Geleceğin Türkiyesi İran’da Ekranda…

HABER-ANALİZ | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

Geçen hafta İran’da Meşhed’de başlayan halk gösterileri ülkenin farklı kentlerine yayıldı. Göstericiler ekonomik problemleri ve refah düzeyindeki düşüşü gündeme taşıyorlar. Özgürlüklere vurgu yapıyor, rejimin baskısından şikâyet ediyorlar. Bunu yaparken şah dönemi özgürlük ortamına vurgu yapıyorlar. Halk sadece hükümeti değil, sistemin merkezinde olan ve Şii inancında neredeyse “yarı tanrısal” misyon yüklenen, “günahsız” kabul edilen imamı, yani Ali Hamaney de eleştiriyor.

SORGUSUZ, SUALSİZ LİDER

1979 Devrimi’nden sonra Humeyni’nin içtihadıyla, başlarda Şii ulema arasında tartışmalı olan Velayeti Fakih müessesesi kabul edildi. İran anayasasının 5. maddesine göre “İmam Mehdî kayıp bulunduğu müddetçe İran İslâm Cumhuriyeti’nde devlet ve ümmetin yönetimi (velayeti) halkın çoğunun tanıdığı ve liderliğini kabul ettiği âdil, takva sahibi, çağı bilen, cesur, tedbirli ve yönetici fakihe (müçtehit derecesindeki hukuk âlimine) ait olacaktır” Şiî inancına göre İmam Mehdi (Gaip imam) yeryüzü zulüm ile dolduktan sonra gelecek ve dünyada adâleti hâkim kılacaktır. İşte Ali Hamaney şu anda bu konumu kullanan zattır ve son protestolarda bu makam ve makamı elinde tutan kişi de hedef alınıyor. Muhalefet genellikle ekonomik problemler üzerinden yürüyor. Sebepler arasında İran’ın bölgedeki her olaya müdahil olması ve kaynakları başka ülkelerde etkili olmak için harcayıp kendi halkını ihmal etmesi sayılıyor. Bu nedenle İran’ın Esed’e destekten vazgeçmesi, Yemen’de yürütülen savaştan elini çekmesi, kendi halkının sorunlarına eğilmesi isteniyor. Bütün otoriter rejimlerde görüldüğü üzere gösteriler “dış güçlerin oyunu”, “ajanların provokasyonu” olarak görülüyor ve rejimin sadık vatandaşları “ajanlara” karşı koymaya teşvik edilerek toplum birbiriyle vuruşmaya itiliyor.

SİSTEMDE NEREDEYSE BOŞLUK YOK
İran yaklaşık 40 yıldır şeriatla yönetiliyor. Sistem üzerinde Şii din adamlarının büyük etkisi ve kontrolü var. İran’da bir seçim var ise de halkın seçimle değiştirebileceği şeyler çok sınırlı. Sisteme, esasa dair şeyleri seçimle değiştirmek mümkün değil. Seçime giren adaylar/partiler rejimin pek çok bariyerini aşıp onay aldıktan sonra sandığa gidebiliyor. Dolayısıyla molla rejiminin onay vermediği kişiler/partiler sandıkta seçenek haline gelemiyor. Bu rejimde dini lider (Hamaney) sistemin her noktasını kontrol etme, denetleme yetkisine sahiptir. Din adamlarından oluşan Uzmanlar Meclisi tarafından hayat boyu görev yapmak üzere seçilir. Dini lider ordudan, yargıya, güvenlikten istihbarata bütün stratejik birimlerin başıdır. Silahlı kuvvetlerin başkomutanıdır. Savaş ve barış ilanında tek yetkilidir. Yargının üst düzey konumlarına atamaları o yapar.
KAMU AĞIRLIKLI EKONOMİ
İran ekonomisi kamusal ağırlıklıdır ve bizdeki OYAK tarzı, doğrudan mollaların kontrolündeki ekonomik birimlerin büyüklüğü %50’lere varan oranlardadır. Ayrıca halk içinde kendilerine bağlı ve yönlendirebildikleri pek çok yapı vardır. Son dönemde bizde HÖH (Halk Özel Harekat) diye piyasaya sürülen yapılar İran Rejimin kontrolündeki Besiç’lerin kopyasından ibarettir.  Halk arasında yaygın şekilde örgütlü bu paramiliter yapı 1979 Devriminden kalmadır. Devrim sırasında Şah güçlerine karşı savaşan kişilere bu konum sürekli olarak verilmiş ve zamanla kurumsal bir yapı kazanmıştır. Besiç’ler, görevi “rejimi korumak ve sapkın güçlerle mücadele etmek” olan Devrim Muhafızları isimli özel anayasal silahlı birimin altında yapılandırılmıştır. Kolluk değildirler. Sözde barış zamanı hiçbir yetki ve görevleri yoktur. Ancak bizdeki derin devletin paramiliter yapılarına, Yeşil’lere benzer şekilde her türlü kirli-kanlı işi yaparlar. Muhalifleri ve rejimin hoşnut olmadığı grupları/kişileri sindirme, korkutma, bastırma misyonu görürler. Hem var, hem yokturlar. İllegal işler için vardırlar ama sorumluluk noktasında yokturlar. Eylemlerde, muhalifleri öldürmede, kaldırmada vardırlar; ama yargıya, adalete hesap vermede yokturlar. Besiç’ler genelde varoşlardan, fakir, eğitimsiz kesimlerinden devşirilmekte, kendilerine silah ve imkanlar verilmektedir. Başarıya, makama aç, toplumda yer edinememiş bu kişiler kendilerini “devletin sahibi”, “milletin kurtarıcısı”, “düşmanların korkulu rüyası” gibi görmektedirler.

ARTA KALAN BOŞLUKLAR
İran’da diğer önemli bir kurum Anayasayı Koruma Kurulu’dur.  12 üyeden oluşan kurulun 6 tanesini doğrudan dini lider atar. Bu kurul parlamento kararlarını iptal edebilmekte, üst düzey atamaları veto edebilmektedir.
İran’da rejiminin işleyişinde dini liderden arta kalan boşluklar olursa onu da Parlamento ve seçimle gelen devlet başkanı (Hasan Ruhani, önceki Ahmedinecat) doldurmaktadır. Devlet başkanı dini liderden sonraki en yetkili kişi olarak anılır, 4 yıllığına seçilir ve en fazla iki defa seçilebilir. Kendisine bağlı bir bakanlar kurulu varsa da bu kurulun icraatı oldukça sınırlandırılmıştır.
İran yönetim sistemini anladığınızda göstericilerin ve halkın neden sadece hükümeti değil ama özellikle dini lideri ve sistemi hedef aldığı anlaşılıyor. Zira İran’da bir tarafta seçimle(?) gelen ve davul boyunlarında asılı olan parlamento, devlet başkanı ve bakanlar kurulu var; ama öte yanda tokmak elinde olan ve hiçbir sorumluluğu, hesap verebilirliği olmayan dini lider/mollalar rejimi var.
ERDOĞAN’IN KAFASINDAKİ..
Yukarıdaki konuları okuyunca eminim pek çok kişinin kafasında Erdoğan Türkiye’sinin nereye sürüklendiği hakkında ampuller yandı. Erdoğan’ın İran’a “ikinci evimiz” demesi İran’la girilen puslu ve kirli angajmandan öte bir özenti de barındırıyor. Erdoğan İran’daki dini liderin sahip olduğu sınırsız güce sahip olabilirim, bu yapının Sünni versiyonunu Türkiye’de kurabilirim diye mutlaka düşünmüştür. Hilafet ve saltanatı kurmak Erdoğan’a bu gücü vermez. Zira Sünni gelenekte Halife de olsanız sorumsuz, günahsız değilsiniz. En azından teoride hesap vermeniz gerekiyor. Erdoğan’ı insan üstü bir konuma koyma ve manevi makamlar verme misyonu edinmiş bazı kimselerin dediklerine bu çerçevede bakılabilir.
Kanaatimizce Erdoğan hilafet ve saltanattan öte Ali Hamaney’in konumuna imreniyor. Adam ölene kadar yetkili! Ordunun başkomutanı, istihbarat ona bağlı, yargı onun talimatıyla çalışıyor. Parlamento var gibi ama bir etkinliği yok. Halk “bir parlamento var ve temsilcilerimi seçiyorum” diye kendini tatmin ediyor. Hükümetin başına seçimle gelen birisini koyuyorsun ama etkisi yok! Güzel yanı, halk hesabı senden değil ondan soruyor. Sıkıntılı bir durum olunca topu “hükümetin başı” görünümündeki adama atıyorsun. Sen de hesap soruyor, hatta azarlayıp terbiye ediyorsun. Beğenmezsen değiştiriyor, yerine kafana göre birini koyabiliyorsun (burası İran’da yok, sadece bizde). Ekonomi üzerinde önemli oranda kamusal kontrol kuruyorsun ve devasa kamusal kaynakları dilediğin gibi yönlendiriyor, arpalık haline getiriyor, akrabaya yandaşa peşkeş çekebiliyorsun (bunlar İran’da bile çok kolay değil, aynı haltı işleyenler şu an hesap veriyor). Bekçileri silahlandırıp sayısını artırarak şahsına bağlı yeni ve yaygın bir istihbarat ve güvenlik ağı kuruyorsun. Besiç işleyişi Erdoğan’a çok mantıklı gelmiş olmalı ki benzerini kurup yaygınlaştırıyor. Bunlarla muhtemel muhalefet eylemlerini kanlı ve şiddetli şekilde bastırmayı, muhaliflere her türlü illegal operasyonu yapabilmeyi amaçlıyor olmalı. Geniş kadrosuyla Diyanet Teşkilatı, İran’daki mollaların toplumu ikna rolünü, ilahiyatlar ise yapılanları meşrulaştırma misyonunu üstlenmiş görünüyor.
SÜNNİ BİR İRAN?
Türkiye’de sanki İran’daki rejimin Sünni versiyonu kurulmak isteniyor. Dini-inancı kullanarak, Müslümanları kandırarak, değerlerin içinin boşaltıldığı, parlamentonun, yargının sözde kaldığı, her şeyin üzerinde Tek Adam’ın gücünün ve gölgesinin hissedildiği bir rejim inşa ediliyor. İran’da dini liderler Ayetullahlardan seçiliyor. Ayetullah olmak ciddi bir nitelik, donanım ve eğitim istiyor.  Bizde bu konuma düşünülen zatın ciddi bir diploma problemi, eğitim eksikliği, nitelik boşluğu var ise de fahri doktoralarla, şirke varan manevi makamlarla boşluk telafi edilmeye çalışılıyor.
İran yaklaşık 40 yıldır bizim siyasal İslamcıların özendiği bir sistemle yönetiliyor. Ve artık halk bu içi boş, riyaya, gösterişe, hamasete dayalı ve kendi imkanlarını sömürerek ayakta duran rejimi sorguluyor; bundan kurtulmak istiyor. Çünkü gelinen noktada ortada güya İslami bir devlet var ama muttaki dindar, salih mümin yok! Mürai ise pek çok! Hamaset çok, inanç ve ruh yok! Urbalar İslami ama içindekiler seküler, hatta bohem! Cami çok, namaz yok! Alkol, uyuşturucu yasak ama tüketim zirvede! Her yer ahlak vaizi dolu ama istismar, hırsızlık, ahlaksızlık gırtlağa kadar. Cinsel sapıklık, bebeklere kadar tecavüz sosyal patlama seviyesinde.
İran’ın 40 yıl önce dinin istismarına ve dinle toplumu, özgürlükleri, hakları baskılamaya yönelik kurduğu düzen sorgulanıyor ve çatırdıyor. Türkiye ise 15 Temmuz’u bahane ederek Tek Adama dayalı, dini söylemlerle meşrulaştırılarak topluma coşku verilen, İran rejiminin çok daha kötü ve beceriksiz bir benzerini kurmaya çalışıyor.

DİNDEN SOĞUTAN DİNDARLIK
İran deneyimi sadece insanları dinden soğuttu, müminleri münafık haline getirdi. Ekonomik bir başarı elde edemedi. Dış politikada Şii yayılmacılığında başarılı olmuş görünüyorsa da Molla rejiminin elinde Afganistan’dan Lübnan’a Suriye’den Yemen’e kadar Müslüman kanı var. Devrimden sonra idam edilen 30.000 siyasi tutuklunun ve illegal yollarla kaçırılan, işkenceye, katliama, zulme maruz kalan insanların vebali ayrı. İran güya Şeriatla yönetilen bir ülke ama İran baskı rejiminden kurtulanlar yurtdışında hem dağıtıyor hem din değiştiriyorlar. Yurt dışına çıktığınızda İran’lılar kadar din değiştiren başka bir Müslüman topluluk göremiyorsunuz. Zorla Müslümanlık münafık üretiyor!
Müslümanlığı gönüllere girerek yayma çabası dinin ruhuna en uygun yol. Kamusal otoriteyi vicdanları kontrol etmek, baskılamak için kullandığınızda bir süre sonra sistem ve güç din bürokrasisinin istismar alanı haline geliyor. Güç bu defa din adamlarını ve dini yozlaştırıyor. Güya din namına devleti yönetenler kendini sorgulanmaz yarı tanrısal görmeye başlıyor, halk ise mürai ve münafık haline geliyor.
Müslümanlar evrensel ölçülere uygun, İslam’ın da emrettiği şekilde hesap verebilir, şeffaf, denetlenebilir ve çoğulcu-katılımcı demokratik yönetim anlayışı kurmayı başaramadığı sürece zorbaların, diktatörlerin din simsarlığıyla kendilerini yönetmesine rıza göstermek zorunda kalacaktır.
(TR724)