büyük sosyal, politik ve yargısal ilerlemeyi neden sistematik olarak tersine çevirmeye karar verdiğine dair şaşkınlığım devam ediyor. Bu reformları ve insan haklarındaki ilerlemeleri devam ettirmiş olsaydı, Türkiye’nin saygıdeğer kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün seviyesine yükselme hayalini gerçekleştirecekti.
İlk olarak başbakan olarak başladığı 15 yıllık iktidarını şimdi devlet başkanlığı ile devam ettiriyor. Bununla birlikte, mutlak güce olan açlığı sınırsız gibi gözüküyor. Yargı, basın, muhalefet partileri, ordu ve akademi de dahil olmak üzere kendisine meydan okuyan her türlü kaynağı etkisiz hale getirmek için olağanüstü ve sistematik önlemler alınmasını istiyor. Muhaliflerini susturmak için korkutma taktiklerini kullanıyor ve destekçilerini kendine bağımlı kılma için ekonomik ve sosyal yardımlara devam ediyor. Son olarak, meclise baskı yaparak anayasada bir takım değişikliklere 2029 yılında sona erecek şekilde iki dönem daha yönetimde kalmayı planlıyor.
2016 Temmuz’undaki başarısız darbenin ardından, 2328 yargı mensubu görevden alındı ya da başka yerlere tayin edildi. 88.000 polis, gazeteci, eğitimci gözaltına alındı ​​ve 43.000 kişi tutuklandı. Parlamento, Erdoğan’ın Danıştay’a yargıç tayin etmesine izin veren yasayı geçirdi. Artık atamalar da Adalet Bakanlığı üzerinden dolaylı olarak yetkisi altında olan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından gerçekleştirilecek ve böylece Erdoğan kendi kontrolünü daha da genişletecek.
Birçok hukukçu Erdoğan’ın düşmanı olarak görülen Gülen hareketiyle ilişki yoluyla ya da en iltisaklı olma nedeniyle suçlandı. Kayseri’de 18 yıllık kariyeri olan bir avukat, Türkiye’den kaçmak zorunda kaldı çünkü şirketi Gülen hareketine bağlı okulları temsil ediyordu. Bu ilişki nedeniyle, avukatların Gülen ile hiçbir şekilde doğrudan bağları olmamasına rağmen devlet yetkilileri tarafından muhtemel şüpheli sayılıyorlardı. Pek çok sayıda avukatların bu gibi gerekçelerle tutuklandı ve telefonlarında şifreli bir mesajlaşma uygulamasını (bir nevi WhatsApp) kullandıkları için Gülenci olarak yaftalandılar.
Erdoğan için darbe girişimi, popülaritesinin azaldığı bir dönemde, düşmanı gördüğü kim varsa tasfiye etme yetkisini veren “Allah’ın bir armağanı” idi.
Keyfi olarak görevlerinden alınan binlerce kişi yerlerine tayin yapılmadığı için sistemde tıkanıklıklara yol açmaktadır. Tutuklu avukatlar Gülen hareketi ile ilişkili olmakla itham edilmekten korkulması nedeniyle avukat bulamıyor.
Erdoğan yaklaşık 3 bin subayı görevden aldı ve  bir kararname çıkartarak orduyu doğrudan hükümetin emrine bağladı. Ağustos 2016’da, generallerin atamalarına ve Türk ordusuyla ilgili diğer konularda kararlar veren Yüksek Askeri Şura’ya başbakan yardımcısı, adalet, içişleri ve dışişleri bakanlarının da katılmasını sağladı.
Askeri darbeden hemen sonra hükümet kamu çalışanlarını seri bir şekilde işten atmaya izin veren bir olağanüstü hal ilan etti. Güvenlik görevlileri terör zanlıları ve devletin diğer “düşmanları”nı 30 gün gözaltına alabiliyor. Devlet bu dönemde adli süreci de takip etmek zorunda değil. Mahkumlar hakkında işkence ve kötü muamele iddiaları var.
Mayıs 2016’da siyasi muhaliflerini bastırmak için milletvekillerinin yargılanma dokunulmazlıklarını kaldıran bir yasayı onaylattı. Bu, terörle mücadele olarak lanse edildi ve Kürt milletvekillerine karşı bir saldırı olarak algılandı.
Erdoğan, cumhurbaşkanının yetkilerini yeninden kodladı ve partisinin desteğiyle, törensel olan yetkileri devleti tek başına yürütme yetkisine çevirdi. Başbakan pozisyonunu değersizleştirdi. Yeni anayasa aynı zamanda cumhurbaşkanına bazı yasaları doğrudan yürürlüğe koyma yetkisi verecek, hakimler ve bakanlar atayacak, en az bir başkan yardımcısı pozisyonu oluşturacak ve milletvekili sayısını 550’den 600’e çıkaracak.
Bu durum, Erdoğan’ın 2007 yılında bir anayasa hazırlaması için görüş aldığı anayasa hukuku profesörü Ergun Özbudun tarafından şu sözlerle eleştirildi: “Demokratik bir başkanlık sistemi’nde kontrol ve dengeler var ama bu durum tek kişinin herşeyi yönettiği bir sisteme doğru gidiyor.”
En önemlisi, dindar bir Müslüman olarak, İslami hassasiyetleri kendi politik gündeminin doğruluğunu tasdik etmek için adeta bir araç olarak kullanıyor. Erdoğan 1994 yılında İstanbul belediye başkanı olduğunda, İslamcı Refah Partisi’nden aday olmuştu. 1999’da 4 ay boyunca, dini ve milli duyguları ifade edeni bir şiir okuduktan sonra halkı tahrik suçundan hapse girdi:
Şiirin mısraları şu şekildeydi:
“Minareler süngü, kubbeler miğfer / Camiler kışlamız, müminler asker”
Şimdi, camilerin sayısı 1987’de 60 bin iken 2015’te 85 bini aştı. Hükümetin bir takım uygulamaları, Türkiye’yi laik eğitim sisteminden İslam’ı baz alan bir anlayışa doğru itti. 80 devlet üniversitesinde cami inşa etmek ve İstanbul Üniversitesi’ni bir İslami çalışma merkezine dönüştürmek, örnekler arasında. Aralık 2015’te, “devlet destekli bir eğitim konseyi, okullardaki zorunlu din derslerinin ders saatlerini artırılması yönünde tavsiyede bulundu.”
Son yıllarda 2 binin üzerinde insan Cumhurbaşkanına hakaret suçundan yargılanıyor. Telefon dinlemeleri o kadar yaygın ki insanlar telefon görüşmelerinde dahi kendilerini doğru olarak ifade etmekten korkuyor. İnsanlar kamusal alanda siyaseti tartışmaktan özellikle de hükümeti eleştirmekten korkar hale geldiler. Sadece bir muhalif televizyon istasyonu faal durumda ve bu türden bir gazete (Cumhuriyet) var, ancak gazetenin muhabirlerinin, köşe yazarlarının ve yöneticilerin neredeyse yarısı hapsedildi.
Türk halkının yaratıcılığına, becerikliliğine ve Türkiye’yi gelişmekte olan bir demokrasi yapma kararlılığına müthiş bir hayranlığım var; ancak Erdoğan’ın otoriter siyasi duruşu ülkeyi bir kutuplaşmanın içine doğru çekiyor.
Belki de Türk halkının ülkenin demokratik ilkelerini yeniden canlandırmayı talep etmesinin zamanı gelmiştir tıpkı ilk 10 yılında Erdoğan’ı saygın bir lider yapan ve aynı zamanda Türk halkının yeni Atatürk’ü gibi algılanmasına sebep olan demokratik açılımlara yaptıkları destekleri gibi.”
(Kronos)