Türk Tipi Masumiyet Karinesi: Masumiyetini Ispat Edinceye kadar Herkes Suçludur!

Yorum | Mehmet Yıldız | @myildiztr724
Saray Müftüsü Hayrettin Karaman, yolsuzlukla hırsızlığın aynı şey olmadığını bir kere daha anlattığı yazısında şunları söylüyor: “Siyasetçiler birbirine, aslında öyle olmadıkları halde “hırsız, hain, şerefsiz vb.” diyorlar, keşke demeseler; ama ağzından çıkan her sözün hesabını vereceğine iman eden dindarlar ancak, hüküm giymiş hırsıza hırsız ve hüküm giymiş yolsuza yolsuz demek durumundadırlar. Aksi halde yalan söylemiş ve iftira etmiş olurlar.
Elhak doğru demiş. Mahkeme kararıyla sabit olmadıkça kimse suçlu sayılamaz. Buna Ceza hukukunda masumiyet karinesi deriz. Anayasanın 38. maddesine göre de, “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz.” Hükmen sabit olmaktan kastedilen, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde bütün yargılama aşamaları tamamlanmış, yargıtay tarafından onaylanmış olmaktır.
Masumiyet karinesi dediğimiz evrensel hukuk kuralı adeta ters yüz edilmiş, masumiyetini ispat edinceye kadar herkes suçludur şekline bürünmüş. Ortada bir mahkeme kararı olmadığı halde Erdoğan ve çevresi, kendilerine muhalif olan her kesimi “vatan haini” ve “terörist” olmakla suçluyor. Henüz hakkında dava bile açılmamış ve ne zaman açılacağı da belli olmadığı halde aylardır tutuklu bulunan onbinlerce insan, seri katillere bile reva görülmeyen muameleye maruz kalıyor. Suçun şahsiliği ilkesi çoktan unutulmuş. Beli bükülmüş ihtiyarlardan kundaktaki bebeklere kadar hepsi silahlı terör örgütü muamelesi görüyor. Babası bulunamayan çocuklar anneleriyle beraber cezaevlerinde rehin tutuluyor.
Madem ki “hüküm giymemiş hırsıza hırsız ve hüküm giymemiş yolsuza yolsuz diyen yalan söylemiş ve iftira etmiş olur.” o halde hüküm giymediği halde birine terörist demek de yalan ve iftira olur. Velev ki bunu diyen “ümmetin bey’at ettiği başkan” olsun.
Üstelik bunu yapan başkan olunca vebali daha ağır. Hayrettin Hoca’nın anladığı dilden yazalım, Peygamberimiz (SAV) yalan söyleyen devlet başkanı için “kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları temizlemez ve onlara rahmet nazarıyla bakmaz” buyuruyor.
Aileleri de hesaba katıldığında neredeyse 1 milyondan fazla kişi terörist diye yaftalanmış. 17/25 Aralık’ta ortaya saçılan rüşvet ve yolsuzluk skandalıyla ortaya çıkan kirli ilişkilere rağmen hüküm giymemiş yolsuza yolsuz denmez diyerek kendini siper eden Hayrettin Hoca’dan, bir cemaatin silahlı terör örgütü binlerce insanın terörist ilan edilmesine dair bir şey duyduk mu? Duyduk elbette ama ümmetin bey’at [biat] ettiği başkanın karşısında duran bir fırka olduğunu ve devletin bu nedenle ‘onların yakasına yapıştığını’ ve cemaatin yaşananları hak ettiğini duyduk!
Ortada bir mahkeme kararı olmadan yüzbinlerce insana terörist diyerek yalan söyleyen ve iftira eden bir “devlet başkanı”, bir yandan da mahkemelere talimat vererek en ağır cezaların verilmesini istiyor. Velevki, mahkeme ceza vermesin bu defa da sokaktaki halka hedef göstererek gereken cezanın halk tarafından verileceğini söylüyor.
Bugüne kadar kimsenin aklına seri katillere, tecavüzcülere veya gaspçılara tek tip elbise giydirmek gelmemiş. Ama Erdoğan, “FETÖ sanıkları mahkemeye çıkarken Guantanamo’da olduğu gibi bunları da tek tip elbise ile çıkaralım.” diyebiliyor. Üstelik yine seri katillere, tecavüzcülere veya gaspçılara değil, sadece hizmet hareketine mensubiyeti yüzünden tutuklananlara! Koskoca Cumhurbaşkanı’nın başka bir işi gücü kalmamış kimin hangi renk elbise giyeceğine karar veriyor.
Darbe Davalarında Masumiyet Karinesi
Diğer yandan darbe davaları başladığından bu yana Yassıada Mahkemelerini rahmet okutacak manzaralarla karşılaşıyoruz. Pek çoğu darbe girişimine katılmadığı halde önceden hazırlanmış listelerde adı olduğu için evinden alınarak darbe soruşturmasına dahil edilen isimlerin bir kısmı belli ki eninde sonunda aklanacak.
Yine Darbenin 1 numarası diye lanse edilen Orgeneral Akın Öztürk hakkında yazılanlara bakılırsa muazzam bir komploya kurban gittiği, bir kumpasla işin içine dahil edildiği anlaşılıyor. O ve onun gibi yüzlercesinin bir gün aklanma ihtimali varsa, bu yapılanların bedelini kim ödeyecek?
Parti teşkilatlarından toplanmış, ellerinde tek tip pankartlar, dillerinde “idam isteriz” çığlıkları olan bindirilmiş kıtalar arasından geçirilen darbe sanıkları, bir gazeteci ordusunun önüne çıkarılarak teker teker teşhir edildikten sonra mahkeme salonuna alınıyor. İçeride yaşananlar ayrı bir garabet. Başrolde Erdoğan’ın avukatları, bakanlar, üst düzey siyasiler ve mitinge gelmiş gibi hazırlıklı partililer… Mahkemeden daha çok arenaya benziyor. Bu atmosferde mahkeme heyetinin sağlıklı bir yargılama yapabilmesi imkansız.
Mahkeme başkanı Yassıada Mahkemesi başkanı Salim Başol gibi önüne geleni fırçalıyor. Sanıklar ve avukatları seyircilerin hakaretleri arasında savunma yapmaya çalışıyor. Askerler kendini savundukça bugüne kadar kamuoyuna pompalanan bir çok bilginin doğru olmadığı ortaya çıkıyor. Darbe davaları canlı yayınlansın talepleri makes bulmuyor, çünkü bu yapıldığı takdirde iktidarın dayattığı senaryoda boşluklar ortaya çıkabilir. Böylece vatandaş da havuz medyası ne yazdıysa onunla bilgilenmek durumunda kalıyor.
Bu kadar kontrole rağmen kamuoyuna yansıyan savunmalardan anlıyoruz ki, gerçekler Erdoğan ve çevresinin anlattığı gibi değil. Günler öncesinden haber alınmış, adeta olması için teşvik edilmiş ve önü açılmış “Allah’ın lütfu bir darbe girişimi” sözkonusu. Kolayca önlenebilecek bu girişim, kasten önlenilmeyip 250 sivil vatandaşımızın ölümüne neden olmuş. Kaç askerin o gece vahşice öldürüldüğünü bile bilmiyoruz.
Eğer gerçekten bir yargılama yapılmış olsa, bu defa oklar Erdoğan ve çevresine çevrilecek. TBMM’deki Darbe Komisyonunundan ve mahkemelerden ısrarla kaçırılan Hulusi Akar, Hakan Fidan gibi isimler gitgide şüpheli hale geliyor. Askerler kendilerini savunmaya başladıkça işler daha da karışıyor, şüpheler daha da yoğunlaşıyor. Belli ki işler görüdüğünden de karışık.
(TR724)