The Washington Post (WP) Uluslararası Af Örgütü Türkiye Temsilcisi Taner Kılıç’ın 15 Temmuz Darbe iddiasıyla gözaltına alınmasına tepki gösteren ABD Dışişleri Bakanlığı’nı gündeme getirerek bir Türkiye ve Erdoğan başyazısı yayınladı. Dışişlerinin tepkisini ABD yönetiminin insan hakları konusunda yeniden harekete geçmesi adına büyük bir umut ışığı olarak değerlendiren Washington Post, Amerikan halkının dünyanın karanlık köşelerinde zincire vurulmuş haklar için daha yüksek ses duymak istediğini yazdı.
Gazete Erdoğan için, “Türkiye’de binlerce gazeteci, akademisyen, bürokrat, hukukçu ve insan hakları savunucusuna karşı keyfi bir ceza ve hapis dalgası yürüten Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan, bu kişilerin Sn. Gülen ve hareketi ile bağlantılı olduklarından şüphe ediyor.” ifadesini kullandı. Ve şunları ekledi: “Bu zalimce çılgınlık Sayın Erdoğan’ın, bir zamanlar önde gelen Müslüman demokrasi modeli olan ülkede, otoriterliğe doğru yürüyüşünün son adımı.”
Washingtonhatti.com’un haberine göre, Washington Post’un başyazı şöyle:
“Başkan Trump’ın milliyetçi ‘Önce Amerika’ açılış konuşması şu beyanı içeriyordu: ‘Yaşam şeklimizi hiç kimseye empoze etmeye çalışmayacağız fakat aksine, yaşam biçimimiz herkesin takip etmek isteyeceği bir güneş gibi parlayacak.’ Aslında on yıllardır Birleşik Devletler kendi örneklerine inanarak, demokrasi ve kapitalizmin pazarıydı ama aynı zamanda bu değerleri zorbalığın verdiği acılarını arttırmak için de teşvik ediyordu. Bu, komünizm ile Soğuk Savaş rekabetinin tam kalbindeydi ve önemli bir nedendi.
Sayın Trump bu sorunu tersine çevirmek istiyor mu? Görevinin ilk aylarında cevap kesinlikle ‘Evet’ idi. Otoriter patronlara kendi insanlarına baskı hakkında neredeyse hiçbir şey söylemedi ve Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü adamlara olan ilgisini saklamadı. Otokratlar için Trump yönetimi, dünya genelinde liberalizm sınırına gelmeye başladığı şeklinde görüldü. Şüphesiz ki bu liderlerden çoğu, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson 3 Mart’ta Bakanlık’ın yıllık İnsan Hakları Raporu’nun açıklamasına bile katılmadığında, gülümsüyorlardı.
“Bu zalimce çılgınlık Erdoğan’ın otoriterliğe doğru yürüyüşünün son adımı.”
Yine de bu hafta bir küçük ümit ışığı parıldadı, en azından havlu atılmamıştı. Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz günlerde, Pensilvanya’da yaşayan din vaizi Fethullah Gülen ile bağı olduğu şüphesiyle gözaltına alınan, Uluslararası Af Örgütü Amnesty International’ın Türkiye temsilcisi Taner Kılıç ile ilgili bir açıklama yaptı. Geçen Temmuz’daki darbenin hedefi olan ve binlerce gazeteci, akademisyen, bürokrat, hukukçu ve insan hakları savunucusuna karşı keyfi bir ceza ve hapis dalgası yürüten Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan, bu kişilerin Sn. Gülen ve hareketi ile bağlantılı olduklarından şüphe ediyor. Bu zalimce çılgınlık Sayın Erdoğan’ın, bir zamanlar önde gelen Müslüman demokrasi modeli olan ülkede, otoriterliğe doğru yürüyüşünün son adımı.
Dışişleri Bakanlığı açıklaması, bu gözaltıyla ilgili olarak ‘Derin endişe’ duyulduğunu ama Sn. Erdoğan’ın ismi anılmadan söylüyor. Daha sonra doğru olarak Türkiye’deki gözaltıların ‘sıklıkla, herhangi bir delil ya da şeffaflık olmadan alarm verir halde’ yapıldığını nitelendirmiş ve bu uygulamaların Türk demokrasisini baltaladığı belirtilmiş.
Biz de şunu eklemeliyiz ki, National Geographic için çalışan ve gazetecilik faaliyetlerinden dolayı Mayıs ayından beri gözaltında olan Fransız fotoğrafçı Mathias Depardon gibi, bahsedilmeye değer daha yüzlerce vak’a var Türkiye’de.
Hiç kimse Sn. Trump’ın, bir gecede görüşlerini değiştireceği aldatmacasına kapılmasın fakat Sayın Tillerson’ın Bakanlığı’nın açıklamayı yayınlaması umut verici görünüyor. Bunun gibi daha fazla açıklama yapılmalı. Birleşik Devletler sadece Sayın Trump’ın göreve başlarken verdiği örnekle idare edilmemeli. Dünyanın karanlık köşelerinde, hakları zincire vurulmuş insanlardan yana güçlüce ses çıkartarak da yönetilmeli.”
Gazete Erdoğan için, “Türkiye’de binlerce gazeteci, akademisyen, bürokrat, hukukçu ve insan hakları savunucusuna karşı keyfi bir ceza ve hapis dalgası yürüten Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan, bu kişilerin Sn. Gülen ve hareketi ile bağlantılı olduklarından şüphe ediyor.” ifadesini kullandı. Ve şunları ekledi: “Bu zalimce çılgınlık Sayın Erdoğan’ın, bir zamanlar önde gelen Müslüman demokrasi modeli olan ülkede, otoriterliğe doğru yürüyüşünün son adımı.”
Washingtonhatti.com’un haberine göre, Washington Post’un başyazı şöyle:
“Başkan Trump’ın milliyetçi ‘Önce Amerika’ açılış konuşması şu beyanı içeriyordu: ‘Yaşam şeklimizi hiç kimseye empoze etmeye çalışmayacağız fakat aksine, yaşam biçimimiz herkesin takip etmek isteyeceği bir güneş gibi parlayacak.’ Aslında on yıllardır Birleşik Devletler kendi örneklerine inanarak, demokrasi ve kapitalizmin pazarıydı ama aynı zamanda bu değerleri zorbalığın verdiği acılarını arttırmak için de teşvik ediyordu. Bu, komünizm ile Soğuk Savaş rekabetinin tam kalbindeydi ve önemli bir nedendi.
Sayın Trump bu sorunu tersine çevirmek istiyor mu? Görevinin ilk aylarında cevap kesinlikle ‘Evet’ idi. Otoriter patronlara kendi insanlarına baskı hakkında neredeyse hiçbir şey söylemedi ve Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Filipinler Devlet Başkanı Rodrigo Duterte ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi güçlü adamlara olan ilgisini saklamadı. Otokratlar için Trump yönetimi, dünya genelinde liberalizm sınırına gelmeye başladığı şeklinde görüldü. Şüphesiz ki bu liderlerden çoğu, Dışişleri Bakanı Rex Tillerson 3 Mart’ta Bakanlık’ın yıllık İnsan Hakları Raporu’nun açıklamasına bile katılmadığında, gülümsüyorlardı.
“Bu zalimce çılgınlık Erdoğan’ın otoriterliğe doğru yürüyüşünün son adımı.”
Yine de bu hafta bir küçük ümit ışığı parıldadı, en azından havlu atılmamıştı. Dışişleri Bakanlığı geçtiğimiz günlerde, Pensilvanya’da yaşayan din vaizi Fethullah Gülen ile bağı olduğu şüphesiyle gözaltına alınan, Uluslararası Af Örgütü Amnesty International’ın Türkiye temsilcisi Taner Kılıç ile ilgili bir açıklama yaptı. Geçen Temmuz’daki darbenin hedefi olan ve binlerce gazeteci, akademisyen, bürokrat, hukukçu ve insan hakları savunucusuna karşı keyfi bir ceza ve hapis dalgası yürüten Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan, bu kişilerin Sn. Gülen ve hareketi ile bağlantılı olduklarından şüphe ediyor. Bu zalimce çılgınlık Sayın Erdoğan’ın, bir zamanlar önde gelen Müslüman demokrasi modeli olan ülkede, otoriterliğe doğru yürüyüşünün son adımı.
Dışişleri Bakanlığı açıklaması, bu gözaltıyla ilgili olarak ‘Derin endişe’ duyulduğunu ama Sn. Erdoğan’ın ismi anılmadan söylüyor. Daha sonra doğru olarak Türkiye’deki gözaltıların ‘sıklıkla, herhangi bir delil ya da şeffaflık olmadan alarm verir halde’ yapıldığını nitelendirmiş ve bu uygulamaların Türk demokrasisini baltaladığı belirtilmiş.
Biz de şunu eklemeliyiz ki, National Geographic için çalışan ve gazetecilik faaliyetlerinden dolayı Mayıs ayından beri gözaltında olan Fransız fotoğrafçı Mathias Depardon gibi, bahsedilmeye değer daha yüzlerce vak’a var Türkiye’de.
Hiç kimse Sn. Trump’ın, bir gecede görüşlerini değiştireceği aldatmacasına kapılmasın fakat Sayın Tillerson’ın Bakanlığı’nın açıklamayı yayınlaması umut verici görünüyor. Bunun gibi daha fazla açıklama yapılmalı. Birleşik Devletler sadece Sayın Trump’ın göreve başlarken verdiği örnekle idare edilmemeli. Dünyanın karanlık köşelerinde, hakları zincire vurulmuş insanlardan yana güçlüce ses çıkartarak da yönetilmeli.”