Gazetecilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ndeki (AİHM) davalarına müdahil olan Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Muiznieks, tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması için yaptıkları başvuruya ilişkin görüşünü AİHM’ye sundu. Muiznieks, AİHM’ye Türkiye’deki gazetecilerin derhal serbest bırakılması gerektiği görüşünü tekrarladı. AK Komiseri, darbe girişimi sonrası birçok gazetecinin ifade özgürlüğünü kullandığı için terör suçlamasına maruz kaldığını hatırlattı. Muiznieks, tutuklama gerekçelerinin keyfi ve muğlak olduğunu vurguladı.
Komiser, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5 ve ifade özgürlüğüyle ilgili 10. maddelerini ihlal etmekle suçlarken, Venedik Komisyonu’nun ceza kanununa dair yıllar önce “Tehlikeli belirsizlik” tanımlaması yaptığını anımsattı. Komiser, ihlal iddiasını 6 gerekçeye dayandırdı.
İşte Komiser MuIznIeks’in ihlal gerekçeleri:
* Devletin güvenliği ve terör ile ilgili ceza hükümleri; şiddeti teşvik etmeyen açıklamalara karşın terör propagandası ve terör örgütüne destek gibi çok geniş yorumlamaya, keyfi uygulamalara açık ve muğlak. Birçok gazeteci, darbe girişimi sonrasında, meşru ifade özgürlüğünü kullandığı için terör suçlaması ile karşı karşıya kaldı.
* Bu ciddi iddialarla gazetecileri tutuklamak ve soruşturmak, meşru gazetecilik faaliyetinden uzaklaştırıyor ve otosansüre neden oluyor.
* Mahkemelerin tutuklama gerekçeleri mantıklı açıklamadan ve inandırıcı kanıtlardan yoksun; asıl gerekçelere veya şüphelinin bireysel durumuna değinmiyor. Katalog suçlarda bu uygulama artıyor.
* OHAL tedbirleri, tutukluluk halinin incelenmesi hakkını önemli ölçüde azalttı.
* Gazetecilerin yanı sıra; insan hakları savunucuları, akademisyenler ve milletvekillerine yönelik kararlar, ceza kanunları ve yönetmeliklerin muhalif görüşleri susturmak için kullanıldığını gösteriyor.
* Türk yargısının erozyona uğramış bağımsızlık ve tarafsızlığı ile ifade özgürlüğünü ayakta tutmak her zamankinden daha zor. Komiser, görüşünü “Bu çerçevede, Türkiye’de hüküm olmaksızın gazetecileri tutuklamak sözleşmedeki herhangi bir yasal hedef ile bağdaşmamaktadır.
Komiser, görüşlerini 10 sayfalık müdahillik raporunda detaylandırdı. İşte o rapordaki çarpıcı tespitler:
* Mevzuat ve içtihatta ifade özgürlüğüne yönelik kalıcı ihlaller, AİHS’nin 10’ncu maddesindeki standartların gerisinde
* OHAL’den sonra ifade özgürlüğü kısıtlamaları arttı. Bu endişeler, sadece Komiser tarafından değil AKPM, Venedik Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından da paylaşılmaktadır.
* Gazeteciler sahte kovuşturmalar ve davalarla, üst düzey yetkililerin kötüleyen açıklamalarıyla ve hatta fiziksel saldırı ve şiddetleriyle geniş şekilde hedef alınmakta; bu da onların yasal işlerine olumsuz etki ediyor.
* Türkiye, AİHS’nin 10. maddesiyle ilgili AİHM’de en fazla kararın alındığı ülke.
* Başvurucuların çoğunun yargılandığı TCK ve TMK ifade özgürlüğünü olumsuz etkiliyor. Bu yasalara, 2011’den bu yana süren uyarılara rağmen dokunulmadı. Komiser’in görüşlerini Venedik Komisyonu da dile getirdi ve bunları “tehlikeli belirsizlik” olarak tanımladı.
Otoriteler, bu kararlara direnmeli
* AİHM’nin, ifade özgürlüğü konularındaki içtihatları doğrultusunda, otoriteler (hükümet), savcı ve mahkemelerin ifade özgürlüğünü cezalandırmasına karşı direnmelidir.
* Komiser, terörle mücadelede karşılaşılan zorlukları yabana atmasa da, bu mücadelenin, ulusal otoritenin Sözleşmenin 10’ncu maddesindeki yükümlülüklerini yok etmediğini düşünmektedir. Bu çerçevede, AİHM, “ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü ve kamu güvenliği nedeniyle ifade özgürlüğü kısıtlansa da, bu kısıtlamalar yeterli nedenlerle meşrulaştırılmalı ve sosyal ihtiyaca orantılı şekilde yanıt vermeli” derken; Venedik Komisyonu da ‘üyelik’ kavramının çok dar yorumlanması gerektiğini ve eldeki tek veri yayınlarıysa gazetecilere uygulanmaması gerektiğini belirtir.
* Komiser, Türk yargısının mevzuattaki var olan sorunları daha da kötüleştirerek, gazetecilerin kamu adına gözlemleme rolüne karşın, tartışmalı açıklamaların gerçek olup olmadığına; kamu yararı bulunup bulunmadığına bakmadığını ve Sözleşmenin 10’ncu maddesindeki gerekliliklerin gerisinde kaldığını düşünüyor.
Kanıt yok
* Komiser, gazetecilere karşı cezai işlemlerin büyük kısmının, tamamen gazetecilik faaliyeti olmasına karşın, dayanaktan yoksun iddialar ve fiili kanıt olmaksızın yapıldığını gözlemliyor. Bunun bir örneği de sulh ceza hâkimliğinin Cumhuriyet yazarları ve yöneticileriyle ilgili verdiği karardır. Bu gazeteciler, tek kanıtın basılmış haberler olmasına karşın, terör örgütüne üye olmaksızın yardım etmek suçlamasıyla; FETÖ ve PKK propogandası yapmakla suçlandı. Komiser, mahkemelerin değerlendirmelerinde ifade özgürlüğü değerlendirmesinin olmamasından, FETÖ ve PKK gibi birbirine tamamen zıt iki örgüte, açıkça imkansız olsa da aynı anda propaganda yapma iddiasından ve şüpheliler ve bu örgütler arasında kamuyu ilgilendiren eleştirel makaleler dışında maddi delil olmaksızın suçlanmasından şaşkındır.
* Ahmet Şık da PKK-DHKP-C propagandası yapmakla suçlanmaktadır. Komiser, 2011 yılında devlete sızan Gülenci savcılar tarafından yanlış olduğu ortaya çıkan iddialarla tutukluyken ziyaret edilen, Şık ile ilgili bu iddiaların ciddi şekilde inanılırlıktan yoksun olduğunu gözlemler.
* Terör örgütüne üye olmak ve Türk hükümetini devirmekle suçlanan Ahmet Altan ile ilgili de hâkimin kanıtı yine Taraf’ın editöryal çizgisi ve Altan’ın bir gün önce TV’de yaptığı, “darbeye zemin hazırlama” sayılan açıklamalarıyla sınırlıdır.
* Darbe sırasında 210 gazeteci tutuklandı.
* Çok sayıdaki cezai soruşturmanın nedeni, yargının; tutuklamanın istisna olduğunu, tüm opsiyonlar yetersiz kaldığında son çarede atılacak adım olduğunu ve masumiyet karinesi ile her zaman uyumlu olması gerektiğini görmezden gelmesi.
* Gazetecilere ve insan hakları savunucularına yönelik kısıtlamalar OHAL’de ciddi şekilde arttı ve bunların bir çoğunda gazetecilerin yapay iddialarla ve ilk bakışta suçluluğa dair kanıt olmamasına karşın tutuklanması üzüntü verici.
* Müvekkil-avukat ilişkisinin gizliliği hâlâ ihlal ediliyor.
* Kaldı ki suç işlediğine dair makul şüphe olsa dahi hüküm öncesi tutuklama için cezai suç şarttır. Yerel mahkemeler tutuklama için ilgili ve yeterli gerekçeyi göstermek zorundadır (Labita -İtalya kararı).
Güçlerin eşitliği ilkesi zarar görür
* Ne yazık ki birçok olayda, terörle ilgili suçlamalar konusunda, gazeteciler terör örgütüne katılımlarını doğrulayan kanıt olmadan yargılanıyor. Komiser, gazetecilere yönelik ciddi iddialarla hüküm olmadan tutuklanmalarına karşın maddi delillerin yoksunluğundan şaşkına uğramıştır; onların tutuklanmasının zemini tamamen gazetecilik faaliyetleri veya kamuya yaptıkları açıklamalardır ki bunlar da AİHS’nin 10’ncu maddesinde korunan ifade alanı içerisinde yer alır ve onların terör örgütüyle bağlantısına kanıt olarak düşünülemez.
* Komiser, sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararların basmakalıp ve soyut formüllere dayanan, gerekçesiz, sadece kanundaki kelimelere atıfta bulunan ve ciddi bir incelemeden yoksun olduğuna işaret eder. Cumhuriyet yazarları ve Ahmet Altan’ın tutuklama kararlarından bir yıl sonra ilk duruşmalarının gerçekleşmesi; “suçun niteliği, kanıt durumu ve dosyanın içeriği” gibi muğlak ifadeler dikkat çekicidir. Komiserin endişeleri, Türkiye’nin Sözleşmenin 5’nci maddesini birçok defa bu kararlarla ihlal ettiğini doğrular.
* Özellikle de AİHM’ye Şık ve Şener kararında, mahkeme tutukluluk için yeterli delil olmadığına hükmetmiştir. Mahkemeye göre basmakalıp genel gerekçeler, bu eksikliği gidermek için yeterli değildir. AİHM’ye önceki kararına karşın, Ahmet Şık’ın, yeniden tutuklanması talihsizdir.
* Katalog suçlarda, diğer koşulları incelemeden veya yargıdan kaçma veya önleme riski ele alınmadan, güçlü şüphe ile tutukluluk verilmektedir.
* 667 No’lu KHK ile tutuklamanın gözden geçirilmesi için her dosya ayrı değerlendirilmektedir; bu da şüphelileri hâkim kararı olmadan serbest kalma şansından mahrum bırakmaktadır. Bu yüzden de başvurucular uzun süre hâkim karşısına çıkamamıştır. Bu 5’nci maddenin ihlalidir.
* Tutuklamanınım gözden geçirilmesi dosyaya getirilen kısıtlamalarla olumsuz etkilenmiştir. Başvuranların veya avukatlarının soruşturma dosyasındaki önemli bilgilere erişimi reddedildiğinde, güçlerin eşitliği ilkesi büyük zarar görür.
Hükümetin savunması inandırıcı değil
* Komiser, Türkiye’de meşru muhalif görüşleri bastırma eğilimi olduğunu ve yargı kararlarının buna zemin hazırladığını belirtir. Komiser, genellikle tek kanıtın gazetecilik faaliyetleri olması nedeniyle, Türk yetkililerin, “gazetecilik faaliyeti nedeniyle kovuşturulmadığı veya tutuklanmadığı, diğer suçlar nedeniyle tutuklandığı” iddialarının inandırıcılığını yitirdiğine işaret eder.
* İfade özgürlüğündeki aşınmasıyla 17/25 yolsuzluk soruşturması ile paraleldir. HSYK’ye müdahale yargıda korku ve endişe ortamı yaratmış devlet merkezli tutumları artırmış; ifade özgürlüğüyle ilgili çelişkili kararlar alınmıştır.
* Yürütmenin doğrudan ve dolaylı yargıya müdahalesine dair Komiser çok sayıda rapor almıştır. HSYK’nin 21 gazetecinin serbest kalmasına karar veren hâkimleri açığa alma kararı karşısında şoke olmuştur. Bu gazetecilerin hiçbiri serbest bırakılmamış ve tekrar tutuklanmıştır.
Mahkeme hükümet diliyle eleştirdi
* Yüksek düzeydeki yetkililerin gazetecilere ‘terörist, vatan haini, ajan’ diye hitap etmesi not edilmiştir. Bunlar gazetecilerin saldırıya uğramasına neden olmuştur. Böylesi açıklamaların hâkim ve savcılar üzerindeki etkisinden endişe eden Komiser’in haklılığı Dündar ve Gül ile ilgili AYM kararında görülmüştür; karar Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş, cumhurbaşkanı “Tanımıyorum, saygı da duymuyorum” demiştir. Dündar ve Gül kararında ilk defa, ilk yerel mahkeme AYM’yi, Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın sözlerini anımsatarak yetkilerini aşmakla suçlamıştır.
Yüksek Mahkeme karar almadı
* Dündar ve Gül kararının bulunduğu, AİHS’nin 5 ve 10’ncu maddelerine uyum içerisinde birçok içtihatı bulunan AYM, tehlikede olan hakların aciliyetine ve bekleyen kararlara karşın, bugüne kadar gazetecilerin tutukluluğu konusunda karar almamıştır. Bunun, çok sayıda başvuru gibi nedenleri olsa da Komiser, bu eksikliğin şu anda yargının tarafsız ve bağımsız çalışmasını etkileyen nedenlerden kaynaklandığı endişesindedir.
Komiser, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5 ve ifade özgürlüğüyle ilgili 10. maddelerini ihlal etmekle suçlarken, Venedik Komisyonu’nun ceza kanununa dair yıllar önce “Tehlikeli belirsizlik” tanımlaması yaptığını anımsattı. Komiser, ihlal iddiasını 6 gerekçeye dayandırdı.
İşte Komiser MuIznIeks’in ihlal gerekçeleri:
* Devletin güvenliği ve terör ile ilgili ceza hükümleri; şiddeti teşvik etmeyen açıklamalara karşın terör propagandası ve terör örgütüne destek gibi çok geniş yorumlamaya, keyfi uygulamalara açık ve muğlak. Birçok gazeteci, darbe girişimi sonrasında, meşru ifade özgürlüğünü kullandığı için terör suçlaması ile karşı karşıya kaldı.
* Bu ciddi iddialarla gazetecileri tutuklamak ve soruşturmak, meşru gazetecilik faaliyetinden uzaklaştırıyor ve otosansüre neden oluyor.
* Mahkemelerin tutuklama gerekçeleri mantıklı açıklamadan ve inandırıcı kanıtlardan yoksun; asıl gerekçelere veya şüphelinin bireysel durumuna değinmiyor. Katalog suçlarda bu uygulama artıyor.
* OHAL tedbirleri, tutukluluk halinin incelenmesi hakkını önemli ölçüde azalttı.
* Gazetecilerin yanı sıra; insan hakları savunucuları, akademisyenler ve milletvekillerine yönelik kararlar, ceza kanunları ve yönetmeliklerin muhalif görüşleri susturmak için kullanıldığını gösteriyor.
* Türk yargısının erozyona uğramış bağımsızlık ve tarafsızlığı ile ifade özgürlüğünü ayakta tutmak her zamankinden daha zor. Komiser, görüşünü “Bu çerçevede, Türkiye’de hüküm olmaksızın gazetecileri tutuklamak sözleşmedeki herhangi bir yasal hedef ile bağdaşmamaktadır.
Komiser, görüşlerini 10 sayfalık müdahillik raporunda detaylandırdı. İşte o rapordaki çarpıcı tespitler:
* Mevzuat ve içtihatta ifade özgürlüğüne yönelik kalıcı ihlaller, AİHS’nin 10’ncu maddesindeki standartların gerisinde
* OHAL’den sonra ifade özgürlüğü kısıtlamaları arttı. Bu endişeler, sadece Komiser tarafından değil AKPM, Venedik Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu tarafından da paylaşılmaktadır.
* Gazeteciler sahte kovuşturmalar ve davalarla, üst düzey yetkililerin kötüleyen açıklamalarıyla ve hatta fiziksel saldırı ve şiddetleriyle geniş şekilde hedef alınmakta; bu da onların yasal işlerine olumsuz etki ediyor.
* Türkiye, AİHS’nin 10. maddesiyle ilgili AİHM’de en fazla kararın alındığı ülke.
* Başvurucuların çoğunun yargılandığı TCK ve TMK ifade özgürlüğünü olumsuz etkiliyor. Bu yasalara, 2011’den bu yana süren uyarılara rağmen dokunulmadı. Komiser’in görüşlerini Venedik Komisyonu da dile getirdi ve bunları “tehlikeli belirsizlik” olarak tanımladı.
Otoriteler, bu kararlara direnmeli
* AİHM’nin, ifade özgürlüğü konularındaki içtihatları doğrultusunda, otoriteler (hükümet), savcı ve mahkemelerin ifade özgürlüğünü cezalandırmasına karşı direnmelidir.
* Komiser, terörle mücadelede karşılaşılan zorlukları yabana atmasa da, bu mücadelenin, ulusal otoritenin Sözleşmenin 10’ncu maddesindeki yükümlülüklerini yok etmediğini düşünmektedir. Bu çerçevede, AİHM, “ulusal güvenlik, toprak bütünlüğü ve kamu güvenliği nedeniyle ifade özgürlüğü kısıtlansa da, bu kısıtlamalar yeterli nedenlerle meşrulaştırılmalı ve sosyal ihtiyaca orantılı şekilde yanıt vermeli” derken; Venedik Komisyonu da ‘üyelik’ kavramının çok dar yorumlanması gerektiğini ve eldeki tek veri yayınlarıysa gazetecilere uygulanmaması gerektiğini belirtir.
* Komiser, Türk yargısının mevzuattaki var olan sorunları daha da kötüleştirerek, gazetecilerin kamu adına gözlemleme rolüne karşın, tartışmalı açıklamaların gerçek olup olmadığına; kamu yararı bulunup bulunmadığına bakmadığını ve Sözleşmenin 10’ncu maddesindeki gerekliliklerin gerisinde kaldığını düşünüyor.
Kanıt yok
* Komiser, gazetecilere karşı cezai işlemlerin büyük kısmının, tamamen gazetecilik faaliyeti olmasına karşın, dayanaktan yoksun iddialar ve fiili kanıt olmaksızın yapıldığını gözlemliyor. Bunun bir örneği de sulh ceza hâkimliğinin Cumhuriyet yazarları ve yöneticileriyle ilgili verdiği karardır. Bu gazeteciler, tek kanıtın basılmış haberler olmasına karşın, terör örgütüne üye olmaksızın yardım etmek suçlamasıyla; FETÖ ve PKK propogandası yapmakla suçlandı. Komiser, mahkemelerin değerlendirmelerinde ifade özgürlüğü değerlendirmesinin olmamasından, FETÖ ve PKK gibi birbirine tamamen zıt iki örgüte, açıkça imkansız olsa da aynı anda propaganda yapma iddiasından ve şüpheliler ve bu örgütler arasında kamuyu ilgilendiren eleştirel makaleler dışında maddi delil olmaksızın suçlanmasından şaşkındır.
* Ahmet Şık da PKK-DHKP-C propagandası yapmakla suçlanmaktadır. Komiser, 2011 yılında devlete sızan Gülenci savcılar tarafından yanlış olduğu ortaya çıkan iddialarla tutukluyken ziyaret edilen, Şık ile ilgili bu iddiaların ciddi şekilde inanılırlıktan yoksun olduğunu gözlemler.
* Terör örgütüne üye olmak ve Türk hükümetini devirmekle suçlanan Ahmet Altan ile ilgili de hâkimin kanıtı yine Taraf’ın editöryal çizgisi ve Altan’ın bir gün önce TV’de yaptığı, “darbeye zemin hazırlama” sayılan açıklamalarıyla sınırlıdır.
* Darbe sırasında 210 gazeteci tutuklandı.
* Çok sayıdaki cezai soruşturmanın nedeni, yargının; tutuklamanın istisna olduğunu, tüm opsiyonlar yetersiz kaldığında son çarede atılacak adım olduğunu ve masumiyet karinesi ile her zaman uyumlu olması gerektiğini görmezden gelmesi.
* Gazetecilere ve insan hakları savunucularına yönelik kısıtlamalar OHAL’de ciddi şekilde arttı ve bunların bir çoğunda gazetecilerin yapay iddialarla ve ilk bakışta suçluluğa dair kanıt olmamasına karşın tutuklanması üzüntü verici.
* Müvekkil-avukat ilişkisinin gizliliği hâlâ ihlal ediliyor.
* Kaldı ki suç işlediğine dair makul şüphe olsa dahi hüküm öncesi tutuklama için cezai suç şarttır. Yerel mahkemeler tutuklama için ilgili ve yeterli gerekçeyi göstermek zorundadır (Labita -İtalya kararı).
Güçlerin eşitliği ilkesi zarar görür
* Ne yazık ki birçok olayda, terörle ilgili suçlamalar konusunda, gazeteciler terör örgütüne katılımlarını doğrulayan kanıt olmadan yargılanıyor. Komiser, gazetecilere yönelik ciddi iddialarla hüküm olmadan tutuklanmalarına karşın maddi delillerin yoksunluğundan şaşkına uğramıştır; onların tutuklanmasının zemini tamamen gazetecilik faaliyetleri veya kamuya yaptıkları açıklamalardır ki bunlar da AİHS’nin 10’ncu maddesinde korunan ifade alanı içerisinde yer alır ve onların terör örgütüyle bağlantısına kanıt olarak düşünülemez.
* Komiser, sulh ceza hâkimlikleri tarafından verilen kararların basmakalıp ve soyut formüllere dayanan, gerekçesiz, sadece kanundaki kelimelere atıfta bulunan ve ciddi bir incelemeden yoksun olduğuna işaret eder. Cumhuriyet yazarları ve Ahmet Altan’ın tutuklama kararlarından bir yıl sonra ilk duruşmalarının gerçekleşmesi; “suçun niteliği, kanıt durumu ve dosyanın içeriği” gibi muğlak ifadeler dikkat çekicidir. Komiserin endişeleri, Türkiye’nin Sözleşmenin 5’nci maddesini birçok defa bu kararlarla ihlal ettiğini doğrular.
* Özellikle de AİHM’ye Şık ve Şener kararında, mahkeme tutukluluk için yeterli delil olmadığına hükmetmiştir. Mahkemeye göre basmakalıp genel gerekçeler, bu eksikliği gidermek için yeterli değildir. AİHM’ye önceki kararına karşın, Ahmet Şık’ın, yeniden tutuklanması talihsizdir.
* Katalog suçlarda, diğer koşulları incelemeden veya yargıdan kaçma veya önleme riski ele alınmadan, güçlü şüphe ile tutukluluk verilmektedir.
* 667 No’lu KHK ile tutuklamanın gözden geçirilmesi için her dosya ayrı değerlendirilmektedir; bu da şüphelileri hâkim kararı olmadan serbest kalma şansından mahrum bırakmaktadır. Bu yüzden de başvurucular uzun süre hâkim karşısına çıkamamıştır. Bu 5’nci maddenin ihlalidir.
* Tutuklamanınım gözden geçirilmesi dosyaya getirilen kısıtlamalarla olumsuz etkilenmiştir. Başvuranların veya avukatlarının soruşturma dosyasındaki önemli bilgilere erişimi reddedildiğinde, güçlerin eşitliği ilkesi büyük zarar görür.
Hükümetin savunması inandırıcı değil
* Komiser, Türkiye’de meşru muhalif görüşleri bastırma eğilimi olduğunu ve yargı kararlarının buna zemin hazırladığını belirtir. Komiser, genellikle tek kanıtın gazetecilik faaliyetleri olması nedeniyle, Türk yetkililerin, “gazetecilik faaliyeti nedeniyle kovuşturulmadığı veya tutuklanmadığı, diğer suçlar nedeniyle tutuklandığı” iddialarının inandırıcılığını yitirdiğine işaret eder.
* İfade özgürlüğündeki aşınmasıyla 17/25 yolsuzluk soruşturması ile paraleldir. HSYK’ye müdahale yargıda korku ve endişe ortamı yaratmış devlet merkezli tutumları artırmış; ifade özgürlüğüyle ilgili çelişkili kararlar alınmıştır.
* Yürütmenin doğrudan ve dolaylı yargıya müdahalesine dair Komiser çok sayıda rapor almıştır. HSYK’nin 21 gazetecinin serbest kalmasına karar veren hâkimleri açığa alma kararı karşısında şoke olmuştur. Bu gazetecilerin hiçbiri serbest bırakılmamış ve tekrar tutuklanmıştır.
Mahkeme hükümet diliyle eleştirdi
* Yüksek düzeydeki yetkililerin gazetecilere ‘terörist, vatan haini, ajan’ diye hitap etmesi not edilmiştir. Bunlar gazetecilerin saldırıya uğramasına neden olmuştur. Böylesi açıklamaların hâkim ve savcılar üzerindeki etkisinden endişe eden Komiser’in haklılığı Dündar ve Gül ile ilgili AYM kararında görülmüştür; karar Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı tarafından sert bir şekilde eleştirilmiş, cumhurbaşkanı “Tanımıyorum, saygı da duymuyorum” demiştir. Dündar ve Gül kararında ilk defa, ilk yerel mahkeme AYM’yi, Cumhurbaşkanı ve Adalet Bakanı’nın sözlerini anımsatarak yetkilerini aşmakla suçlamıştır.
Yüksek Mahkeme karar almadı
* Dündar ve Gül kararının bulunduğu, AİHS’nin 5 ve 10’ncu maddelerine uyum içerisinde birçok içtihatı bulunan AYM, tehlikede olan hakların aciliyetine ve bekleyen kararlara karşın, bugüne kadar gazetecilerin tutukluluğu konusunda karar almamıştır. Bunun, çok sayıda başvuru gibi nedenleri olsa da Komiser, bu eksikliğin şu anda yargının tarafsız ve bağımsız çalışmasını etkileyen nedenlerden kaynaklandığı endişesindedir.