Gurbette Pazarın Yolu…

[Mahmut Akpınar]

Zulüm düzeni 15 Temmuz sonrası zirveye ulaştı. Meş’um darbe tiyatrosu sonrasında ülke okuyan, yazan, düşünen, üreten insanlara cehenneme döndü. Hizmet insanları için travmatik, dramatik bir süreç başladı. Zira ülkede demokrasinin, hukukun, temel insan haklarının kırıntısının kalmadığı bir döneme girilmişti. “Darbe” gerekçesiyle iktidar dilediğini yapabiliyordu. Mafyatik yollarla mala çöküyor; sorgusuz sualsiz, kadın, bebek, yaşlı insanları hapislere dolduruyordu.
15 Temmuzu müteakip canını, malını güvende hissetmeyen pek çok insan ülkeyi terketmek zorunda kaldı. Bu, aniden bastıran felaket gibi şok halinde gelen zorunlu hicretti. Kimisi çoluk çocuğuyla çıkabildi, kimi tek başına. Balkan Harplerinde, Kafkas göçlerinde yaşanana benzer insanlar hızla ülkesinden uzaklaştı. Bir nesil yetişsin diye servetini, ömrünü, huzurunu feda ettiği vatanından kaçarcasına ayrıldı. Tıpkı ilk muhacirler gibi!
Bu zorunlu Hicrette de Ensar vardı, Necaşiler vardı, Muhacirler vardı. Önceden göçenler son gelenlere muhacir oldu. Necaşi sıcaklığında kucaklayan ülkeler, yöneticiler çıktı. Ensar evlerini açtı, imkânlarını paylaştı. Dün Anadolu’nun bakıp gördüğü ülkeler şimdi Anadolu’nun yiğit insanlarının yarasını sarmak, derdini paylaşmak için didiniyor. Zorunlu Hicret nefis terbiyesi ve dünya açısından tam bir sıfırlanma yaşattı bize. Çıkabilenler hapistekilere göre elbette şanslıydı ama zorlu bir yaşam mücadelesi başlamıştı. Makamlar, mallar, evler, itibarlar hep geride kalmıştı.
İnsanlar yurt dışına sınırlı imkânlarla çıkabildiler. Bu, zulüm düzeninden kurtulmak anlamına gelse de devasa zorlukların başlangıcıydı. İnsanlar dilini, hukukunu, âdetini bilmedikleri bir ülkede en dipten tırmanmak zorundaydılar. Geçen sürede pek çoğu bir işe başlayamadı; hazırı tüketmekle, toprağa tırnağını geçirmek için çabalamakla meşguller.
Önümüzdeki 3-5 yıl içinde bu insanların hayatın her alanında başarılı olacaklarından zerre şüphem yok. Zira bu göç dalgası ile gelenler her sahadan, en nitelikli, temayüz etmiş kişiler ve hak ettikleri noktalara geleceklerdir. Muhacirlerin içinde Hz. Abdurrahman Bin Avf gibi ticareti bilen: “Bana bir ip ver ve pazarın yolunu göster” diyecek çok kimse var. Ama yıllarca farklı işler yapmış, mesleğini icra edemeyen ve ticareti bilmeyen çok kişi de var.
Peki, gurbette bu insanlara pazarın yolunu göstermek nasıl olacak?

Ensara düşen işler:
Ülkelerde bulunan rehberler/ensar mesleklere göre broşürler hazırlamalı. Orada öğretmen, avukat, doktor, akademisyen olabilmek için neler gerekli, hangi süreçlerden geçiliyor, hangi sertifikalar isteniyor ve bunlar nasıl elde edilebiliyor yazmalılar. Her şeyden önemlisi aynı yollardan geçmiş kişiler varsa muhacirler onların nezaretine verilmeli ve bir bebeğe yürüme öğretircesine yolları beraberce kat etmeliler. İnsanlar gelinen ülkenin dilini, kültürünü, şartlarını bilmiyor. Onlara “kendi başına iş kur” demek Kaf Dağı’na çık demekten zor. Bu noktada ensar-rehberler iş kurmanın tüm aşamalarında muhacirlerin yanında olmalı, iş düzene girinceye kadar da desteği kesmemeliler.
İnsanlara pazarın yolunu göstermek yerine elinden tutup pazara bizzat götürmek, pazarın her yönünü ayrıntılı ve uygulamalı anlatmak gerekiyor. Her insan Abdurrahman Bin Avf gibi becerikli ve iş bilir olmayabilir. Rehberlik yapma, destek konusunda yılgınlık, bıkkınlık emaresi gösterilmemeli. Her şeyini yitirmiş insanların halini, psikolojisini anlamalı ve sabırlı olunmalı. Sağlıklı veriler temin etmek, muhacirlerin yoluna ışık tutmak ama kararı onlara bırakmak lazım.
İstismarlara yol açmamak için itimat edilir insanlardan meşveret heyetleri oluşturulabilir ve ortak akılla tavsiyeler verilebilir. Ülkeyi, ticareti, konuyu bilen akil heyetlerle herkesin durumunu tek tek ve derinlemesine incelemek, istişare ile sonuca varmak riski azaltacaktır. Gelen insanlara yeni bir mağduriyet yaşatmamaya, güvenilmez insanların eline düşürmemeye dikkat edilmelidir.
Ensardan işadamları mevcut işini sürdürürken kendisine yeni fırsat olacak şekilde muhacirlerle ortak yatırımlar düşünebilir. Türkiye’den gelen insanlar çoğunlukla başarılı geçmişe sahip, nitelikli kişiler ancak tedirgin ve ürkekler. Kurulacak ortaklıkla ensar ticaretini büyütme, yeni sektörlere girme fırsatı yakalayabilir. Fakat beklentiler farklı olabiliyor. Eskiler riske girmek istemiyor, yeniler bir an önce hayata tutunacak yollar arıyor. İyi etüt edilmeden atılacak adımlar başarısızlık yanında kardeşliğe zarar verebilir. Bu nedenle Kur’an’ın emri gereği her şeyi ayrıntılı düşünüp yazmak çok önemli.
Özellikle prosedüre, resmi işlere dair konularda ciddi acemilikler, bilgisizlikler yaşanıyor. Bu konuda muhacirin önüne düşülmeli. Yeterli eleman yoksa dil bilen öğrencilerin rehberlik, tercümanlık yapması sonuç veren bir yöntem.
Rehber arkadaşların artık takip etmesi gereken çok fazla kalem yok. Varsa da, bir kenara konmalı ve öncelik çaba sarfeden muhacirlere verilmeli. Yeni gelenlere sağlam, kalıcı bir hayat kurmadan eskiler/rehberler kendini rahat hissetmemeli. İnsan unsurunu ve onun potansiyelini aktive etmek en önemli hizmet kalemi. Toprağından sökülmüş bu verimli ağaçları yeniden meyve verecekleri sağlam bir zeminle buluşturmak bugünlerin en hayati işi! Zira insanlar maişetini temin edemedikçe rahat olamıyor; başka bir şey düşünemiyor.
Muhacire düşenler:
Öncelikle yeni bir ülkede tutunmanın kolay olmayacağını, sabretmek gerektiğini bilmemiz gerekiyor. Ayrıca eski hal muhal. Önceki özlemleri, hayat standardını, imkânlarımızı bir kenara bırakıp burada tutunmanın, yeni bir başlangıç yapmanın yollarını bulmalıyız. Bu noktada seçici olma lüksümüz yok! Kök salana, buraların şartlarını öğrenene kadar hayatımızı idame ettirecek her işi yapmayı kabullenmek gerekiyor.
Pek çok memur, öğretmen küçük birikimlerle küçük işlere girmeye ve hayata tutunmaya çalışıyor. O nedenle elimizdeki küçük sermayeyi heder etmeden kullanmalıyız. Özellikle işin yeni kurulduğu dönemde geceyi gündüze katıp çalışmak önemli. Temizlikten bulaşığa her işi yapmaktan gocunmamalıyız. Eğitimciler, beyin işçileri kas gücüne dayalı işlerde başlarda zorlansalar da insanoğlu her şeye alışıyor. Memur, öğretmen iken kebap-yemek sektörüne giren ve başaran örnekler var. Hayata tutunduktan sonra ilerde kariyere uygun işlere yönelebilirler.
Türkiye’de olup yeterli sermayesi olmayan ama çıkmayı düşünen, vizesi olmayan arkadaşlar için vize istemeyen, hayat şartlarının ucuz ve kolay olduğu ülkeler var. Oralara çıkılabilir diye düşünüyorum. Batı ülkeleri çok pahalı ve prosedürler çok uzun. Eğer iltica olmayacaksa ve güçlü sermaye yoksa batılı ülkelerde maişet gideri birikimi hızlıca tüketebiliyor. Ülke seçiminde gelişmişlik, Türkiye’ye yakınlık gibi etkenlerden öte iş imkânları, fırsatlar gözetilmeli.
Gurbette küçük ve az riskle işe başlamak yaşanacak öğrenme sürecinin maliyetini düşürecektir. Türkiye’de sektörü bilseniz bile göçtüğünüz ülkenin şartlarını kurallarını tanımak zaman alıyor. İddialı girerek sermayeyi heder etmektense dikkatli ve küçük adımlarla yürümek tercih edilebilir. Dili, şartları öğrendikçe sağlam ve büyük adımlarla işler büyütülebilir.
Gurbette pazarın yolu zor! İpi omzuna alıp ticaret yapılacak dönemler geride kaldı. Artık ticaret karmaşık ve kurallara bağlı. O nedenle Muhacir ipi omzuna alıp pazarın yolunu sorsa dahi, Ensar pazarı uzaktan göstermemeli. Mekke’den Medine’ye göç aynı dil, kültür, coğrafya içinde bir hicretti. Şimdi ki muhacirler pek çok zorluğa, yabancılığa maruzlar. Bu insanların elinden tutmak, her safhada onlara destek olmak çok hayati. Rehberler, ensar bütünüyle bununla meşgul olsalar değer. Çünkü onlar o ülkelerin geleceği olacaklar.
Bu zulüm süreci elbette bitecek fakat kanaatimce Türkiye’ye geri dönüşler değil, Türkiye’den dünyaya yeni dağılmalar yaşanacak! Eğer dünyanın bu insanlara/anlayışa ihtiyacı varsa Hikmet gereği bu dağılma artarak devam edecektir. Bugünün muhacirleri yarının ensarı olacaklar. Peki, mevcutlara iş-güç kuramamışken, yeni göç dalgalarıyla nasıl baş edilecek?