HABER-YORUM | ERMAN YALAZ
‘Darbeyi lanetliyoruz’ (Özgür Düşünce)… ‘Darbe terörü’ (Meydan)… ‘Her türlü darbeye hayır’ (Yeni Hayat)… ‘Halk demokrasiye sahip çıktı’ (Yarına Bakış)… ‘Dünyadan darbeye tepki yağıyor’ (RotaHaber)… Dün bir savcı ve üç hakimin yok yere 6-7 yıl hapis cezası verdiği, twit mesajlarına ve haberlere 160 yıl istenen davada yargılanan gazetecilerin çalıştığı kurumların 15 Temmuz sonrası atttığı başlıklardan bir kaçı bunlar.
Adalet duygusu, hukuk bilgisi olan bir hakim ya da savcı sadece yargılanan gazetecilerin son işlerine baksa utanırdı. Türkiye’den binlerce kilometre ötede belki de bazı meslektaşlarımın ağır sitemlerini de hissettiğim bir odada gazetecileri, arkadaşlarımı ‘terör ögütü üyesi’ ilan eden İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını okuyorum. Savunmalar ve son sözler o kadar net o kadar berrak. ‘Ben sadece gazetecilik yaptım’, ‘Ben gazeteciyim’, ‘Ben muhabirim’…
VİCDANLARI KÖR MAHKEME HEYETİNİN DUYMADIKLARI
Kulakları sağır olmuş, vicdanları körleşmiş mahkeme heyetinin duymadığı ben suçsuzum cümleleri bunlar. Savcı 20 aydır ortaya tek delil koymuş değil. Delil diye iddianameye girenler gazetecilerin tweetleri, haber küpürleri, köşe yazıları ya da bir kurumda çalışmış olmaları; 20 yıl önce mezun oldukları okulları… Akla ziyan bir darbe yargılaması. Kimler yargılanıyor? Ünal Tanık. Kendi kaleminden anlatımla, ‘Kışın en şiddetli olduğu günlerde Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesine bağlı bir köy olan Harmanlı’da doğmuş’, bir Anadolu evladı. Adıyaman’dan Erzincan’a oradan İstanbul’a İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne uzanan bir öğrencilik hikayesi. Akademisyen olayım derken, önüne çıkan engellerden sonra kendini Tercüman gazetesinde bulan bir genç. Sonrası hep gazetecilik. İnternet haberciliği dendiğinde daha düne kadar ismi akla ilk gelen kişi Ünal Tanık. Ne demokrasiye bakışı, ne ülkesinin gerçeklerine karşı gösterdiği saygı, ne gazetecilik refleksi açısından sınavını kaybetmiş. TGRT, Kanal 7, Haber7 internet sitesinde çalışmış… Yıllarını bu mesleğe vermiş. Bildiğiniz gazeteci, hem de en iyilerinden. ‘Hukuk devletinin öngörülebilir olması gerekir’, ‘Bugün suç olmayan yarın suç sayılırsa, devlet vatandaşlarına tuzak kuruyor gibi algılanmaz mı?’ diye soruyor. Bu haklı sözleri, tespitleri duvara çarpmışçasına hakimlerin, savcıların kulağına değmiyor maalesef.
Yakup Çetin. ‘Ben devletin gözetimi ve denetimi altında bir kurumda çalıştığımı sanıyordum. İddianamede Zaman’a kayyum atandığı gün attığım 6 tweet var’ diyor. Meslektaşlarının İstanbul’daki en hassas yargı mensuplarından biri dediği bir isim Çetin. O da Anadolu’nun bir yakasında İstanbul’a savrulup gelmiş. 5 yıllık Zaman muhabirliği nedeniyle yargılanıyor! Bir de işini kaybettiği gece attığı 6 twit yüzünden.
Ufuk Şanlı, ekonomi muhabirlerinin gıpta ile izlediği başarılı bir genç gazeteci. Mesleğinin ilk yıllarında araştırmacılığını ortaya koymuş. IMF’yi kitaplaştırmış. Türk bankacılık sektörünün belki de nadir uzman gazetecilerinden biri. ‘Algı operasyonu yaptığım iddia edilen Aksiyon dergisi tarafından tazminatsız işten çıkarılarak mağdur edildim. O dönem ekonomi bakanı olan Ali Babacan’ın elinden yılın ekonomi gazetecisi ödülünü aldım’ diyor. Şaka gibi değil mi? Çalıştığı ve örgüt propagandası yaptığı iddia edilen Aksiyon Dergisi’nde çalışanları sıralıyor; Ahmet Davutoğlu, Fehmi Koru, Ayşe Böhürler… Hakimler duymuyor, savcılar sağır. Hani örgütse, hani suçsa bu kurumlarda çalışmak, bu kişiler ne yapmış oluyor? Biri başbakan, biri cumhurbaşkanı danışmanı, biri parti kurucusu….
Dünkü sesler kulağımda. Büşra Erdal. Türkiye’nin en iyi, en saygın yargı muhabirlerinden biri. ‘Sadece mesleğim değil, hayatım, düşünce ve ifade özgürlüğüm yargılanıyor!’ diyor. Hukuk bilgisiyle, gazeteciliğiyle karşısındaki hakim heyeti 40 kez cebinden çıkarabilecek bir birikime sahip. Türkiye’nin en önemli yargılaması yapılırken, demokrasinin önünü açtığına inandığımız Ergenekon, Balyoz yargılamalarında satır satır hakikat peşinde koşan bir gazeteci, araştırmacı, kitap yazarı. Onun da tweetleri suç unsuru sayılıyor. Zaman’da çalışması, bu davaları izlemesi suç gösteriliyor. 15 Temmuz’u neresinde Büşra Erdal? Yok bunun cevabı. Diğer gazeteci arkadaşlarım için de cevap aynı. Onlar, darbenin, darbecinin yanından geçmemiş kişiler, sadece gazeteciler.
‘ALLAH CANIMI ALSIN’ DİYE DUA ETTİM
Mahkeme salonunda en çok Hüseyin Aydın’ın gözleri geliyor önüme. ‘Eşim ve kızım…’ diyor üzerindeki zulmün ağırlığını anlatıyor: “Duygu sömürüsü hiç yapmadım. Ama kaç kez “Allah canımı alsın” diye dua ettim. Her nefes alışınızda acı çekiyorsunuz. Eşinizin hatıraları çivi gibi batıyor. Eşim ve kızımla görüşten beni çekip götüren gardiyana içimden direnmek geliyor!!” Cihan Haber Ajansı’nda çalışmış. “Kapısında “örgüt üyesi olmayan giremez” gibi bir tabela yoktu. Habercilik dışında bir şey yapmadım. Devlet işten ayrılana kadar maaşımdan vergi aldı. İddianameye 11 tweetim konmuş. Savcılığın algı operasyonu yaptığımı somut olarak delillendirmesi gerekmez miydi?” diye soruyor. Haksız mı? Acısını, ızdırabını duyabiliyor musunuz? Onun canını yakan çivi gibi saplanıp kalan bu düşüncelerle yatıp kalkıyoruz biz gazeteci arkadaşları olarak. Sonra Hüseyin’in bir basın toplantısından sarı basın kartı ile geriye çevrildiği, Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’ın korumalarının iteleyip kakalamaya çalıştıkları sahneler geçiyor gözümün önünden.
Mutlu Çölgeçen, “23 yıllık gazeteciyim, yaptığım her haberin savunmasını yapabilirim” diyor. Sorsanız son 20 yılda Meclis’ten geçmiş milletvekillerinden, AKP’li bakanlardan, bürokratlardan, parlamento muhabirlerinden tanımayan, gıpta etmeyen, sözünü dinlemekten keyif almayan tek kişi yok. Millet gazetesi çalışanı olduğu için yargılanıyor. Tek sebep bu. Gerisi hikaye. Yenişafak’ta, Akşam’da, Sabah’ta attığı manşetleri, bırakın muhabirleri belki de editörlerinin bile gıpta ile anlatacağı bir Ankara gazetecisi.
Abdullah Kılıç. Habertürk Tv’de koordinatörlük yapmış. Adnan Menderes’in 27 Mayıs yargılamalarının ses ve görüntü kayıtlarını ortaya çıkartmış. Cuntacıların yüzüne kötülüklerini 50 yıl sonra vurmuş bir başka başarılı, saygın gazeteci.
SADECE GAZETECİLER…
Satırlar yetmiyor. Hepsi öyle. Sadece gazeteciler. Murat Aksoy, Atilla Taş, Bayram Kaya, Cihan Acar, Bünyamin Köseli, Cemal Kalyoncu, Halil İbrahim Balta, Oğuz Usluer, Seyid Kılıç, Erkan Acar, Ali Akkuş, Sait Kuloğlu, Ahmet Memiş, Yetkin Yıldız, Habip Güler…
Ben de bir gazeteciyim. Gurbetteyim. Hizmet Hareketiyle anılan basın kuruluşlarında on yıllarımı geçirdim. Şimdi zorunlu bir göçle Avrupa’dayım; özgürlüğün ve demokrasinin oksijen gibi herkese eşit dağıldığı bir ülkede. Onları hapishane duvarlarıyla durdurmaya çalışan Türkiye’deki adaleti, mahkemeleri anlatmaya çalışıyorum etrafıma. İnanamıyor kimse. Ben bir kafesteyim. Aklım almıyor bu kararları. Avrupa’daki yerli yabancı kimle konuşsam onların da almıyor aklı, gönlü, vicdanı…. Erdoğan diyorlar, kötü adam diyorlar. Türkiye diyorlar… Üzüldüklerini, kırıldıklarını dile getirip teselli ediyorlar gurbetteki gazeteciler olarak bizleri. Kalsaydım Türkiye’de o sandalyelerden birinde hüküm giyen gazetecilerden biriydim. Sahi hüküm giyen sadece bu 26 gazeteci mi? Susan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, sendikalar ve korkup haberlerini internete gazetelere alamayan meslektaşlarımız, gazetecilik asıl mahkum edilen.
(TR724)