[Alper Ender Fırat]
Firavun, rüyasında Beytülmakdis’ten çıkan bir ateşin Mısır’a sıçradığını ve Mısır’ın evlerini yaktığını, bütün Kıbtîler’i yok ettiğini, ancak İsrâiloğulları’na zarar vermediğini görmüştü. Sabah uyandığında hemen kâhinlerini çağırıp bunu yorumlamalarını istedi.
Kahinler; İsrâiloğulları içinden doğacak bir çocuğun elinden saltanatını alacağını, düzenini bozacağını ve dinini değiştireceğini söyleyince Firavun, sistematik olarak zulmettiği İsrailoğulları’nın yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesi için bir kanun çıkarıp yeni doğmuş çocukları katletti. Bununla da yetinmeyip İsrailoğulları’ndaki hamile kadınlar takip edildi, erkek çocuk doğurdukları öğrenilince, bu çocukları öldürmekle görevlendirilmiş memurlara ihbar edilirdi.
Firavunun sesi ‘bunları ihbar edin, gördüğünüz anda bize haber verin’ diye bağırıyordu. Üstelik ebelere de, bu çocukları öldürmeleri emri verilmişti. Güç onda, kudret ondaydı. Polisleri, savcıları, memurları, görevlileri vardı. Her istediği kanunu çıkartıyor, her arzusunu kanun haline getirebiliyor, her dilediğini yapabiliyordu. Güç ile her şeyi dize getirebileceğini ve o güç sayesinde saltanatını ebedileştireceğini zannediyordu.
Ama öyle olmadı. Zayıf, kimsesiz, doğar doğmaz bir sepetin içinde Nil’in üzerine bırakılan bir çocuk o azametli gücü yerle yeksan etti. Zulüm işe yaramamış, firavunun sonunu getirmişti.
Bahar gelecek diyenleri duydukça öfkesinden deliye dönen zatın hikâyesi buna ne kadar benziyor öyle değil mi? Sanki yere, göğe kadere tasarrufu varmış gibi ‘Hayır gelmeyecek’ diye inliyor. Baharın gelmesine kesinlikle müsaade etmeyeceğine inanıyor. Çünkü o sadece güce iman ediyor ve zannediyor ki güç kendisinde. Elinde yüz binlerce polis, savcı, asker, para, devlet her şey var. Gelmeyecek diyorsa gelmeyecek. Her istediği konuda kanun çıkartabilen, keyfinin istediği gibi kararnameler çıkartıp yüz binleri işsiz bırakabilen, yüz binlerce insanı tutuklayan, işkence edebilen, tehdit eden ve hiç kimsenin hesap soramadığı bir adam ‘bahar gelmeyecek’ diyorsa gelmesi mümkün olamaz diye düşünüyor?
Güç ile zehirlenmiş herkeste olan zavallı bir ruh hali.
İnsanoğlu bu 4000 yıl önce neyse, şimdi de o. Birazcık güç bulunca kendini Tanrının yerine koymaktan, baharın yazın gelip gelmeyeceğine karar vermeye kalkmaktan hiç kendini alamaz. Hiç haddini bilmez. Çünkü adaletin de, zorbalığın da fıtratları hep aynıdır. Aradan binlerce yıl geçmesine ve milyonlarca hikâye yaşanmış olsa da hiç ibret alınmaz ve bu hikâye hiç değişmez. Gücü ele geçiren Âdemoğlu bir anda kendini Tanrı’nın yerine koymaya kalkar.
Bütün çiçekleri tek tek yolunca bahar gelmeyecek sanır. Memurlarını, çaşıtlarını, savcılarını, polislerini salıp, buldukları bütün çiçekleri tek tek yolmasını emreder ve böylece baharı engelleyebileceğine inanır. Görevliler istatistik tutar, şu kadar çiçek yolduk, bu kadar ağaç kestik, bu kadar yeşili yok ettik. Şu kadar masuma, şöyle zulmettik…
Oysa o yeri geldiğinde yediğini bile çıkarmaktan aciz bir yaratıktır. Bir nefes alıp vermeye bile kendi tasarruf edemez. Bir bayram sabahı durduğu yerde yığılıp kalması bile onu hiç akıllandırmamıştır. Firavunun bütün erkek çocuklarını öldürmesi gibi, bütün çiçekleri tek tek yolunca baharın gelmeyeceğini saltanatının sonsuza kadar devam edeceğini zannetmeye devam eder.
Tarih ve özellikle de peygamberler tarihi iktidarı hesapsızca kullanmak isteyen zalimler ile adalet ve hukuk talep etmekten başka bir isteği olmayan mazlumların mücadelesiyle doludur. Dinin ticaretini yapanlar bu kıssaları hiç içselleştirerek okumasalar da bu hikâyelerde son hiç değişmez.
Mazlumlar zalimlere karşı her zaman kazanır ve bahar gelir… Bu işin fıtratı böyle…
(TR724)
Kahinler; İsrâiloğulları içinden doğacak bir çocuğun elinden saltanatını alacağını, düzenini bozacağını ve dinini değiştireceğini söyleyince Firavun, sistematik olarak zulmettiği İsrailoğulları’nın yeni doğan erkek çocuklarının öldürülmesi için bir kanun çıkarıp yeni doğmuş çocukları katletti. Bununla da yetinmeyip İsrailoğulları’ndaki hamile kadınlar takip edildi, erkek çocuk doğurdukları öğrenilince, bu çocukları öldürmekle görevlendirilmiş memurlara ihbar edilirdi.
Firavunun sesi ‘bunları ihbar edin, gördüğünüz anda bize haber verin’ diye bağırıyordu. Üstelik ebelere de, bu çocukları öldürmeleri emri verilmişti. Güç onda, kudret ondaydı. Polisleri, savcıları, memurları, görevlileri vardı. Her istediği kanunu çıkartıyor, her arzusunu kanun haline getirebiliyor, her dilediğini yapabiliyordu. Güç ile her şeyi dize getirebileceğini ve o güç sayesinde saltanatını ebedileştireceğini zannediyordu.
Ama öyle olmadı. Zayıf, kimsesiz, doğar doğmaz bir sepetin içinde Nil’in üzerine bırakılan bir çocuk o azametli gücü yerle yeksan etti. Zulüm işe yaramamış, firavunun sonunu getirmişti.
Bahar gelecek diyenleri duydukça öfkesinden deliye dönen zatın hikâyesi buna ne kadar benziyor öyle değil mi? Sanki yere, göğe kadere tasarrufu varmış gibi ‘Hayır gelmeyecek’ diye inliyor. Baharın gelmesine kesinlikle müsaade etmeyeceğine inanıyor. Çünkü o sadece güce iman ediyor ve zannediyor ki güç kendisinde. Elinde yüz binlerce polis, savcı, asker, para, devlet her şey var. Gelmeyecek diyorsa gelmeyecek. Her istediği konuda kanun çıkartabilen, keyfinin istediği gibi kararnameler çıkartıp yüz binleri işsiz bırakabilen, yüz binlerce insanı tutuklayan, işkence edebilen, tehdit eden ve hiç kimsenin hesap soramadığı bir adam ‘bahar gelmeyecek’ diyorsa gelmesi mümkün olamaz diye düşünüyor?
Güç ile zehirlenmiş herkeste olan zavallı bir ruh hali.
İnsanoğlu bu 4000 yıl önce neyse, şimdi de o. Birazcık güç bulunca kendini Tanrının yerine koymaktan, baharın yazın gelip gelmeyeceğine karar vermeye kalkmaktan hiç kendini alamaz. Hiç haddini bilmez. Çünkü adaletin de, zorbalığın da fıtratları hep aynıdır. Aradan binlerce yıl geçmesine ve milyonlarca hikâye yaşanmış olsa da hiç ibret alınmaz ve bu hikâye hiç değişmez. Gücü ele geçiren Âdemoğlu bir anda kendini Tanrı’nın yerine koymaya kalkar.
Bütün çiçekleri tek tek yolunca bahar gelmeyecek sanır. Memurlarını, çaşıtlarını, savcılarını, polislerini salıp, buldukları bütün çiçekleri tek tek yolmasını emreder ve böylece baharı engelleyebileceğine inanır. Görevliler istatistik tutar, şu kadar çiçek yolduk, bu kadar ağaç kestik, bu kadar yeşili yok ettik. Şu kadar masuma, şöyle zulmettik…
Oysa o yeri geldiğinde yediğini bile çıkarmaktan aciz bir yaratıktır. Bir nefes alıp vermeye bile kendi tasarruf edemez. Bir bayram sabahı durduğu yerde yığılıp kalması bile onu hiç akıllandırmamıştır. Firavunun bütün erkek çocuklarını öldürmesi gibi, bütün çiçekleri tek tek yolunca baharın gelmeyeceğini saltanatının sonsuza kadar devam edeceğini zannetmeye devam eder.
Tarih ve özellikle de peygamberler tarihi iktidarı hesapsızca kullanmak isteyen zalimler ile adalet ve hukuk talep etmekten başka bir isteği olmayan mazlumların mücadelesiyle doludur. Dinin ticaretini yapanlar bu kıssaları hiç içselleştirerek okumasalar da bu hikâyelerde son hiç değişmez.
Mazlumlar zalimlere karşı her zaman kazanır ve bahar gelir… Bu işin fıtratı böyle…
(TR724)