[Tarık Toros]
Teşhisi böyle yapacaksınız.
Suç işlemiş ve işlediği suçtan dolayı korkan, bunu kapatmak için yapmayacağı şey olmayan bir çete bu.
Bunlarla oturulmaz.
Müzakere edilmez.
Bastığı yere basılmaz.
Soluduğu hava teneffüs edilmez.
Akıl sağlığını korumak için kürsü nutukları dinlenmez.
Adam yerine konmaz.
Bunlar;
Konuştuğunda yalan söyler.
Söz verince sözünden cayar.
Emanete hıyanet eder.
Şu son üç madde münafıklığın da alametidir gerçi, lakin bunlar ondan da öte bir şebeke!
Öyle oturup dünkü ve bugünkü laflarını karşılaştırmaya falan ne hacet..!
O eşik geçileli yıllar oluyor.
Tarihin görüp göreceği en kaypak ve pragmatist bir güruhla karşı karşıyayız.
Devleti tüm unsurlarıyla ele geçirmişler, binlerce memurunu mafyatik haydutluğuna alet ediyor.
Misal mi?
Dolunay Kışlalı.
1999’da terörün katlettiği saygın bir akademisyen ve yazar Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın kızı.
Sabiha Gökçen Havalimanı’nda kitap gazete bayii var.
Geçen hafta içinde aynı havalimanından Priştine’ye uçmak istiyor.
Ne çare, pasaportuna “iptal edildiği” gerekçesiyle el konuluyor.
Dolunay Kışlalı’nın Fransız kökenli annesinden dolayı Fransız pasaportu da var.
Polis buna itibar etmiyor.
Gerçi, Dolunay Kışlalı da Türk pasaportunun iptal gerekçesini anlamadan çıkmak istemiyor.
Türk pasaportu, egemenlerin önüne geleni içeri tıkmak için her şüpheliye astığı malum yafta, ByLock gerekçesiyle iptal edilmiş.
Dolunay Kışlalı ifadesinde, havalimanındaki mekânında kablosuz internete bağlanan herhangi bir müşterisinin veya polis memurunun ByLock kullanıcısı olabileceğini, kendisinin kullanmadığını anlatıyor.
Pasaportu iade ediliyor.
***
Şimdi öyküyü çözümleyelim:
-Keyfi olarak pasaportunuz iptal ediliyorsa…
-Bunu havalimanında, elinizde biletiniz, yurt dışına çıkmak üzereyken öğreniyorsanız…
-Başka ülkeye ait pasaportunuz dikkate alınmıyorsa…
-Hakkınızda herhangi bir arama, yakalama kararı olmadığı halde, açık cezaevine dönmüş ülkede kalakalıyorsanız…
-(Bir diğer rivayete göre) Yerli pasaport, “terör örgütünün kripto mesajlaşma programı ByLock” gerekçesiyle alıkonulmuş, yabancı ülke pasaportu ile çıkmanıza izin veriliyorsa…
-Sonrasında “A pardon, söylediğiniz gibi sizin internetinize bağlanan biri takılmış olabilir” denilip pasaportunuz iade ediliyorsa…
-Ve başınızın belaya girmesini, teröre kurban gitmiş merhum bir yazar/akademisyenin kızı olduğunuz için atlatıyorsanız…
Kimse kusura bakmasın, yaşanan haydutluktur!
Yöntem mafya yöntemidir!
Yapan, azmettiren, talimat veren, uygulayan, topu birden çetedir!
***
İçeride on binlercesinin yukarıdaki gibi bir öyküsü var.
Kimse de dikkate almıyor.
Atmışlar içeri, aylardır… İddianame yok, mahkeme yok, seslerini duyan yok, on binlerce gariban dört duvarın arasında çile dolduruyor.
***
Çok korkuyorlar.
Korktukları için de böyle davranıyorlar.
15 Temmuz darbesi, en hafif tabiriyle kontrollü darbe.
Bu ortaya çıktı.
Tel tel dökülüyor.
Ne oldu biliyor musunuz?
221 sanığın yargılandığı Genelkurmay çatı davası, 30 Ekim’e ertelendi.
Niye?
İfadeler kurgularını bozdu da ondan.
Tam 4.5 ay sonrasına ertelenir mi, böyle mühim bir dava?
Konuşulmasın istiyorlar.
Yazan siteler bloklanıyor, ilgili yazılara, haberlere erişim yasağı konuyor.
Adem Yavuz Arslan, kitap yazar gibi, gün gün, celse, celse irdeliyor, https://15temmuzgercekleri.wordpress.com sitesinde.
Türkiye’de jet hızıyla kapattılar, ülkedekiler VPN gibi yöntemlerle ulaşabilir.
***
Bin defa yazdım söyledim.
Karşınızda sağlıklı bur ruh hali yok.
Takılmayın tuzaklara.
Akşam başka sabah başka konuşur, sizi ifrit eder, kızdırır, damarınıza dokunur, filan.
Aldırmayın, Allah aşkına.
Siz muhatap alınca, cevap vermiş olmuyorsunuz, bilakis ekmeğine yağ yürüyorsunuz.
***
Artık “havuz” veya “yandaş” demiyorum.
Tümüyle mafyatik haydut çetesinin unsurları olmuş medya müsveddelerini de kimsenin ikna edeceği yok.
Birlikte çalışıyorlar.
Onlar da biliyor ki, yarınları yok.
Beyefendi ile geldiler, onunla gidecekler.
Bu devran bitince hiçbir karşılıkları olmayacak.
Nedamet de fayda etmeyecek.
Suça bulaşmışlarsa hesabını verecekler.
Değilse bile, terk edildikleri köşede geri kalan yaşamlarını tatsız, ruhsuz biçimde tamamlayacaklar.
Çok iyi biliyorlar bunu.
***
Bir örnekle kapatayım:
Arda Turan, milli futbolcu.
Barcelona gibi dev bir kulüpte oynuyor.
Ne yaptıysa yaptı, ne olduysa oldu.
Fakat dikkatinizi çekerim:
Spor basını, Arda’nın kendini açıklamak için düzenlediği basın toplantısını terk etti.
Boş salona konuştu Arda.
Niye?
Çünkü, o muhabirler, abileri spor yazarı Bilal Meşe’ye yaptığı hareketi içlerine sindirememişti.
Ülkede basın olsa…
Egemenler bunu hissederdi.
Çalışan gazetecilerin onca abileri, ablaları tutuklu.
Biliyorlar ki, gazetecilik faaliyetinden.
Biliyorlar ki, yarın aynısı kendi başlarına da gelebilir.
Ne soru sorabiliyorlar, ne de herhangi bir boykota imza atabiliyorlar.
Durumu kurtarıp, ceplerindeki sarı basın kartını korudukları bir güne daha şükrederek, geçinip gidiyorlar.
Oysa ne basın kaldı, ne de kartı.
Partili Cumhurbaşkanı, “tutuklu gazetecilerin sadece ikisinin sarı basın kartı var” diyor.
Medya patronları el pençe dinliyor.
Hepsi biliyor ki, kartlar iptal edilmiş!
Hem, devletin dağıttığı kartla mı gazeteci olunuyor?
***
Dost acı söyler:
Çeteye hizmet ediyorlar.
Mafyaya köle olmuşlar.
Haydutları besliyorlar.
Spor basını kadar bile olamadılar.
Kaldı ki, o spor basını, aynısını Fatih Terim’e veya Yıldırım Demirören’e yapamazdı, o ayrı.
Gücü yeten yettiğine.
***
“Türkiye kabile devleti mi” diyorlar her röportajda.
Bu kadar aşağılayıcı başka bir cümle kurulamaz.
Hoş, kabile devleti bile değil, nitekim.
(TR724)
Suç işlemiş ve işlediği suçtan dolayı korkan, bunu kapatmak için yapmayacağı şey olmayan bir çete bu.
Bunlarla oturulmaz.
Müzakere edilmez.
Bastığı yere basılmaz.
Soluduğu hava teneffüs edilmez.
Akıl sağlığını korumak için kürsü nutukları dinlenmez.
Adam yerine konmaz.
Bunlar;
Konuştuğunda yalan söyler.
Söz verince sözünden cayar.
Emanete hıyanet eder.
Şu son üç madde münafıklığın da alametidir gerçi, lakin bunlar ondan da öte bir şebeke!
Öyle oturup dünkü ve bugünkü laflarını karşılaştırmaya falan ne hacet..!
O eşik geçileli yıllar oluyor.
Tarihin görüp göreceği en kaypak ve pragmatist bir güruhla karşı karşıyayız.
Devleti tüm unsurlarıyla ele geçirmişler, binlerce memurunu mafyatik haydutluğuna alet ediyor.
Misal mi?
Dolunay Kışlalı.
1999’da terörün katlettiği saygın bir akademisyen ve yazar Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın kızı.
Sabiha Gökçen Havalimanı’nda kitap gazete bayii var.
Geçen hafta içinde aynı havalimanından Priştine’ye uçmak istiyor.
Ne çare, pasaportuna “iptal edildiği” gerekçesiyle el konuluyor.
Dolunay Kışlalı’nın Fransız kökenli annesinden dolayı Fransız pasaportu da var.
Polis buna itibar etmiyor.
Gerçi, Dolunay Kışlalı da Türk pasaportunun iptal gerekçesini anlamadan çıkmak istemiyor.
Türk pasaportu, egemenlerin önüne geleni içeri tıkmak için her şüpheliye astığı malum yafta, ByLock gerekçesiyle iptal edilmiş.
Dolunay Kışlalı ifadesinde, havalimanındaki mekânında kablosuz internete bağlanan herhangi bir müşterisinin veya polis memurunun ByLock kullanıcısı olabileceğini, kendisinin kullanmadığını anlatıyor.
Pasaportu iade ediliyor.
***
Şimdi öyküyü çözümleyelim:
-Keyfi olarak pasaportunuz iptal ediliyorsa…
-Bunu havalimanında, elinizde biletiniz, yurt dışına çıkmak üzereyken öğreniyorsanız…
-Başka ülkeye ait pasaportunuz dikkate alınmıyorsa…
-Hakkınızda herhangi bir arama, yakalama kararı olmadığı halde, açık cezaevine dönmüş ülkede kalakalıyorsanız…
-(Bir diğer rivayete göre) Yerli pasaport, “terör örgütünün kripto mesajlaşma programı ByLock” gerekçesiyle alıkonulmuş, yabancı ülke pasaportu ile çıkmanıza izin veriliyorsa…
-Sonrasında “A pardon, söylediğiniz gibi sizin internetinize bağlanan biri takılmış olabilir” denilip pasaportunuz iade ediliyorsa…
-Ve başınızın belaya girmesini, teröre kurban gitmiş merhum bir yazar/akademisyenin kızı olduğunuz için atlatıyorsanız…
Kimse kusura bakmasın, yaşanan haydutluktur!
Yöntem mafya yöntemidir!
Yapan, azmettiren, talimat veren, uygulayan, topu birden çetedir!
***
İçeride on binlercesinin yukarıdaki gibi bir öyküsü var.
Kimse de dikkate almıyor.
Atmışlar içeri, aylardır… İddianame yok, mahkeme yok, seslerini duyan yok, on binlerce gariban dört duvarın arasında çile dolduruyor.
***
Çok korkuyorlar.
Korktukları için de böyle davranıyorlar.
15 Temmuz darbesi, en hafif tabiriyle kontrollü darbe.
Bu ortaya çıktı.
Tel tel dökülüyor.
Ne oldu biliyor musunuz?
221 sanığın yargılandığı Genelkurmay çatı davası, 30 Ekim’e ertelendi.
Niye?
İfadeler kurgularını bozdu da ondan.
Tam 4.5 ay sonrasına ertelenir mi, böyle mühim bir dava?
Konuşulmasın istiyorlar.
Yazan siteler bloklanıyor, ilgili yazılara, haberlere erişim yasağı konuyor.
Adem Yavuz Arslan, kitap yazar gibi, gün gün, celse, celse irdeliyor, https://15temmuzgercekleri.wordpress.com sitesinde.
Türkiye’de jet hızıyla kapattılar, ülkedekiler VPN gibi yöntemlerle ulaşabilir.
***
Bin defa yazdım söyledim.
Karşınızda sağlıklı bur ruh hali yok.
Takılmayın tuzaklara.
Akşam başka sabah başka konuşur, sizi ifrit eder, kızdırır, damarınıza dokunur, filan.
Aldırmayın, Allah aşkına.
Siz muhatap alınca, cevap vermiş olmuyorsunuz, bilakis ekmeğine yağ yürüyorsunuz.
***
Artık “havuz” veya “yandaş” demiyorum.
Tümüyle mafyatik haydut çetesinin unsurları olmuş medya müsveddelerini de kimsenin ikna edeceği yok.
Birlikte çalışıyorlar.
Onlar da biliyor ki, yarınları yok.
Beyefendi ile geldiler, onunla gidecekler.
Bu devran bitince hiçbir karşılıkları olmayacak.
Nedamet de fayda etmeyecek.
Suça bulaşmışlarsa hesabını verecekler.
Değilse bile, terk edildikleri köşede geri kalan yaşamlarını tatsız, ruhsuz biçimde tamamlayacaklar.
Çok iyi biliyorlar bunu.
***
Bir örnekle kapatayım:
Arda Turan, milli futbolcu.
Barcelona gibi dev bir kulüpte oynuyor.
Ne yaptıysa yaptı, ne olduysa oldu.
Fakat dikkatinizi çekerim:
Spor basını, Arda’nın kendini açıklamak için düzenlediği basın toplantısını terk etti.
Boş salona konuştu Arda.
Niye?
Çünkü, o muhabirler, abileri spor yazarı Bilal Meşe’ye yaptığı hareketi içlerine sindirememişti.
Ülkede basın olsa…
Egemenler bunu hissederdi.
Çalışan gazetecilerin onca abileri, ablaları tutuklu.
Biliyorlar ki, gazetecilik faaliyetinden.
Biliyorlar ki, yarın aynısı kendi başlarına da gelebilir.
Ne soru sorabiliyorlar, ne de herhangi bir boykota imza atabiliyorlar.
Durumu kurtarıp, ceplerindeki sarı basın kartını korudukları bir güne daha şükrederek, geçinip gidiyorlar.
Oysa ne basın kaldı, ne de kartı.
Partili Cumhurbaşkanı, “tutuklu gazetecilerin sadece ikisinin sarı basın kartı var” diyor.
Medya patronları el pençe dinliyor.
Hepsi biliyor ki, kartlar iptal edilmiş!
Hem, devletin dağıttığı kartla mı gazeteci olunuyor?
***
Dost acı söyler:
Çeteye hizmet ediyorlar.
Mafyaya köle olmuşlar.
Haydutları besliyorlar.
Spor basını kadar bile olamadılar.
Kaldı ki, o spor basını, aynısını Fatih Terim’e veya Yıldırım Demirören’e yapamazdı, o ayrı.
Gücü yeten yettiğine.
***
“Türkiye kabile devleti mi” diyorlar her röportajda.
Bu kadar aşağılayıcı başka bir cümle kurulamaz.
Hoş, kabile devleti bile değil, nitekim.
(TR724)