[Adem Yavuz Arslan]
TRUMP İLE ERDOĞAN FARKLI DÜNYALARDA…
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Sean Spicer, geçen haftanın son basin toplantısı için kameraların karşısına geçtiğinde ABD’li gazetecilerin Erdoğan’ın seyahatine dair sorularına muhatap oldu.
ABD’li meslektaşlar -diplomatik bir dille- ‘Erdoğan neden geliyor?’ dediler.
Türkiye’de yaşanan anti demokratik uygulamalar, hukuksuzluklar ve gazetecilere yönelik cadı avı burada da takip edildiği için bu tür soluların sorulması normaldi.
Sözcü Spicer ise ‘Mısır ve Çin liderlerinin ziyaretlerinden’ örnekler verdi. Mealen ‘biz otoriter rejimlerle de çalışıyoruz’ demiş oldu.
Bir kaç dakikalık bu diyalog Türkiye’nin nereden nereye geldiği, daha doğrusu nereden nereye düştüğünü göstermesi açısından önemliydi.
Çok değil bir kaç yıl önce Washington’da Türkiye parlayan bir yıldız olarak gösteriliyor, Türkiye ile ABD arasında ‘ortak değerler’den bahsediliyordu.
Bugün o eski Türkiye’den eser yok.
Artık içinde Erdoğan geçen cümlelerin bir yerinde de ‘diktatör’ lafı mutlaka yer alıyor. ABD yönetimi ise ‘ortak değerler’den değil ‘benzer çıkarlardan’ bahsediyor.
Yani, Erdoğan çok da hoş karşılanmadığı bir başkente geldi.
Ancak Erdoğan’ın Washington ziyareti ve ABD Başkenti’nde yaşananlara dair anlatacak çok şey var.
Erdoğan’ın Washington’a keyifsiz geldiği uçağındaki iki düzine gazeteciye yaptığı açıklamalardan belliydi.
Büyük umutlar beslediği Trump yönetiminden hayal kırıklığı yaşıyordu.
Üstelik, çok değil bir hafta önce ‘sır küpü’ Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, sözcüsü İbrahim Kalın ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ buradaydı ve umduklarını bulamadıkları gibi beraberinde YPG’ye silah kararı ile döndüler.
Türk heyeti herhangi bir şekilde basın ile temas kurmazken ABD tarafıda ziyaretlere dair bir paylaşımda bulunmadı.
Trump, Türkiye’nin tepkisini bile bile, üstelik Erdoğan’ın ‘birinci halkası’ Washington’da iken YPG’ye silah yardımı kararını imzalayarak aslında ‘kitabın ortasından’ bir mesaj vermiş oldu.
Dolayısıyla bu konuda radikal bir politika değişikliği beklemek hayalcilik olur.
ZARRAB ERDOĞAN İÇİN ‘KİŞİSEL MESELE’
Erdoğan’ın Beyaz Saray randevusunda önemli gündem maddelerinden birisi şüphesiz Suriye’de ki gelişmeler ve YPG mevzusu.
Ancak Erdoğan’ın ajandasında Zarrab ve Gülen gibi başka gündem maddeleri de var.
Hatta Zarrab için ‘en önemli gündemi’ demek mümkün. Çünkü Erdoğan için mesele fazlasıyla ‘kişisel’ ve New York’ta ki mahkemede taraf sayılır.
Bu yüzden davayı siyasi zemine çekip politik manevralarla çözüm arıyor. Lobi şirketleri ile anlaşmak da bu ‘çözüm arayışları’nın parçası.
Uzun süredir Trump üzerinde etkili olmak için çareler arayan ve bunun için ‘kesenin ağzını açan’ Erdoğan, ABD ziyareti öncesi yeni bir lobi anlaşması daha yaptı.
PRWeek’te yer alan detaylara göre Türkiye, PR şirketi Burson-Marsteller ile yıllık 1.1 milyon dolarlık bir anlaşma yaptı.
Erdoğan’ın çalıştığı başka şirketler de var.
Trump’ın yakın arkadaşı ve Zarrab için Türkiye’ye gelip Erdoğan ile pazarlık yapan NY eski belediye başkanı Rudy Giuliani’nin şirketi, adının karıştığı skandallar sonrası istifa etmek zorunda kalan General Flynn’in şirketi, Gülen aleyhine kampanyaları yürütmesi için yüklü miktarda para verilen Amsterdam hukuk bürosu başta olmak üzere irili ufaklı 10’dan fazla lobi şirketi Erdoğan için çalışıyor.
Tabi bir de resmiyette lobi şirketi olarak gözükmeyip Erdoğan rejimi için çalışan think-thank, eğitim kurumu, STK ve kamu görevlileri var. Söz konusu faaliyetler için ödenen para ise sır gibi saklanıyor.
Kulislerde ilginç rakamlar dolaşıyor fakat teyidi mümkün değil.
ABD KONGRESİ VE MEDYADAN ‘HOŞ GELMEDİN’ MESAJI
Ayrıca Beyaz Saray önünde miting düzenlemek gibi ‘üçüncü dünya ülkelerine özgü’ taktikler de deneniyor.
Tüm devlet imkanları kullanılarak mitinge adam toplansa da katılım 200’ü bulmadı. Gelenlerin büyük bir kısmı ‘resmi görevliler’ olurken kalanlarda Bahçeşehir Üniversitesi’nin DC kampüsünden getirilen öğrencilerdi.
Katılımın düşüklüğü Erdoğan’ın da canını sıkmış olmalı ki kalabalığın olduğu yere uğramadı bile.
Erdoğan’ın şehre ayak baktığı saatlerde iki önemli gelişme daha oldu.
Birincisi ABD Kongresi’nden 70’den fazla üye (hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler) ortak bir mektup yazarak Erdoğan’a sert eleştiriler yönelttiler.
Başkan Trump’a hitaben yazılan mektupta Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerine dikkat çekildi. Muhaliflerin hapse atılmasından referendum da yaşanan usulsüzlüklere kadar bir çok başlıkta eleştirilerin sıralandığı mektup hayli sert bir tona sahipti.
Aralarında ABD siyasetinin önemli figürlerinin olduğu isimlerce imzalanan mektup Türkiye’nin Washington’dan nasıl göründüğüne dair önemli bir gösterge.
Öte yandan dünyaca ünlü insan hakları kuruluşu Human Rights Foundation (HRF) tam sayfa ilan vererek Erdoğan’a ‘hoş gelmedin’ dedi. Türkiye’de ki insan hakları ihlallerine dikkat çeken vakıf Erdoğan’a sert tepki gösterdi.
WASHİNGTON POST GÜLEN’İN MAKALESİNİ YAYINLADI
Sert eleştiriler içeren Kongre mektubunun hemen ardından ise Washington Post’ta Fethullah Gülen’in makalesi yayınlandı.
Erdoğan’ın Gülen’i istemek için Washington’a geldiği anlarda Washington Post gibi ABD siyasetinin nabzının attığı bir gazetede Gülen’in makalesinin yayınlanması önemli bir göstergeydi.
Bunu hem Trump hem de Erdoğan’a açık bir mesaj olarak yorumlamak mümkün.
Kaldı ki, Erdoğan’ın ziyareti vesilesiyle yazılan başyazılarda, analizlerde Erdoğan’a çok ağır eleştiriler getiriliyordu.
GÖZDEN UZAK BİR SEYAHAT
Normal şartlarda ABD başkentine gelen liderler bu ziyaretleri bir PR fırsatı olarak görürler. Önemli medya organlarına demeçler, think thank kuruluşlarında konferanslar verirler.
Ancak milyonlarca dolar parayı lobi şirketlerine akıtan Erdoğan’ın DC’de halka ve basına açık bir programı yoktu.
Başlı başına bir yazı konusu ama yeri gelmişken değinip geçmekte fayda var: Eğer satacak bir hikayeniz yoksa, yani ülkeniz de pazarlayabileceğiniz güzel şeyler olmuyosa milyonlarca dolara lobi şirketleri de tutsanız, perde gerisinde ‘başka kanalları’ da devreye soksanız işe yaramıyor.
Medya organlarının kapatılıp gazetecilerin tutuklandığı, on binlerce masum insanın cezaevlerine doldurulduğu, işkence-adam kaçırma, devlet eliyle gasp gibi ağır suçların ayyuka çıktığı bir ülkeyi sihirbazlar bile güzel gösteremezler.
TRUMP KENDİ DERDİNDE
Erdoğan için Washington seyahati hayati öneme sahip. Fakat Trump’un öncelikleri farklı.
YPG konusunda Erdoğan’dan farklı düşündüğünü silah kararı ile gösterdi. Zarrap ve Gülen konusunda ise çok fazla bir şey yapması beklenmiyor çünkü her iki konu yargının alanına giriyor.
Dolayısıyla Erdoğan’ın beklentilerini karşılaması kolay değil. Siyasi destek alsa bile pratikte işler istediği gibi gelişmeyebilir.
Açıkçası Erdoğan için o kadar yolu tepmesinin tek nedeni Oval Ofis’de verilecek bir kare fotoğraf. Uygar dünyada giderek yalnızlaşan, özellikle de referendum sonrası meşruiyet sorunu yaşayan Erdoğan’ın bu fotoğrafa ihtiyacı var.
Erdoğan’ın şehre ayak bastığı saatlerde patlayan bir skandal Trump’un başını çok ağrıtacak. Washington Post ve New York Times gazetelerinin haberine göre Trump’ın Oval Ofis’te Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ve Rus Büyükelçi Kislyak ile görüşmesinden, istihbarat kaynağının ifşası olarak görülebilecek şekilde gizli bilgileri paylaştığını iddia etti.
Haber Washington’da bomba etkisi yaptı.
Beyaz Saray yetkilileri açıklama üstüne açıklama yaptılar fakat ABD medyası saatler boyunca Oval Ofis’te yaşanan skandalı tartıştı. Kaldı ki ABD medyası günlerdir Trump’ın FBI başkanı James Comey’i kovmasını tartışıyordu.
Trump yönetiminde yer alan bazı isimlerin Rusya ile bağlantılarını araştıran FBI Başkanının soruşturma sürerken görevden alınması ABD de büyük tartışma doğurmuştu. Comey tartışması bitmeden Rusya’ya sızdırılan gizli bilgiler skandalı patladı.
Hal böyle olunca Erdoğan’ın Washington ziyareti ne Trump’ın ne de ABD medyasının öncelikli gündem maddesi olabildi.
YENİ BİR ‘SİFONU ÇEKMEYİN MESAJI MI ?’
Gelelim Türkiye’de heyecanla beklenen ortak basin açıklamasına.
Erdoğan ile Trump yaklaşık 20 dakika süren ikili görüşme sonrası kameraların karşısına geçtiler.
Açıklamalara bakılırsa toplantıda her iki tarafında tutumlarında bir değişikliğe gitmediği görülebiliyor. Terör örgütleri tanımında bile iki ülke arasında büyük uçurum var.
Trump -alışılmadık şekilde- yazılı açıklama okudu ve açıklamasının satır aralarında Erdoğan’ın hoşuna gidecek şeyler pek yoktu. Zaten çok kısa bir açıklama yaptı.
Erdoğan’ın gerginliği ise dikkat çekiciydi.
Açıklamaları Cüneyt Zapsu’nun 2006 Mayıs’ında Washington’a yaptığı seyahatte dile getirdiği ve Türkiye’de çok tartışılan ‘Sifonu çekmeyin…’ diyaloğunu hatırlatacak türdendi.
Erdoğan sık sık iş birliklerinden, bölgesel dengelerden bahsederek ‘bana ihtiyacınız var ‘ mesajını vermeye çalıştı ama Trump mesajı aldı mı belli değil.
Yazının girişinde de söylediğim gibi, ABD için Türkiye artık ‘stratejik müttefik’ değil. Erdoğan konuşmasında sık sık ‘stratejik müttefiklik’ vurgusu yaptı ama o köprünün altından çok sular aktı.
Düne dair en ilginç notlardan birisi de şuydu; Trump ile Erdoğan görüşürken Zarrab davasının eski savcısı Pret Bharara ‘umarım bu görüşme kayıt altına alınıyordur’ diye tweet attı.
Anlayana sivri sinek saz …
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Sean Spicer, geçen haftanın son basin toplantısı için kameraların karşısına geçtiğinde ABD’li gazetecilerin Erdoğan’ın seyahatine dair sorularına muhatap oldu.
ABD’li meslektaşlar -diplomatik bir dille- ‘Erdoğan neden geliyor?’ dediler.
Türkiye’de yaşanan anti demokratik uygulamalar, hukuksuzluklar ve gazetecilere yönelik cadı avı burada da takip edildiği için bu tür soluların sorulması normaldi.
Sözcü Spicer ise ‘Mısır ve Çin liderlerinin ziyaretlerinden’ örnekler verdi. Mealen ‘biz otoriter rejimlerle de çalışıyoruz’ demiş oldu.
Bir kaç dakikalık bu diyalog Türkiye’nin nereden nereye geldiği, daha doğrusu nereden nereye düştüğünü göstermesi açısından önemliydi.
Çok değil bir kaç yıl önce Washington’da Türkiye parlayan bir yıldız olarak gösteriliyor, Türkiye ile ABD arasında ‘ortak değerler’den bahsediliyordu.
Bugün o eski Türkiye’den eser yok.
Artık içinde Erdoğan geçen cümlelerin bir yerinde de ‘diktatör’ lafı mutlaka yer alıyor. ABD yönetimi ise ‘ortak değerler’den değil ‘benzer çıkarlardan’ bahsediyor.
Yani, Erdoğan çok da hoş karşılanmadığı bir başkente geldi.
Ancak Erdoğan’ın Washington ziyareti ve ABD Başkenti’nde yaşananlara dair anlatacak çok şey var.
Erdoğan’ın Washington’a keyifsiz geldiği uçağındaki iki düzine gazeteciye yaptığı açıklamalardan belliydi.
Büyük umutlar beslediği Trump yönetiminden hayal kırıklığı yaşıyordu.
Üstelik, çok değil bir hafta önce ‘sır küpü’ Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, sözcüsü İbrahim Kalın ve Adalet Bakanı Bekir Bozdağ buradaydı ve umduklarını bulamadıkları gibi beraberinde YPG’ye silah kararı ile döndüler.
Türk heyeti herhangi bir şekilde basın ile temas kurmazken ABD tarafıda ziyaretlere dair bir paylaşımda bulunmadı.
Trump, Türkiye’nin tepkisini bile bile, üstelik Erdoğan’ın ‘birinci halkası’ Washington’da iken YPG’ye silah yardımı kararını imzalayarak aslında ‘kitabın ortasından’ bir mesaj vermiş oldu.
Dolayısıyla bu konuda radikal bir politika değişikliği beklemek hayalcilik olur.
ZARRAB ERDOĞAN İÇİN ‘KİŞİSEL MESELE’
Erdoğan’ın Beyaz Saray randevusunda önemli gündem maddelerinden birisi şüphesiz Suriye’de ki gelişmeler ve YPG mevzusu.
Ancak Erdoğan’ın ajandasında Zarrab ve Gülen gibi başka gündem maddeleri de var.
Hatta Zarrab için ‘en önemli gündemi’ demek mümkün. Çünkü Erdoğan için mesele fazlasıyla ‘kişisel’ ve New York’ta ki mahkemede taraf sayılır.
Bu yüzden davayı siyasi zemine çekip politik manevralarla çözüm arıyor. Lobi şirketleri ile anlaşmak da bu ‘çözüm arayışları’nın parçası.
Uzun süredir Trump üzerinde etkili olmak için çareler arayan ve bunun için ‘kesenin ağzını açan’ Erdoğan, ABD ziyareti öncesi yeni bir lobi anlaşması daha yaptı.
PRWeek’te yer alan detaylara göre Türkiye, PR şirketi Burson-Marsteller ile yıllık 1.1 milyon dolarlık bir anlaşma yaptı.
Erdoğan’ın çalıştığı başka şirketler de var.
Trump’ın yakın arkadaşı ve Zarrab için Türkiye’ye gelip Erdoğan ile pazarlık yapan NY eski belediye başkanı Rudy Giuliani’nin şirketi, adının karıştığı skandallar sonrası istifa etmek zorunda kalan General Flynn’in şirketi, Gülen aleyhine kampanyaları yürütmesi için yüklü miktarda para verilen Amsterdam hukuk bürosu başta olmak üzere irili ufaklı 10’dan fazla lobi şirketi Erdoğan için çalışıyor.
Tabi bir de resmiyette lobi şirketi olarak gözükmeyip Erdoğan rejimi için çalışan think-thank, eğitim kurumu, STK ve kamu görevlileri var. Söz konusu faaliyetler için ödenen para ise sır gibi saklanıyor.
Kulislerde ilginç rakamlar dolaşıyor fakat teyidi mümkün değil.
ABD KONGRESİ VE MEDYADAN ‘HOŞ GELMEDİN’ MESAJI
Ayrıca Beyaz Saray önünde miting düzenlemek gibi ‘üçüncü dünya ülkelerine özgü’ taktikler de deneniyor.
Tüm devlet imkanları kullanılarak mitinge adam toplansa da katılım 200’ü bulmadı. Gelenlerin büyük bir kısmı ‘resmi görevliler’ olurken kalanlarda Bahçeşehir Üniversitesi’nin DC kampüsünden getirilen öğrencilerdi.
Katılımın düşüklüğü Erdoğan’ın da canını sıkmış olmalı ki kalabalığın olduğu yere uğramadı bile.
Erdoğan’ın şehre ayak baktığı saatlerde iki önemli gelişme daha oldu.
Birincisi ABD Kongresi’nden 70’den fazla üye (hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler) ortak bir mektup yazarak Erdoğan’a sert eleştiriler yönelttiler.
Başkan Trump’a hitaben yazılan mektupta Türkiye’de yaşanan insan hakları ihlallerine dikkat çekildi. Muhaliflerin hapse atılmasından referendum da yaşanan usulsüzlüklere kadar bir çok başlıkta eleştirilerin sıralandığı mektup hayli sert bir tona sahipti.
Aralarında ABD siyasetinin önemli figürlerinin olduğu isimlerce imzalanan mektup Türkiye’nin Washington’dan nasıl göründüğüne dair önemli bir gösterge.
Öte yandan dünyaca ünlü insan hakları kuruluşu Human Rights Foundation (HRF) tam sayfa ilan vererek Erdoğan’a ‘hoş gelmedin’ dedi. Türkiye’de ki insan hakları ihlallerine dikkat çeken vakıf Erdoğan’a sert tepki gösterdi.
WASHİNGTON POST GÜLEN’İN MAKALESİNİ YAYINLADI
Sert eleştiriler içeren Kongre mektubunun hemen ardından ise Washington Post’ta Fethullah Gülen’in makalesi yayınlandı.
Erdoğan’ın Gülen’i istemek için Washington’a geldiği anlarda Washington Post gibi ABD siyasetinin nabzının attığı bir gazetede Gülen’in makalesinin yayınlanması önemli bir göstergeydi.
Bunu hem Trump hem de Erdoğan’a açık bir mesaj olarak yorumlamak mümkün.
Kaldı ki, Erdoğan’ın ziyareti vesilesiyle yazılan başyazılarda, analizlerde Erdoğan’a çok ağır eleştiriler getiriliyordu.
GÖZDEN UZAK BİR SEYAHAT
Normal şartlarda ABD başkentine gelen liderler bu ziyaretleri bir PR fırsatı olarak görürler. Önemli medya organlarına demeçler, think thank kuruluşlarında konferanslar verirler.
Ancak milyonlarca dolar parayı lobi şirketlerine akıtan Erdoğan’ın DC’de halka ve basına açık bir programı yoktu.
Başlı başına bir yazı konusu ama yeri gelmişken değinip geçmekte fayda var: Eğer satacak bir hikayeniz yoksa, yani ülkeniz de pazarlayabileceğiniz güzel şeyler olmuyosa milyonlarca dolara lobi şirketleri de tutsanız, perde gerisinde ‘başka kanalları’ da devreye soksanız işe yaramıyor.
Medya organlarının kapatılıp gazetecilerin tutuklandığı, on binlerce masum insanın cezaevlerine doldurulduğu, işkence-adam kaçırma, devlet eliyle gasp gibi ağır suçların ayyuka çıktığı bir ülkeyi sihirbazlar bile güzel gösteremezler.
TRUMP KENDİ DERDİNDE
Erdoğan için Washington seyahati hayati öneme sahip. Fakat Trump’un öncelikleri farklı.
YPG konusunda Erdoğan’dan farklı düşündüğünü silah kararı ile gösterdi. Zarrap ve Gülen konusunda ise çok fazla bir şey yapması beklenmiyor çünkü her iki konu yargının alanına giriyor.
Dolayısıyla Erdoğan’ın beklentilerini karşılaması kolay değil. Siyasi destek alsa bile pratikte işler istediği gibi gelişmeyebilir.
Açıkçası Erdoğan için o kadar yolu tepmesinin tek nedeni Oval Ofis’de verilecek bir kare fotoğraf. Uygar dünyada giderek yalnızlaşan, özellikle de referendum sonrası meşruiyet sorunu yaşayan Erdoğan’ın bu fotoğrafa ihtiyacı var.
Erdoğan’ın şehre ayak bastığı saatlerde patlayan bir skandal Trump’un başını çok ağrıtacak. Washington Post ve New York Times gazetelerinin haberine göre Trump’ın Oval Ofis’te Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ve Rus Büyükelçi Kislyak ile görüşmesinden, istihbarat kaynağının ifşası olarak görülebilecek şekilde gizli bilgileri paylaştığını iddia etti.
Haber Washington’da bomba etkisi yaptı.
Beyaz Saray yetkilileri açıklama üstüne açıklama yaptılar fakat ABD medyası saatler boyunca Oval Ofis’te yaşanan skandalı tartıştı. Kaldı ki ABD medyası günlerdir Trump’ın FBI başkanı James Comey’i kovmasını tartışıyordu.
Trump yönetiminde yer alan bazı isimlerin Rusya ile bağlantılarını araştıran FBI Başkanının soruşturma sürerken görevden alınması ABD de büyük tartışma doğurmuştu. Comey tartışması bitmeden Rusya’ya sızdırılan gizli bilgiler skandalı patladı.
Hal böyle olunca Erdoğan’ın Washington ziyareti ne Trump’ın ne de ABD medyasının öncelikli gündem maddesi olabildi.
YENİ BİR ‘SİFONU ÇEKMEYİN MESAJI MI ?’
Gelelim Türkiye’de heyecanla beklenen ortak basin açıklamasına.
Erdoğan ile Trump yaklaşık 20 dakika süren ikili görüşme sonrası kameraların karşısına geçtiler.
Açıklamalara bakılırsa toplantıda her iki tarafında tutumlarında bir değişikliğe gitmediği görülebiliyor. Terör örgütleri tanımında bile iki ülke arasında büyük uçurum var.
Trump -alışılmadık şekilde- yazılı açıklama okudu ve açıklamasının satır aralarında Erdoğan’ın hoşuna gidecek şeyler pek yoktu. Zaten çok kısa bir açıklama yaptı.
Erdoğan’ın gerginliği ise dikkat çekiciydi.
Açıklamaları Cüneyt Zapsu’nun 2006 Mayıs’ında Washington’a yaptığı seyahatte dile getirdiği ve Türkiye’de çok tartışılan ‘Sifonu çekmeyin…’ diyaloğunu hatırlatacak türdendi.
Erdoğan sık sık iş birliklerinden, bölgesel dengelerden bahsederek ‘bana ihtiyacınız var ‘ mesajını vermeye çalıştı ama Trump mesajı aldı mı belli değil.
Yazının girişinde de söylediğim gibi, ABD için Türkiye artık ‘stratejik müttefik’ değil. Erdoğan konuşmasında sık sık ‘stratejik müttefiklik’ vurgusu yaptı ama o köprünün altından çok sular aktı.
Düne dair en ilginç notlardan birisi de şuydu; Trump ile Erdoğan görüşürken Zarrab davasının eski savcısı Pret Bharara ‘umarım bu görüşme kayıt altına alınıyordur’ diye tweet attı.
Anlayana sivri sinek saz …