Yorum | Bülent Keneş |
Bünyesi pek çok şeyi kaldırmaya müsait milliyetçi/ırkçı faşizmin kimyası, mevzu Kürtler olduğunda aniden bozuluyor. Klasik faşizmde durum böyle iken daha fazla güç için her şekle girebilen siyasal İslamcılarla birbirlerine eklemlenerek oluşturdukları zehirli bileşimin, yani İslamofaşizmin, bu konudaki iki yüzlülüğü çok daha vahim bir görüntü arzediyor.
Türkiye’nin sınırlarının yıllar boyu Hollanda peyniri gibi delik deşik olmasından; ülkenin eli kanlı türlü uluslararası cihadist grupların emniyetli bir otobanı haline gelmesinden; sınırlarımızın dibine ve hatta sınır kapılarına IŞİD bayraklarının çekilmesinden; güney sınırlarımız boyunca uzanan Suriye ve Irak topraklarında IŞİD’in yıllarca hakimiyet kurmasından; buradaki konsolosluklarımızı ele geçirmelerinden; atalar yadigarı aziz bir vatan toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’nin bulunduğu alanı işgal etmelerinden; Telafer’de soydaş Türkmenlerden binlercesinin ırzına geçmelerinden ya da katletmelerinden zerre rahatsızlık duymayan; rahatsızlık duymak şöyle dursun bu yobaz katil sürülerine doğrudan, dolaylı veya örtülü şekilde destek olan bu zehirli bileşim, mevzu söz konusu bu coğrafyanın binlerce yıllık otokton halklarından biri olan, dahası son 15 yıldır fiilen devlet gibi hareket eden Irak Kürtlerinin ağır bedeller ödeyerek vardıkları kendi kaderlerini tayin etme ihtimali olduğunda ise hop oturup hop kalkıyor.
IŞİD’DEN RAHATSIZ OLMAYANLAR NEDENSE KÜRTLERDEN HEP RAHATSIZ
IŞİD gibi eli kanlı katil sürülerinin hemen yanı başlarında hakimiyet kurmasından zerre rahatsızlık duymayanlar, sınırlarında bir ‘IŞİDistan’ kurulmasını sorun etmeyenler binlerce yıldır yaşadıkları kendi topraklarında bağımsızlıklarını ilan etmek isteyen Kürtlere bunu haram görüyorlar. Ahlak ve insanlık yoksunu bir despotluk kurmak için demokrasi ve hukukun çanına ot tıkayıp muazzam bir baskı ortamı oluşturarak yarattıkları bu ortamda hile ve hurdanın gırla gittiği bir referandumu kendileri için mubah görenler, kendilerini hiç alakadar etmeyecek bir başka coğrafyada normal bir demokratik süreci takip ederek düzenlenecek referandumu ise mekruh ve hatta haram görüyorlar.
Dün Bağdat’tan kaçırıp illegal bir şekilde İsrail’e pazarladıkları petrol paralarını kırışırken el üstünde tuttukları Mesud Barzani’yi ve yönetimini, bugün o paraları kendi halkının iradesini hâkim kılmakta kullanınca, düne kadar küfrettikleri Bağdat yönetimi ile hem dem olup ezmeye çalışıyorlar.
Erdoğan ve avenelerine söylenmedik söz bırakmayan, sonra da tüm tükürdüklerini bir güzel yalayarak Erdoğan dikta rejiminin her şekilde kullandığı adi bir aparatı haline gelen Devlet Bahçeli, bu durumda hiç boş durur mu? IŞİD, Türkmenlerin ırzına, namusuna, canına iliştiğinde gıkı çıkmayan Bahçeli, konu Kürtler olunca aslan kesilip kof hamaset literatürünü sil baştan yazdıracak ‘küçük enişte’ coşkunluğunda boş lafları ardı ardına sıralayıveriyor. Masada muhtemelen bir büyük rakı, elde hayali bir kılıç-kalkan önceden hazırlanmış hamasi ifadeleri Twitter’da birbiri peşi sıra diziveriyor. Haçlılardan girip Barzani’den çıkıyor, Orta Asya’dan girip Kerkük’ten çıkıyor. Hey aman da hey heyyy!…
YİNE DE ŞAHLANIYOR AMAN, KOLBAŞININ YANDIM DA KIR ATI…
Davutoğlu-meşrep bir söylemle mesela, “Kerkük oldubittiye getirilip Peşmerge’nin hâkimiyetine girerse, dahası güney sınırlarımız boyunca Kürdistan kurulursa Türkiye felç olacaktır,” diyor. Sonra, “Kerkük’ün güvenliği Ankara’nın güvenliği demektir. Tarih, coğrafya ve milli müktesebata göre Ankara ile Kerkük’ün kaderi bir ve aynıdır,” diyor. Sonra, “Kerkük Lord planlarına kurban verilirse, Musul, Telafer, Tuzhurmatu; ezcümle Türkmeneli tasfiye ve telef olursa Anadolu’ya ateş yağacaktır,” diye korku salıyor. Sonra, “Yedi koldan, yirmi dört boydan geldik Orta Asya’dan. Tıpkı yayından fırlayan ok, çakan yıldırım, huduttan hududa atılan mızrak gibi,” gibi bir şeyler söylüyor ama tam olarak ne demek istediği pek anlaşılamıyor. Sonra, bu kof hamasetinin pek ciddiye alınmayacağından kendisi de işkillenmiş olacak ki, “Kerkük Türk’tür diyoruz. Hamaset yapmıyoruz. Şaka hiç yapmıyoruz. Bedel ödemekten bahseden Barzani’ye bedeli ödettirecek de güçteyiz,” diyor.
Sonra, uçtukça uçuyor mübarek ve “Gerekirse güneşe ateş taşırız, gerekirse buzdan ateş yakarız, gerekirse cepheden cepheye kan naklederiz, yine de bekamıza el sürdürmeyiz,” diyor ve işin içine yerle bir ettikleri Anadolu’daki Kürt şehirlerini de katarak biraz daha paranoya pompalıyor. Sonra, müthiş bir özgüvenle stratejik derinliğini sergiliyor ve bu referandum planının arkasında olmakla suçladığı ABD’yi “Mesela Kaliforniya’nın içten içe büyüyen, devamlı zemin tutan ayrılma talepleri iyice somutlaşır, gün yüzüne çıkarsa ABD ne yapacaktır?” diyerek bölmekle tehdit ediyor. Sonra, eşsiz genel siyasi kültürünün ayak bileklerine varan derinliğinde boy vererek “Veya İngiltere’nin atadığı valilerce yönetilen Kanada, Avusturalya, Yeni Zelenda gibi ülkeler yeter derse neler olacağını düşünen var mıdır?” diyor. Diyor ve cehaletiyle alay konusu olmasını sarsılmaz iradesine sığınıp hiç umursamıyor. Coştukça coşuyor…
İNGİLİZ YAPIMI SINIRLARI KUTSAYARAK İNGİLİZLERE MUHALEFET ETMEK
Mazisi şunun şurasında 100 yıl olan İngiliz-Fransız yapımı Sykes-Picot sınırlarına değiştirilemez bir kutsallık atfedip sonra da referandum planının arkasında İngilizleri aramak ayık kafayla olacak iş değil gerçi ama biz nadir rastlanabilecek bu kof hamaseti okumaya devam edelim: “Yılanlar tıslasa da, çakallar hırlasa da, fedakârlık dehlizinde son ferdimize kadar ıslanıp kutlu vatanı ve soydaşlarımızı bırakmayacağız… Irak’ın toprak bütünlüğü bozulamayacaktır. Türk devletinin kırmızı çizgileri örtbas edilemeyecektir. Irak Türkmenleri yok sayılamayacaktır… Niyet sahiplerini uyarıyorum, gayri meşru referandum yapılırsa bölgesel ve küresel fay hatları kırılacak, azdan az, çoktan ise çok gidecektir.” Hey aman hey hey! Ver mehteri verrrr!..
Fedakârlık dehlizinde ıslanmanın nasıl bir şey olduğuna kafayı fazla takmadan, denklem itibariyle “çok olan bizden çok ölecek” anlamına gelen “azdan az çoktan çok gidecektir” hesabında kaybolmadan bu faslı buracıkta bitirelim. Çünkü ciddi bir yazı arası bu kadar mola ve eğlencelik yeter. Şimdi asıl mevzumuza dönelim.
Barzani ve yönetimi her ne kadar kararlılık gösterileri yapsa da 25 Eylül’de yapılması planlanan Bağımsızlık Referandumu’nun kesin gerçekleşeceğine dair henüz bir garanti yok. Bağdat, Tahran, Ankara, Washington ve daha birçok başkentten gelen baskılar karşısında Barzani işi pazarlığa dökebileceğinin sinyallerini de vermiyor değil. Ancak, 2 yıl aradan sonra Cuma günü 68 parlamenterle olağanüstü toplanan 111 sandalyeli Kürdistan Bölge Parlamentosu’nda referandum kararanı 65 oyla kesinleştirerek elini yükseltmiş bulunuyor.
Bu kararın ABD’nin sunduğu referandumu 2 yıl erteleme ve meseleyi Birleşmiş Milletler’in gündemine alma önerisine rağmen alınması belirli bir kararlılığa işaret etse de Barzani’nin pazarlık kapısını aralık bıraktığını bir kez daha hatırlatmakta fayda var. Geçtiğimiz günlerde Ninova bölgesindeki farklı din ve etnik yapılarla bir araya gelen Barzani, burada yaptığı konuşmada ABD’nin yaptığı önerinin herhangi bir garanti içermediğini belirterek “Referandum kararı, Kürdistan’daki tüm taraflarca alındı. Şu an sunulan öneri ve alternatifler için çok geç kalındı. Referandum sınırların çizilmesi anlamına gelmiyor. Aksine sorunları çözmek için kapıların aralanması anlamına geliyor,” dedi.
BARZANİ 2015’TE OBAMA’DAN SÖZ ALMIŞ
Duhok’ta kalabalıklara yaptığı bir konuşmada ise, yine referandum kararının tek bir kişinin kararı değil, bir halkın bağımsızlık için verdiği karar olduğunu savunan Barzani, “Referandum konusu yeni bir konu değildir. 2015 yılında dönemin ABD Başkan Barack Obama ile Beyaz Saray’da bu konuyu konuştum,” dedi. Ancak, Barzani ve partisindeki kararlılık Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) başta olmak üzere bölgedeki diğer partiler tarafından tam olarak paylaşılmıyor.
Bağdat’ın 25 Eylül’deki referanduma tepkisi ise uyarı seviyesini çoktan aştı. Oylamayı yasadışı ilan eden Irak Parlamentosu’nun her türlü önlemi alma yetkisi verdiği Irak Başbakanı Haydar el-Ebadi, savaş tehdidinde bile bulundu. “Kürtlerin bağımsızlık referandumunu düzenleyerek ateşle oynadığını” savunan Ebadi, “askeri müdahaleye hazır olduklarını,” söyledi.
Erdoğan rejimi ise, düne kadar yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Barzani Yönetimi’ne karşı Bağdat-Tahran çizgisine yaklaşmış durumda. AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hayt huyt içeren birkaç açıklamadan sonra kritik bir hamleye yönelik kararlı bir tutum almak yerine zaman kazanmak üzere işi 22 Eylül’de yapılacak Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında alınacak karara bıraktı. Referandum kararını “bir akıl tutulmasından öte bir şey” şeklinde niteleyerek aşağılayıcı bir dil kullanan Erdoğan, bilindik üslubuyla bunu “siyasi acemilik” olarak tanımladı.
IRAK’I BÖLECEK OYLAMA ANKARA, BAĞDAT, TAHRAN VE ŞAM’I YAKLAŞTIRIYOR
Kaderin şu garip cilvesine bakın ki Irak Kürt Yönetimi’nin Irak’ı bölecek referandum çıkışı, her birinin bir diğeriyle onlarca sorunu olan Ankara, Bağdat, Şam ve Tahran’ı yakınlaştırma potansiyeli bile taşıyor.
Öte yandan, tıpkı Şam gibi Tahran da referanduma karşı pozisyon almış durumda. İran yönetimi Irak’tan bağımsızlık referandumunu gerçekleştirmesi durumunda bölgeyle olan tüm sınırlarını kapatacağı tehdidinde bulundu. Şii Bağdat yönetimi üzerinde tarihin en yüksek nüfuz düzeyine erişmiş bulunan İran’ın Irak’ın bir bölümünün dolaylı olarak etki alanından çıkmasına rıza göstermeyeceği tahmin ediliyor. İran MGK’sının genel sekreteri Ali Şamkani, böyle bir durumda bölge ile yapılan ikili güvenlik düzenlemelerine ve askeri anlaşmalara son vereceklerini de duyurdu. Yani böylece dost ülke konumundan hasım ülke konumuna geçeceklerini beyan etmiş oldu.
1970 yılında Bağdat yönetimi ile yapılan bir anlaşma çerçevesinde özerk bir bölge olarak şekillenen Irak Kürdistanı, anayasal olarak Bağdat’a bağlı olmakla birlikte 2005 yılında geniş yetkilere sahip özerk bir yönetime kavuşmuştu. Bu bölgeye hep destek olan Batılı devletlerin bazıları IŞİD ile mücadelede önemli role sahip Kürtler ile Irak hükümeti arasındaki işbirliğinin zarar göreceği endişesiyle referanduma mesafeli yaklaşıyor ve ertelenmesini istiyor. ABD ve AB’nin en büyük endişelerinden bir diğerini ise, referandumun 2018 seçimlerinden önce olması nedeniyle Ebadi’yi güçsüzleştireceği ve bunun da ister istemez İran’ın Irak’taki etkisini arttıracağı oluşturuyor.
Benzer kaygıları taşıyan Washington da aynı pozisyonda bulunuyor. Barzani’nin geri adım atmaması üzerine ABD Başkanı Trump’un 13 Eylül’de IŞİD’le Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk’u alelacele bölgeye göndererek yukarıda bahsini ettiğimiz kabul görmeyen öneriyi gündeme getirmesi gerilimin düzeyine dair bir fikir veriyor. Bu görüşmeler sırasında ABD’nin referanduma yüzde yüz karşı olduğu ve icap ederse Barzani Yönetimi ile Bağdat arasında yeni bir ilişki sistematiğinin geliştirebileceğini açıkça dile getirildiği ifade ediliyor. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamada ise, “ABD, Kürt Bölgesel Yönetimi’nin bu ay sonunda bir referandum yapma niyetine destek vermemektedir” denildi.
ZEMİN KAYGAN, TAHMİN ZOR
ABD teklifinden sonra Barzani başkanlığında toplanan Kürdistan Referandum Yüksek Konseyi referandumun ertelenmeyeceğini ve 25 Eylül’de yapılacağını duyurdu. Referandumun Kürdistan halkının kendi kaderini tayin etme hakkını elde etmesinde nihai amaç olan bağımsızlık için bir araç olduğunun altının çizildiği açıklamada, “Kürdistan halkının kaderini tayin hakkını garanti etmeyen öneriler kabul edilmemiştir ve referandumun belirlenen tarihte gerçekleştirilmesine karar verilmiştir. Bununla birlikte Kürdistan Yönetimi, hem bölge hem de uluslararası düzeyde konuyla alakalı taraflarla diyaloğu sürdürecektir,” denildi.
Bölgenin kaygan zemini göz önüne alındığında sadece birkaç gün kalan 25 Eylül’de referandumun yapılıp yapılmayacağından son dakikaya kadar emin olmak imkânsız. Ancak, çok güçlü bir niyet beyanı anlamına gelen mevcut durum bile bölgedeki dengelerin yerinden oynaması için yeterli. Referandumun gerçekleşmesi durumunda ise, çok daha köklü ayrışmalar ve yeni ittifakların baş göstereceği muhakkak. Bununla birlikte, Kürtlerin bölgede yıldızının parladığı, küresel çekiciliklerinin arttığı bir ortamda, Barzani’nin referandumda ısrarcı olması durumunda amacına ulaşmasının engellenebileceği kanaatine varmak için ortada pek fazla bir gerekçe bulunmuyor.
Kaldı ki, Kürt karşıtlığının bölgede olmazları bile bir araya getirdiği bir ortamda Kürtlerin farklı fraksiyonları arasındaki anlaşmazlıkları yok sayacaklarını ve birbirlerine iyice yakınlaşarak kenetleneceklerini, bunun da bambaşka bir bölgesel siyasi/askeri güç formasyonuna ve bambaşka bir jeopolitik gerçekliğe yol açabileceğini tahmin etmek güç değil. Suriye’de belirli bir hat boyunca uzanan PYD varlığına bakıldığında ne demek istediğimiz sanırım daha iyi anlaşılacaktır.
Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’nın ayrılmasına imkân veren Çekoslovakya örneğinde olduğu gibi barışçıl yollarla siyasi ayrılmalar veya birleşmeleri öğreninceye kadar bu bölgede acı, yıkım ve gözyaşının sonu gelmeyecek gibi. Tabii Bahçeli’nin yaptığı gibi fantastik kof hamasetin de…
(TR724)