[Mahmut Akpınar]
Bir ülkede hukuka en başta uyması gereken Devlet Başkanı hiçbir yasaya, mantığa sığmayan cümleler kurup: ”Cezalarını tamamlayıp dışarı çıkanlar olursa zaten milletimiz dışarda her gördüğünde onlara gereken cezayı vereceklerdir” diyor.
Gazeteci Can Dündar’a: “O’nu öyle bırakmam! Onunla görülecek hesabımız var!” diye medya önünde tehdit ediyor ve sonra pek çok gazetecinin başına işler geliyor.
Tetikçi gazeteciler alenen bir TV programında yurt dışında yaşayan bazı gazetecilerin/aydınların suikastlarla öldürülmesinden bahsediyor. Bu konuda birim kurulduğuna dair haberler geçiliyor.
On beş yıldır hiç ülkesine gelmemiş, Türkiye’de yaşanan olayların bir yerinde olması mümkün olmayan bir Türk öğretmeni, mafyatik yöntemlerle Türkiye’ye getiriyorlar. Bunu “zafer” modunda manşet yapıyorlar.
İşkence görüntülerini, fotoğraflarını çekinmeden servis ediyorlar.
Ülkenin en önemli insanlarını (işadamı, bürokrat, siyasetçi, aydın vs.) tutukluyor ve itibarsızlaştırıyorlar.
“Suçun şahsiliği” diye evrensel -aynı zamanda İslami- bir ilke olduğu halde babaları-eşleri gözdağı için hapse atıyorlar. Hukuk kırıntısının olduğu bir ülkede görülmeyecek tablolar sergiliyorlar.
Nasıl ve neden bu kadar pervasız, zalim, aymaz oluyorlar?
Madem yapıyorlar neden kamuoyuna ilan ediyor, görüntüleri paylaşıyorlar?
Mafyaların, suç örgütlerinin çalışma tarzı böyledir. Acımazsızlıkla, intikamla ve orantısız mukabele ile kişilere, kitlelere diz çöktürür, teslim alırlar. Eğer onların kurduğu acımasız düzene başkaldırmaya yeltenen olursa herkesin önünde ve insafsızca infaz ederler ki başka sesler çıkmasın! Bu yöntem korunmasız, gündelik hayatını yaşayan insanlarda çok etkili olur. Kendisini ve ailesini düşünen kişiler belaya bulaşmak yerine ses çıkarmamayı ve itaat etmeyi seçerler. Böylece Zorbalar büyük kalabalıkları sınırlı sayıda güçle, korku ve tehditle kontrol altına alabilir.
Mafyatik devlet başkanları, diktatörler de aynı şeyleri yaparlar. Muhaliflerini herkesin gözü önünde ve “ibretlik” şekilde cezalandırırlar ki diğerleri çekinsin ve biat etsin. Bu sayede toplumda korkuya ve şiddete dayalı hâkimiyet kurarlar. Ancak korku egemenliğini sürdürebilmek her zaman daha büyük ve daha vicdansız korkular üretmeye bağlıdır. Zamanla iktidarın insafsız, merhametsiz yüzünü göstermek bir devlet politikası haline gelir.
Bu mafyatik yöntemler kamu gücüyle, medya desteğiyle ve bir plana dayalı şekilde devletler eliyle yapıldığında biz buna “psikolojik harekât” diyoruz. AKP iktidarının son dönemde yaptıkları toplumu sindirmeye, iradesini kırmaya, teslim almaya yönelik, medya-iktidar koordinasyonuyla yapılan psikolojik harekât uygulamalarıdır. Devletler bu işleri sosyoloji, psikoloji, sosyal psikolojiden de yararlanarak “bilimsel yöntemlerle” yaparlar. Sonuçları analiz ederler ve yeni teknikler geliştirirler. Diktatörlerin beklentisi de mafyanınkinden farklı değildir. Mafya sınırlı güçle lokal bir alanı kontrol ederken, mafyatik devletler tüm devleti, ülkeyi, toplumu kontrol etmek ister.
Son dönemde genelde topluma, özelde Hizmet Hareketine psikolojik harekât uygulanmaktadır. Bununla itiraz etme, eleştirme niyeti-ihtimali olanlara gözdağı verilmektedir. Yurt dışındaki kaçırmalar, yandaş yönetimlerce baskı kurmalar, suikast tehditleri Hizmet Hareketini yurt dışında kilitlemeye ve hareket edemez hale getirmeye yöneliktir.
Yurt içinde ağır baskı altındaki insanlara bir şey diyemiyoruz ancak Hizmet Hareketinin yurt dışında ciddi ve nitelikli beşeri potansiyeli var. Maalesef bu potansiyel Erdoğan iktidarının estirdiği şiddet ve korku havası nedeniyle gerektiği kadar değerlendirilemiyor. Bu tuhaflığı tabloyu görebilen pek çok kişi dile getiriyor. İnsanlar yaşanılan ağır travmayı hala atlatamadılar. Pek çoğu Türkiye’deki yakınlarını düşünüp eylemsiz kalmayı tercih ediyor. Bazıları da yanlış bir kadercilik anlayışıyla mucizeyle zulmün sona ermesini, Zalim’in tepetaklak olmasını bekliyor; kendine düşen görevleri ihmal ediyor. Yurt dışındaki insanlarda artan hareketlenme, canlanma var ise de potansiyele göre yetersizdir. Dışarıda eğitimli, nitelikli, dil bilen çok insan var ama bunlar bazen endişeyle /korkuyla, bazen bireysel hareket etmeye alışkın olmadıkları için kabiliyet ve potansiyelini yeterince kullanamıyor.
Türkiye’deki problemleri içten çözmenin yolları tıkandı. Bu şartlarda AKP içinden bir çatlak oluşması, toplumsal güçlü tepki ihtimalleri zayıf. Zira muhalefet etmesi, gücü dengelemesi gereken kurumlar/kişiler korku düzeninin esiri oldular. Türkiye’deki zulüm ve baskı düzeni dışarda anlatılabilir, dünyada farklı kulvarlarda hak aranabilir, demokratik ülkelerin kamuoylarına seslenilebilir. Bir yandaş TV kanalında iki tetikçi gazetecinin alenen suikastları dillendirmesi yurt dışında giderek artan uyanışın ve hareketin önünü kesmeye yönelik diye düşünüyoruz. Kendilerince konuşan, yazan, zulüm düzenini sorgulayan aydınlara, gazetecilere ayar ve korku veriyorlar.
Eğer insanlar böylesi mafyatik tehditlerden korkar ve sinerse meydan bu yamyamlara ve onların korku düzenine terk edilmiş olur. Aksine daha gür ve daha çok ses çıkarmak, bunları daha fazla rahatsız etmek lazım. Mafyanın tehditlerine boyun eğdiğiniz sürece baskısı, talepleri artar. Ama birlikte ve güçlü şekilde ses verilirse mafya düzeni sarsılır, sorgulamalar artar, kâğıttan kaleler yıkılır. Bu yönüyle çok geç de olsa CHP’nin yürüyüşleri önemli görünüyor.
Korku bulaşıcıdır, birileri korkarsa ötekiler de korkmaya başlar. Bir süre sonra korku atmosferi tüm ülkeyi esir alabilir. Ama cesaret de bulaşıcıdır. Biri ses verince başkaları da verir.
M.Akif’in dediği gibi: “Dünyada tek hak sahibi, hakkımı vermem diyendir.”
(tr724)
Gazeteci Can Dündar’a: “O’nu öyle bırakmam! Onunla görülecek hesabımız var!” diye medya önünde tehdit ediyor ve sonra pek çok gazetecinin başına işler geliyor.
Tetikçi gazeteciler alenen bir TV programında yurt dışında yaşayan bazı gazetecilerin/aydınların suikastlarla öldürülmesinden bahsediyor. Bu konuda birim kurulduğuna dair haberler geçiliyor.
On beş yıldır hiç ülkesine gelmemiş, Türkiye’de yaşanan olayların bir yerinde olması mümkün olmayan bir Türk öğretmeni, mafyatik yöntemlerle Türkiye’ye getiriyorlar. Bunu “zafer” modunda manşet yapıyorlar.
İşkence görüntülerini, fotoğraflarını çekinmeden servis ediyorlar.
Ülkenin en önemli insanlarını (işadamı, bürokrat, siyasetçi, aydın vs.) tutukluyor ve itibarsızlaştırıyorlar.
“Suçun şahsiliği” diye evrensel -aynı zamanda İslami- bir ilke olduğu halde babaları-eşleri gözdağı için hapse atıyorlar. Hukuk kırıntısının olduğu bir ülkede görülmeyecek tablolar sergiliyorlar.
Nasıl ve neden bu kadar pervasız, zalim, aymaz oluyorlar?
Madem yapıyorlar neden kamuoyuna ilan ediyor, görüntüleri paylaşıyorlar?
Mafyaların, suç örgütlerinin çalışma tarzı böyledir. Acımazsızlıkla, intikamla ve orantısız mukabele ile kişilere, kitlelere diz çöktürür, teslim alırlar. Eğer onların kurduğu acımasız düzene başkaldırmaya yeltenen olursa herkesin önünde ve insafsızca infaz ederler ki başka sesler çıkmasın! Bu yöntem korunmasız, gündelik hayatını yaşayan insanlarda çok etkili olur. Kendisini ve ailesini düşünen kişiler belaya bulaşmak yerine ses çıkarmamayı ve itaat etmeyi seçerler. Böylece Zorbalar büyük kalabalıkları sınırlı sayıda güçle, korku ve tehditle kontrol altına alabilir.
Mafyatik devlet başkanları, diktatörler de aynı şeyleri yaparlar. Muhaliflerini herkesin gözü önünde ve “ibretlik” şekilde cezalandırırlar ki diğerleri çekinsin ve biat etsin. Bu sayede toplumda korkuya ve şiddete dayalı hâkimiyet kurarlar. Ancak korku egemenliğini sürdürebilmek her zaman daha büyük ve daha vicdansız korkular üretmeye bağlıdır. Zamanla iktidarın insafsız, merhametsiz yüzünü göstermek bir devlet politikası haline gelir.
Bu mafyatik yöntemler kamu gücüyle, medya desteğiyle ve bir plana dayalı şekilde devletler eliyle yapıldığında biz buna “psikolojik harekât” diyoruz. AKP iktidarının son dönemde yaptıkları toplumu sindirmeye, iradesini kırmaya, teslim almaya yönelik, medya-iktidar koordinasyonuyla yapılan psikolojik harekât uygulamalarıdır. Devletler bu işleri sosyoloji, psikoloji, sosyal psikolojiden de yararlanarak “bilimsel yöntemlerle” yaparlar. Sonuçları analiz ederler ve yeni teknikler geliştirirler. Diktatörlerin beklentisi de mafyanınkinden farklı değildir. Mafya sınırlı güçle lokal bir alanı kontrol ederken, mafyatik devletler tüm devleti, ülkeyi, toplumu kontrol etmek ister.
Son dönemde genelde topluma, özelde Hizmet Hareketine psikolojik harekât uygulanmaktadır. Bununla itiraz etme, eleştirme niyeti-ihtimali olanlara gözdağı verilmektedir. Yurt dışındaki kaçırmalar, yandaş yönetimlerce baskı kurmalar, suikast tehditleri Hizmet Hareketini yurt dışında kilitlemeye ve hareket edemez hale getirmeye yöneliktir.
Yurt içinde ağır baskı altındaki insanlara bir şey diyemiyoruz ancak Hizmet Hareketinin yurt dışında ciddi ve nitelikli beşeri potansiyeli var. Maalesef bu potansiyel Erdoğan iktidarının estirdiği şiddet ve korku havası nedeniyle gerektiği kadar değerlendirilemiyor. Bu tuhaflığı tabloyu görebilen pek çok kişi dile getiriyor. İnsanlar yaşanılan ağır travmayı hala atlatamadılar. Pek çoğu Türkiye’deki yakınlarını düşünüp eylemsiz kalmayı tercih ediyor. Bazıları da yanlış bir kadercilik anlayışıyla mucizeyle zulmün sona ermesini, Zalim’in tepetaklak olmasını bekliyor; kendine düşen görevleri ihmal ediyor. Yurt dışındaki insanlarda artan hareketlenme, canlanma var ise de potansiyele göre yetersizdir. Dışarıda eğitimli, nitelikli, dil bilen çok insan var ama bunlar bazen endişeyle /korkuyla, bazen bireysel hareket etmeye alışkın olmadıkları için kabiliyet ve potansiyelini yeterince kullanamıyor.
Türkiye’deki problemleri içten çözmenin yolları tıkandı. Bu şartlarda AKP içinden bir çatlak oluşması, toplumsal güçlü tepki ihtimalleri zayıf. Zira muhalefet etmesi, gücü dengelemesi gereken kurumlar/kişiler korku düzeninin esiri oldular. Türkiye’deki zulüm ve baskı düzeni dışarda anlatılabilir, dünyada farklı kulvarlarda hak aranabilir, demokratik ülkelerin kamuoylarına seslenilebilir. Bir yandaş TV kanalında iki tetikçi gazetecinin alenen suikastları dillendirmesi yurt dışında giderek artan uyanışın ve hareketin önünü kesmeye yönelik diye düşünüyoruz. Kendilerince konuşan, yazan, zulüm düzenini sorgulayan aydınlara, gazetecilere ayar ve korku veriyorlar.
Eğer insanlar böylesi mafyatik tehditlerden korkar ve sinerse meydan bu yamyamlara ve onların korku düzenine terk edilmiş olur. Aksine daha gür ve daha çok ses çıkarmak, bunları daha fazla rahatsız etmek lazım. Mafyanın tehditlerine boyun eğdiğiniz sürece baskısı, talepleri artar. Ama birlikte ve güçlü şekilde ses verilirse mafya düzeni sarsılır, sorgulamalar artar, kâğıttan kaleler yıkılır. Bu yönüyle çok geç de olsa CHP’nin yürüyüşleri önemli görünüyor.
Korku bulaşıcıdır, birileri korkarsa ötekiler de korkmaya başlar. Bir süre sonra korku atmosferi tüm ülkeyi esir alabilir. Ama cesaret de bulaşıcıdır. Biri ses verince başkaları da verir.
M.Akif’in dediği gibi: “Dünyada tek hak sahibi, hakkımı vermem diyendir.”
(tr724)