Yaşananların Sorumlusu Barolar Birliği’dir

YORUM | NURULLAH ALBAYRAK

Yaşanan işkence ve hukuksuzluğun en önemli müsebbibi tabii ki iktidar temsilcileri ve iktidara yaranma amacıyla kendisini öne atan bazı kamu görevlileridir. İşkencenin ve hukuksuzluğun devam etmesinde en önemli kusur ise hiç şüphe yok ki Barolar ve Türkiye Barolar Birliği yöneticileridir.

Terör şubede çalışan bir emniyet amiri işkenceyle ilgili kendisine sorduğum bir soru üzerine; kollukta işkencenin sona ermesinin en önemli nedeninin, avukatlar tarafından işkence yaptığı söylenen polisler ve göz yuman sorumlular hakkında yapılan şikayetler ve açtıkları davalar olmuştur, demiştir. Uygulamayı bilen herkes bu tespite katılacaktır.

Ceza yargılamasında avukatların en önemli fonksiyonu; hukuka aykırı eylem ve işlem yapılmasını engellemek, hukuk kurallarının da tam olarak uygulanmasını sağlamaktır. Hukuk kuralları doğru olarak uygulansa zaten hukuk dışı bir muameleyle karşılaşılmayacaktır.
Şu an ne yazık ki kamu görevi olan bu vazife avukatlar tarafından hakkıyla yerine getirilmemektedir. Bunun en önemli sebebi de başta Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu olmak üzere baro yönetimleri tarafından, siyasi ya da hukuk dışı nedenlerle yaşanan işkencelere ve hukuksuzluklara ses çıkartılmaması hatta müdahale edilmesini sağlamayarak dolaylı olarak da destek olunmasıdır.
Metin Feyzioğlu’nun medyada yer alan bir açıklamasında, ‘Karanlık işlere karıştığı söylenen okul müdürünün iadesi talep edilmiş. Aleyhinde son derece ciddi deliller var ve Türkiye’ye iade edilmesine itiraz etmiş. Duruşma açılmış. İade edilecek, iadeden kaçış yok…’ şeklinde değerlendirme yer almıştır. Bu değerlendirmenin hukuktan ne kadar uzak olduğunu izah etmeye gerek yok. Bu açıklamayı okuyan ve duyan herkes bunun hukuki bir değerlendirme olmayacağını söyleyecektir. O nedenle konuşma içindeki hukuksuzluklara değinmeyeceğim.
AKP Hükümetinin, son iki yıldır suçluların iadesi antlaşmalarının öngördüğü yöntemlerin dışına çıkarak, yurt dışından zorla adam kaçırmakta ve illegal şekilde Türkiye’ye getirmekte olduğu bilinmektedir. Ayrıca, Birleşmiş Milletler ve Human Rights Watch gibi kuruluşların raporlarına da yansıdığı gibi, Türkiye’de son yıllarda işkence tekrar sistematik olarak uygulanan bir sorgu yöntemine dönüşmüştür. Enver Kılıç örneğinde olduğu gibi, yurt dışından Türk makamlarınca kaçırılan bazı kişilerden ise 170 gün geçmesine rağmen haber dahi alınamamaktadır. Türkiye içinde de onlarca kişi bu şekilde kaçırılmış olup, uzunca bir zamandır bu kişilerden de hiçbir haber alınamamaktadır.
1990’lı yıllarda Türkiye’de yaşanan bazı olaylar, yasa dışı şekilde kaçırılan kişilere, yasa dışına çıkmış bazı görevlilerce işkence yapıldığı, daha sonra da kendilerinden bir daha haber alınamadığı AİHM kararlarına konu olmuştur (Kurt/Türkiye, Timurtaş/Türkiye, Er ve diğerleri/Türkiye). Ayrıca özellikle 15 Temmuz 2016 sonrası Ankara, Antalya, Afyon, Bartın, Zonguldak, Kırıkkale ve Balıkesir gibi bazı illerde şüphelilere nezarethane ve cezaevlerinde işkence yapılarak ifade alındığı mahkeme kayıtlarına geçmiş olup son dönemde siyasi amaçlarla işkencenin tekrar Türkiye’de uygulanan ve neyazık ki tolere edilen bir sorgu yöntemine dönüştüğü anlaşılmaktadır.
Uluslararası medyada ve Amnesty International gibi kuruluşların raporlarında işkence yapıldığı yönünde ciddi deliller olduğu belirtilmesine rağmen sorumlular hakkında hiçbir soruşturma açılmamıştır. Oysa işkence suçunu soruşturmak için şikâyette bulunmaya dahi gerek yoktur; savcılar resen soruşturma yürütüp sorumluları ortaya çıkarmak zorundadır.
Böyle bir tabloda TBB Başkanı sıfatına sahip olan birisinin yapacağı açıklama; işkencenin sonlandırılması, işkence zanlılarının soruşturulması, yargılanması ve bu konunun takipçisi olacaklarının duyurulması olmalıdır.
Ne yazık ki en önemli sorumluluk sahibi olan Barolar ve CMK kapsamında atanan avukatlar görevlerini hakkıyla yerine getirmedikleri için sorumluluk yine mağdurlara ve hukuksuzluklarla mücadele etmeyi sorumluluk olarak gören avukatlara düşmektedir.
Bu kapsamda;
➢ İşkence ve kötü muameleye maruz kalanlar,
➢ Hamile, yeni doğum yapmış ya da küçük çocuğuyla birlikte tutuklu olanlar,
➢ Bakıma muhtaç hasta ve yaşlı tutuklular,
➢ Cezaevinde tecrit altında tutulan tutuklular,
➢ Kaçırılan ve yurtdışından zorla Türkiye’ye götürülenler,
Yapılan bu hukuksuzluklarla sonuna kadar mücadele etmelidir. Yapılan hukuksuzluk ve şiddet arttıkça hukuki mücadele ise aynı güçle artırılarak yapılmalıdır.
Öncelikle; netice alınamaz, başvuru yapsak da kimse bizi dikkate almıyor, AYM karar verse de kararına mahkemeler zaten uymuyor, AİHM yaşanan bunca zulüm olmasına rağmen hala siyasi davranıyor düşüncesi hukuksuzca muamele yapanların hukuksuzluk yapmalarına cesaret vermekten başka bir işe yaramayacaktır.
Hukuki mücadele sonuna kadar korkusuzca takip edilmelidir. İtiraz edersem bana bir şey yaparlar mı? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurursam tahliye olmam engellenir mi? BM’ye başvursam mahkeme aleyhe bir değerlendirmede bulunur mu? Mağduriyeti giderme adına uluslararası kurumlara başvuru yaparsam bir sorun olur mu? gibi düşünceler haklı ancak doğru düşünceler değildir.
İkinci olarak ise, yaşanan tüm hukuksuzlukların sonlandırılmasının mağdurun kimliğine bakılmadan birlikte mücadele etmekten geçtiği unutulmamalıdır.
Hangi görüşten olursa olsun mağdur olan herkes birlikte hareket etmeli; işkenceye, adam kaçırmaya, hamile kadınların tutuklanmasına, yaşlı ve hastaların tutuklanmasına, küçük çocuklarıyla kadınların cezaevine konulmasına, insanların yerinden yurdundan edilmesine, ayrımcılığa, kin ve nefrete hayır diyen herkes birlikte hareket etmelidir.
Kendilerinde sorumluluk gören biz hukukçulara düşen de; başta işkenceciler olmak üzere, işkenceye göz yuman ve destek olanlar da dahil olmak üzere, hukuksuz uygulamalarda katkısı olan tüm sorumluların hukuk nezdinde hesap vermelerini sağlamak olacaktır…
(TR724)