[Doç. Dr. Mahmut Akpınar]
İslam medeniyetinin Batı karşısında gerilemesi ticareti ve ticari yolları, pazarları Batılılara kaptırması ticaret/bilim/sanatta kendisini yenileyememesiyle doğrudan ilgilidir. Coğrafi keşiflerle Avrupalılar yeni ticari kanallar yollar keşfetti, ticaretin yönünü, niteliğini değiştirdiler. Müslümanlar ise dünyadaki ticaret ağından koptular. Avrupa’da yetişen yeni, atılımcı tüccar sınıfı batı kalkınmasının lokomotifi oldu. Osmanlı ise hâkimiyet alanlarını sadece askeri güçle korumaya çalıştı. Öte yandan Müslüman unsurlar askerlik ve memuriyetle meşgul olurken, ticaret, zenaat, sanat bütünüyle gayrı Müslimlerin kontrolüne geçti. Müslümanlar servet kaynaklarından ve ticaret imkânlarından mahrum kaldılar. Kapitülasyonlarla birlikte İslam coğrafyası Batının pazarı haline geldi; pek çoğu işgale uğradı, sömürgeleştirildi.
Oysa ticaret İslam’ın teşvik ettiği bir alandı. İlk Müslümanların pek çoğu tüccardı. Resûlüllah (sav): “Rızk’ın onda dokuzu ticarettedir” “Doğru olan tacir kıyamet günü Arş-ı A’la’nın gölgesi altındadır.” “Kişinin yediği yemeğin en helali, el emeği ve meşru alışverişten elde ettiği kazançtır” buyurarak ticarete teşvik etmiştir.
Bu teşvikleri müteakip hicret ve ticaret birbirini tamamlayan bir bütünün iki parçası olmuştur. Ticaret, Müslümanlar için dünyevi kazanç yanında bir tebliğ aracı da olmuştur. Asrı Saadet’i müteakip asırlarda İslam, Endenozya’dan Güney Afrika uçlarına kadar uzanan sahiller boyunca Müslüman tüccarlar tarafından yayılmıştı. Selçuklu döneminde ticarete büyük önem verilmekte, kervansaraylar yapılmakta, tüccarlara önemli imkânlar ve kolaylık sunulmaktaydı. Osmanlı döneminde Müslüman halk daha ziyade tarıma, askerliğe ve memuriyete rağbet etmiştir. Bu durum Müslümanları ticaretten uzaklaştırmış, fakirliğe duçar etmiştir.
Bediüzzaman medeniyetin marifet, sanat ve ticaret üzerinde gelişip yükseldiğini ifade etmektedir. “Medeniyet neyle kaimdir?” sorusuna: “marifet ve sanat ve ticaretle” cevabını vermektedir. Bediüzzaman Osmanlı döneminde Müslüman unsurların ticaretten uzak kalıp memuriyet ve askerlikte istihdam olunmalarının Müslümanların aleyhine olduğunu, bu durumun: “Neslen ve serveten tedennîmize ve gayr-ı müslimlerin terakkisine” sebep olduğunu belirtmektedir. Müslüman unsurların memur olması ve askere gitmesi nedeniyle nüfuslarının artmadığı, gayrı Müslimlerin ticaretle meşgul olarak hem nüfuslarını, hem de zenginliklerini artırdığını, bunun ise birkaç asır içinde nüfus dengelerinde değişmelere neden olduğunu ifade etmektedir. Ticarette ve sanatta gayrı Müslimlerin aktif, etkin olması Müslüman unsurları ekonomik olarak zayıflatmıştır. Kapitülasyonlar sonrası azınlıkların batılı tüccarların ortağı/acentesi olması yerli üretimin ölmesine ve devletin iktisaden çöküşüne neden olmuştur.
Girişimcilik ve İşbirliği Kalkınmanın, Zenginliğin Motoru!
Bediüzzaman Müslümanların yeniden ayağa kalkabilmesi için iki şeye vurgu yapmaktadır: Teşebbüsü şahsi ve teşriki mesai. Yani girişimcilik ve işbirliği! Bireysel çalışma kadar işbirliği önemlidir. Zira işbirliği ve ortak çalışma verimliliği artırmaktadır. Bediüzzaman bunu müşterek dikiş iğnesi üreten adamlar örneği ile açıklamaktadır. On adam dikiş iğnesini ayrı ayrı yaptığında kişi başına üç iğne düşerken teşrikül mesai düsturuyla birleştiklerinde ve işbölümü yaptıklarında her birine günde üç yüz iğne düşmektedir. Günümüzde ticaret ve üretimde girişimcilik kadar doğru ortaklıklar kurma, müşterek çalışma, hatta şirket evlilikleri önem kazanmıştır. Benzer sektörlerdeki insanların beraber iş yapmaları üretimi ve rekabet şansını artırmakta, maliyeti düşürmektedir.
Bediüzzaman İhlas Risalesinde teşrikü’l-mesâi, iştirak-i a’mâl (ortak çalışma ve işlerde, çalışmalarda ortaklık) düsturlarına dikkati çeker. İştiraki emval (ticari ortaklık) düsturunun, zararsız ama büyük faydaları olduğunu ifade eder. Bu örneklerin dünyevi işler ve çalışmalar için de geçerli olduğu muhakkaktır. Bir örnekle gazyağı üzerinden dört beş adamın kiminin gazı, kiminin lambayı kiminin fitili, kiminin şişeyi getirerek herkesin eksik malzemelerle tam bir gaz lambasına malik olacağını ve ondan yararlanabileceğini söyler. Aslında bu yaklaşım Müslüman toplumlarda var olan sermaye kıtlığına çözüm olabilecek, sermaye ortaklıklarına teşvik olacak mahiyettedir. Sosyal hayatta ve ekonomik dünyada yeterli sermayeye, tecrübeye veya teşebbüs gücüne sahip olmayan esnaflar kimi tecrübesini, kimi sermayesini, kimi girişimciliğini ve dinamizmini ortaya koyarak güçlü ve büyük şirketler, sosyal ve kültürel oluşumlar kurabilirler. Böylece herkes kazanabilir, daha güçlü yapılar, kurumlar oluşturulabilir. Bunun için girişimcilik ve cesaret yanında “sırrı uhuvvet ve sırrı tesanüte” (kardeşlik ve birliktelik sırrına) uygun hareket edilmesi önemlidir. Bediüzzaman büyük servet güç elde etmek için ehli dünyanın, ehli siyasetin iştiraki emvali (mal ortaklığını) kendilerine rehber edindiğinden bahseder. Böylece harika bir kuvvet ve menfaat elde ettiklerini, ortaklıklar vesilesiyle her birisinin ortaklığın tamamına malik hükmünde olduklarını söyler.
Sünuhat adlı eserinde Batı medeniyetinin nasıl geliştiğini ve bu hale geldiğini anlatırken Batı’nın Avrupa’da sıkışmışlığından kaynaklanan ihtiyacın onu sanata, meraka ve ilme yönelttiğini söyler. Batı medeniyetinin inkişafı üzerinden günümüze ve İslam toplumlarına da bakan genel çıkarımlarda bulunur.
“Evet, fikr-i san’at, meyl-i mârifet, kesretten çıkar. ..tearüf ticareti, teavün iştirak-i mesaiyi intaç ettikleri gibi, temas dahi telâhuk-u efkârı, rekabet de müsâbakatı tevlit ederler.”
Tanışmanın ticareti artıracağını, yardımlaşmanın ortak çalışmayı doğuracağını, temasın yeni düşünceyi güçlendirip geliştireceğini, rekabetin ise yarışmayı ortaya çıkaracağını söylemektedir. Bir yönüyle ticari açıdan tanışma mekânları olan fuarlara, yardımlaşma ile yeni güçlü ortaklıkların kurulmasına ve niteliği ve yarışmayı artıran rekabetçi ortamlara dikkati çekmektedir. Temas ve tanışmanın fikri açılımlara gelişmelere kaynaklık etmesi çerçevesinde ilmi açıdan yeni fikirlerin paylaşılıp geliştirildiği, olgunlaştırıldığı ilmi toplantılara, panellere, konferanslara da vurgu yapılmaktadır.
Hizmet insanları memuruyla, tüccarıyla, eğitimcisiyle Anadoluya sıkışıp kalmış, dünyaya yeterince açılamamışlardı. 15 Temmuz ve sonrası yaşananlar birileri için zulüm aracı olsa da kader planında eğitimli, nitelikli, dürüst, başarılı Anadolu insanının dünyaya iyice yayılmasına vesile oldu. Müslümanlar ticaretten koptu, dünyadan koptu ve gerilemeye başladı. Yaşanan zorunlu Hicret Müslümanların ticareti yeniden keşfetmesine yardımcı olabilir. Hicret ve gidilen ülkelerin şartları sadece esanafı değil, memurları, öğretmenleri de ticarete zorluyor. Eğer ticari kanallar girişimcilik ve işbirliği ile değerlendirilebilir, insanlarımız ticari hayata yönebilirlerse Asrı Saadet sonrası tebliğin ticaret marifetiyle ve tüccarlar desteğinde yapıldığı gibi bir dönem daha yaşanabilir. Zira hicret ve ticaret birbirine çok yakın ve birbirini besleyen, gerektiren kavramlar.
Yurdundan sürülen, zulme maruz kalan insanlar için Zorunlu Hicret ticarete ve tebliğe dair yeni kapılar açıyor. Dünyaya dağılan Hizmet insanları ticareti, iletişimi, eğitimi, sosyal faaliyetleri yeniden tanımlayıp globalleşebilir. Sınırsız, engelsiz işbirlikleri, ortaklıklar kurabilirler. İnternet ortamı online eğitim, online ticaret her alanda büyük imkanlar sunuyor.
Oysa ticaret İslam’ın teşvik ettiği bir alandı. İlk Müslümanların pek çoğu tüccardı. Resûlüllah (sav): “Rızk’ın onda dokuzu ticarettedir” “Doğru olan tacir kıyamet günü Arş-ı A’la’nın gölgesi altındadır.” “Kişinin yediği yemeğin en helali, el emeği ve meşru alışverişten elde ettiği kazançtır” buyurarak ticarete teşvik etmiştir.
Bu teşvikleri müteakip hicret ve ticaret birbirini tamamlayan bir bütünün iki parçası olmuştur. Ticaret, Müslümanlar için dünyevi kazanç yanında bir tebliğ aracı da olmuştur. Asrı Saadet’i müteakip asırlarda İslam, Endenozya’dan Güney Afrika uçlarına kadar uzanan sahiller boyunca Müslüman tüccarlar tarafından yayılmıştı. Selçuklu döneminde ticarete büyük önem verilmekte, kervansaraylar yapılmakta, tüccarlara önemli imkânlar ve kolaylık sunulmaktaydı. Osmanlı döneminde Müslüman halk daha ziyade tarıma, askerliğe ve memuriyete rağbet etmiştir. Bu durum Müslümanları ticaretten uzaklaştırmış, fakirliğe duçar etmiştir.
Bediüzzaman medeniyetin marifet, sanat ve ticaret üzerinde gelişip yükseldiğini ifade etmektedir. “Medeniyet neyle kaimdir?” sorusuna: “marifet ve sanat ve ticaretle” cevabını vermektedir. Bediüzzaman Osmanlı döneminde Müslüman unsurların ticaretten uzak kalıp memuriyet ve askerlikte istihdam olunmalarının Müslümanların aleyhine olduğunu, bu durumun: “Neslen ve serveten tedennîmize ve gayr-ı müslimlerin terakkisine” sebep olduğunu belirtmektedir. Müslüman unsurların memur olması ve askere gitmesi nedeniyle nüfuslarının artmadığı, gayrı Müslimlerin ticaretle meşgul olarak hem nüfuslarını, hem de zenginliklerini artırdığını, bunun ise birkaç asır içinde nüfus dengelerinde değişmelere neden olduğunu ifade etmektedir. Ticarette ve sanatta gayrı Müslimlerin aktif, etkin olması Müslüman unsurları ekonomik olarak zayıflatmıştır. Kapitülasyonlar sonrası azınlıkların batılı tüccarların ortağı/acentesi olması yerli üretimin ölmesine ve devletin iktisaden çöküşüne neden olmuştur.
Girişimcilik ve İşbirliği Kalkınmanın, Zenginliğin Motoru!
Bediüzzaman Müslümanların yeniden ayağa kalkabilmesi için iki şeye vurgu yapmaktadır: Teşebbüsü şahsi ve teşriki mesai. Yani girişimcilik ve işbirliği! Bireysel çalışma kadar işbirliği önemlidir. Zira işbirliği ve ortak çalışma verimliliği artırmaktadır. Bediüzzaman bunu müşterek dikiş iğnesi üreten adamlar örneği ile açıklamaktadır. On adam dikiş iğnesini ayrı ayrı yaptığında kişi başına üç iğne düşerken teşrikül mesai düsturuyla birleştiklerinde ve işbölümü yaptıklarında her birine günde üç yüz iğne düşmektedir. Günümüzde ticaret ve üretimde girişimcilik kadar doğru ortaklıklar kurma, müşterek çalışma, hatta şirket evlilikleri önem kazanmıştır. Benzer sektörlerdeki insanların beraber iş yapmaları üretimi ve rekabet şansını artırmakta, maliyeti düşürmektedir.
Bediüzzaman İhlas Risalesinde teşrikü’l-mesâi, iştirak-i a’mâl (ortak çalışma ve işlerde, çalışmalarda ortaklık) düsturlarına dikkati çeker. İştiraki emval (ticari ortaklık) düsturunun, zararsız ama büyük faydaları olduğunu ifade eder. Bu örneklerin dünyevi işler ve çalışmalar için de geçerli olduğu muhakkaktır. Bir örnekle gazyağı üzerinden dört beş adamın kiminin gazı, kiminin lambayı kiminin fitili, kiminin şişeyi getirerek herkesin eksik malzemelerle tam bir gaz lambasına malik olacağını ve ondan yararlanabileceğini söyler. Aslında bu yaklaşım Müslüman toplumlarda var olan sermaye kıtlığına çözüm olabilecek, sermaye ortaklıklarına teşvik olacak mahiyettedir. Sosyal hayatta ve ekonomik dünyada yeterli sermayeye, tecrübeye veya teşebbüs gücüne sahip olmayan esnaflar kimi tecrübesini, kimi sermayesini, kimi girişimciliğini ve dinamizmini ortaya koyarak güçlü ve büyük şirketler, sosyal ve kültürel oluşumlar kurabilirler. Böylece herkes kazanabilir, daha güçlü yapılar, kurumlar oluşturulabilir. Bunun için girişimcilik ve cesaret yanında “sırrı uhuvvet ve sırrı tesanüte” (kardeşlik ve birliktelik sırrına) uygun hareket edilmesi önemlidir. Bediüzzaman büyük servet güç elde etmek için ehli dünyanın, ehli siyasetin iştiraki emvali (mal ortaklığını) kendilerine rehber edindiğinden bahseder. Böylece harika bir kuvvet ve menfaat elde ettiklerini, ortaklıklar vesilesiyle her birisinin ortaklığın tamamına malik hükmünde olduklarını söyler.
Sünuhat adlı eserinde Batı medeniyetinin nasıl geliştiğini ve bu hale geldiğini anlatırken Batı’nın Avrupa’da sıkışmışlığından kaynaklanan ihtiyacın onu sanata, meraka ve ilme yönelttiğini söyler. Batı medeniyetinin inkişafı üzerinden günümüze ve İslam toplumlarına da bakan genel çıkarımlarda bulunur.
“Evet, fikr-i san’at, meyl-i mârifet, kesretten çıkar. ..tearüf ticareti, teavün iştirak-i mesaiyi intaç ettikleri gibi, temas dahi telâhuk-u efkârı, rekabet de müsâbakatı tevlit ederler.”
Tanışmanın ticareti artıracağını, yardımlaşmanın ortak çalışmayı doğuracağını, temasın yeni düşünceyi güçlendirip geliştireceğini, rekabetin ise yarışmayı ortaya çıkaracağını söylemektedir. Bir yönüyle ticari açıdan tanışma mekânları olan fuarlara, yardımlaşma ile yeni güçlü ortaklıkların kurulmasına ve niteliği ve yarışmayı artıran rekabetçi ortamlara dikkati çekmektedir. Temas ve tanışmanın fikri açılımlara gelişmelere kaynaklık etmesi çerçevesinde ilmi açıdan yeni fikirlerin paylaşılıp geliştirildiği, olgunlaştırıldığı ilmi toplantılara, panellere, konferanslara da vurgu yapılmaktadır.
Hizmet insanları memuruyla, tüccarıyla, eğitimcisiyle Anadoluya sıkışıp kalmış, dünyaya yeterince açılamamışlardı. 15 Temmuz ve sonrası yaşananlar birileri için zulüm aracı olsa da kader planında eğitimli, nitelikli, dürüst, başarılı Anadolu insanının dünyaya iyice yayılmasına vesile oldu. Müslümanlar ticaretten koptu, dünyadan koptu ve gerilemeye başladı. Yaşanan zorunlu Hicret Müslümanların ticareti yeniden keşfetmesine yardımcı olabilir. Hicret ve gidilen ülkelerin şartları sadece esanafı değil, memurları, öğretmenleri de ticarete zorluyor. Eğer ticari kanallar girişimcilik ve işbirliği ile değerlendirilebilir, insanlarımız ticari hayata yönebilirlerse Asrı Saadet sonrası tebliğin ticaret marifetiyle ve tüccarlar desteğinde yapıldığı gibi bir dönem daha yaşanabilir. Zira hicret ve ticaret birbirine çok yakın ve birbirini besleyen, gerektiren kavramlar.
Yurdundan sürülen, zulme maruz kalan insanlar için Zorunlu Hicret ticarete ve tebliğe dair yeni kapılar açıyor. Dünyaya dağılan Hizmet insanları ticareti, iletişimi, eğitimi, sosyal faaliyetleri yeniden tanımlayıp globalleşebilir. Sınırsız, engelsiz işbirlikleri, ortaklıklar kurabilirler. İnternet ortamı online eğitim, online ticaret her alanda büyük imkanlar sunuyor.