[Akif Umut Avaz]
Devlet Su İşleri (DSİ) tesisleri stadyumunda yaşananlar ülke genelinde yaşanan yaygın ve sistematik işkencelere sadece bir örnek. Hizmet Hareketi mensubu oldukları iddiasıyla kitlesel olarak gözaltına alınıp, günlerce işkence altında tutulduktan sonra tutuklananların yanısıra Kürtlere yönelik uygulanan işkence ve kötü muamelelerin iyice sistematikleştiği ve büyük bir pervasızlık içerisinde yürütüldüğü bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye’deki insan hakları ihlallerine dair faaliyetlerini sürdüren Stockholm Center for Freedom (SCF), bu konuda ulaştığı yeni bilgileri Pazar gecesi sitesinde yayınladı. Mağdur avukatlarının tüyler ürpertici iddialarına göre, Erdoğan’ın başlattığı cadı avı kapsamında 26 Nisan’da 81 ilde yapılan kitlesel gözaltıya maruz kalan binden fazla insan Ankara Eskişehir Yolu üzerindeki Devlet Su İşleri (DSİ) tesisleri stadyumunda insanlık dışı işkencelere maruz kalıyor.
FİLİSTİN ASKISI, COPLA TECAVÜZ, KABA DAYAK, TEHDİT VE KÜFÜR…
Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nün kullanımına tahsis edilen bu mekânda oluşturulan sorgu odalarında çıplak bir şekilde tazyikli suya tutma, Filistin askısına asma, copla tecavüz, kaba dayak, tehdit ve küfür gibi işkenceler yapıldığına dair bilgiler haberleştirilmiş. Kafalarındaki senaryoya uygun “itiraf”lara veya cadı avı kapsamında hedefe koydukları başka masum insanları suçlamaya zorlamak için yapılan sistematik işkencelerin tüm şiddetiyle sürdüğü söyleniyor.
Mağdur avukatlarının ifadelerine dayanan habere göre, erkek şüpheliler doğrudan şiddetin ve türlü işkencelerin yanı sıra haysiyetsiz sorgucuları tarafından ‘eşlerine tecavüz’ ile de tehdit ediliyor. Kadın mağdurlar ise, yine tecavüzle tehdit edilerek itirafçı olmaya zorlanıyor.
Haberde, gözaltındaki şüphelilerin insanlık dışı şartlarda tutulduğu, stadyumun zeminine bir örtü serildiği ve herkesin yan yana yatırıldığı aktarılıyor. Ayrıca tek bir tuvaletin çalıştığı ve yüzlerce insan için tek bir çift terliğin ortak kullanıma sunulduğu yönünde bilgiler paylaşılıyor.
İŞKENCECİ POLİSLERİN ÇOK ACELESİ VARMIŞ…
SCF’nin haberine göre işkence mağdurlarından biri avukatına şunları anlatmış: “Sorgu sırasında ailemdeki kadınlara etmedikleri küfür kalmadı. Onlara tecavüz etmekle tehdit ettiler. Her türlü hakaret, küfür, tehdit ve kaba muamele var. Bir kişinin gözünü patlattılar, mosmordu. Birini gördüm, makatına sokulan cop yüzünden yürümekte bile zorlanıyordu. Birçok insanın vücudunda darp izleri var. Doktorun bir tanesi darp raporu vermiş ama polisler tarihini değiştirmeye çalıştılar.”
İşkenceci polislerin aceleleri olduğunu da ifade eden aynı mağdur, “Çünkü önümüzdeki hafta içi yine yüzlerce insanı gözaltına alacaklarmış. Yer açmaları lazımmış. O yüzden bize yoğun baskı ve işkence uygulayıp mümkün olan en kısa sürede aramızdan ‘itirafçılar’ çıkarıp amaçlarına ulaşmak istiyorlar,” demiş.
Bugün yaptıkları insanlık dışı sistematik işkencelerle Türkiye’nin her köşesinden duyulan çığlıklara, feryatlara, figanlara neden olan veya bunlara destek olan her meslekten ve meşrepten insanlığın yüzkarası aşağılık mahlûkların bu dünyada kaçacak, öteki dünyada yatacak yerleri yok.
Kendilerinin de müvekkilleri ile görüşemediğini ifade eden avukatlar ise, çok kısıtlı bilgi alma imkânlarının olduğunu, bu yüzden içeride yaşananların kendilerine anlatılanlardan çok daha fazla ve feci olabileceğini vurguluyor.
Devlet Su İşleri (DSİ) tesisleri stadyumunda yaşananlar ülke genelinde yaşanan yaygın ve sistematik işkencelere sadece bir örnek. Hizmet Hareketi mensubu oldukları iddiasıyla kitlesel olarak gözaltına alınıp, günlerce işkence altında tutulduktan sonra tutuklananların yanısıra Kürtlere yönelik uygulanan işkence ve kötü muamelelerin iyice sistematikleştiği ve büyük bir pervasızlık içerisinde yürütüldüğü bir dönemden geçiyoruz. Sırf işkence yapmaları amacıyla geçmişte bu insanlıkdışı işlerde tecrübe kazanmış eski kirli ekiplerin yeniden görevlendirildiği söyleniyor. Polis teşkilatına yeni katılan fanatik siyasal İslamcı ekiplerin ise, gözaltındakilerin “kafir”, “din dışı”, “vatan haini” oldukları dolduruşuyla motive edilerek cihat ruhuyla işkenceleri gerçekleştirdikleri ifade ediliyor.
İŞKENCELER AYRI, ŞİKÂYET ETMEK AYRI BİR DERT…
Yerel ve uluslararası insan hakları örgütleri ile uluslararası kuruluşların denetimine müsaade edilmediği için gözaltına alınanların veya tutuklananların tutulduğu polis ve jandarma merkezleri, nezarethaneler, cezaevleri ve türlü yasadışı mekanlar her türlü işkence ve kötü muameleye müsait hale gelmiş durumda. Mağdurların yaşadıkları işkence ve kötü muameleleri şikâyet edebilmesi ise Türkiye’nin mevcut hukuksuzluk ve devlet terörü şartları altında ciddi bir cesaret işi. Bu şartlarda yapılacak şikâyetlerden sonuç almanın zor olduğunu, tam tersine benzer gözaltılara ve daha ağır işkencelere yol açacağı korkusuyla mağdurlar çoğunlukla yaşadıkları işkenceler konusunda şimdilik sessiz kalmayı tercih ediyor.
Yaşadıkları işkence ve kötü muameleleri şikâyet ederek kayıtlara geçirme cesareti gösteren bazı mağdurların savcılık ve mahkemelere başvuruları ise sistematik bir şekilde sümen altı ediliyor. Erdoğan diktası altındaki siyasi irade böylelikle işkencecilere “cezasızlık” konusunda cesaret vererek, pervasızca girişecekleri daha ağır işkenceler için de açık çek vermiş oluyor.
Yaptıkları Hipokrat yeminine ihanet ederek önlerine gelen işkence vakalarını raporlamayan adli tıp doktorları, işkence şikayetlerini kabul etmeyen ya da sümenaltı eden mesleğin ve insanlığın yüzkarası savcılar, mahkemelerde dile getirilen işkence ifadelerini tutanaklara geçirmeyen ya da üstünkörü geçirerek geçiştiren işkence işbirlikçisi hâkimler de bu insanlıkdışı işkencelerin bir parçası ve suç ortağı haline geliyor. Vazifelerinin haysiyetine ihanet etmek suretiyle işkenceci mahlûklara cesaret veriyorlar. Böylece yaptıkları işkenceleri daha da yaygınlaştırmalarının ve şiddetini artırmalarının yolunu açmış oluyorlar. Despotik rejim ve adi bir çeteye dönüşen emniyet güçlerinin saldığı korku ve tehdit ortamında mecburen böyle davranmak zorunda hissedenler de bulunuyor şüphesiz. Ama bu mecburiyet sorumluluklarını elbette ki ortadan kaldırmıyor.
BU DEVRAN BÖYLE GİTMEZ, KENDİNİZE GELİN!..
Buradan açıkça uyarıyorum. Bu devran böyle gitmez. Kendinize gelin beyler! Cumhurbaşkanı’ndan valisine, belediye başkanından emniyet müdürüne, jandarmasından polisine, savcısından hâkimine, gardiyanından doktoruna varıncaya kadar insanlık dışı işkencelerin bir parçası haline gelenler, bu suçtan kurtuluşunuzun olmayacağını asla aklınızdan çıkarmayın. Günümüzün omurgasız medyası, ödlek, silik ve sinik muhalefeti bu yaptıklarınızı görmezden gelebilir. Sindirdiğiniz toplum dilsiz şeytana dönüşüp sessizlik mührüyle yaşattıklarınıza onay verebilir ya da boyun eğebilir. Ama sakın ha sakın unutmayın, bugünün yarını da var!
Nesiller boyunca aşağılık işkenceci mahlûklar olarak anılmanın yanı sıra, eninde sonunda ama mutlaka dönecek hukukun veya bir gün mutlaka yakanızdan yapışacak uluslararası hukukun önünde, bir parçası haline geldiğiniz işkencelerin ve ancak alçaklara yakışır bir pervasızlıkla işlenen insanlık suçlarının hesabını mutlaka vereceksiniz. İşkence suçlarında zamanaşımının olmadığı gerçeğini de aklınızdan bir an olsun çıkarmayın.
Hepiniz çok iyi bilirsiniz ama yine de hatırlatayım. Türkiye’nin de halen tarafı olduğu 10 Şubat 1984 tarihli “İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi”nin 1. maddesinde işkence kavramı tanımlanmış ve kapsamı belirlenmiştir. Bakın bakalım şu an yaptıklarınız bu tanımın neresine denk düşüyor?
“İşkence, bir şahsa veya bir üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla, bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayırım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fiziki veya manevî ağır acı veya ızdırap veren bir fiil anlamına gelir.”
Bu devran böyle gitmez. Kendinize gelin beyler!.. Cumhurbaşkanı’ndan valisine, belediye başkanından emniyet müdürüne, jandarmasından polisine, savcısından hâkimine, gardiyanından doktoruna varıncaya kadar insanlık dışı işkencelerin bir parçası haline gelenler, bu suçtan kurtuluşunuzun olmayacağını asla aklınızdan çıkarmayın.
HİÇ LAMI CİMİ YOK, SİZ DE O AŞAĞILIK İŞKENCECİLERDENSİNİZ!..
Yaptıklarınız ya da yapmasını kolaylaştırdığınız fiiller şayet bu kapsamdaysa, hiç lamı cimi yok, siz de o aşağılık işkencecilerdensiniz demektir. Şunu aklınızdan asla çıkarmayın, Türk Ceza Kanunu (TCK) Madde 94’ün gerekçesinde yer aldığı gibi, Türkiye, taraf olduğu milletlerarası sözleşmelerde işkencenin yasak olduğunu kabul ederek, işkencenin önlenmesiyle ilgili gerekli tedbirleri alma konusunda taahhüt altına girmiştir. BM Genel Kurulu’nca 10 Aralık 1948 tarihinde ilan edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nin 5. Maddesi’nin de “Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsanî, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tâbi tutulamaz,” dediğini unutmayın.
4 Kasım 1950 tarihli “İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme”nin 3. Maddesi de aynı şeyi aynı ifadelerle söylüyor. Ama Sözleşme’nin 2. Maddesi, siz işkencecilere kaçacak hiçbir kapı bırakmıyor. Bu madde değil OHAL, değil KHK, hiçbir hâl ve şartta işkencenin meşru ve mazur gösterilemeyeceğini net bir hüküm altına alıyor: “Hiç bir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez. Bir üst görevlinin veya bir kamu merciinin emri, işkencenin haklılığına gerekçe kabul edilemez.” İyice, tekrar be tekrar, sindire sindire okuyun bu maddeyi.
Sözleşme’nin 4. Maddesi’nde ise taraf devletlere işkence fiillerinin suç olarak tanımlanması yönünde bir yükümlülük getirilmiştir: “Her Taraf Devlet, tüm işkence fiillerinin kendi ceza kanununa göre suç olmasını sağlayacaktır. Aynı şekilde, işkence yapmaya teşebbüs ve işkenceye iştirak veya suç ortaklığı yapan şahsın fiili suç sayılacaktır.”
Dahası işkence ile ilgili olarak bu Sözleşme’de taraf devletlere yüklenen yükümlülüklerin “işkence derecesine varmayan diğer zalimane, gayriinsanî veya küçültücü muamele veya ceza gibi fiiller” açısından da geçerli olduğu kabul edilmiştir (Madde 16).
Türkiye, ayrıca, 26 Kasım 1987 tarihli “İşkencenin ve Gayriinsanî ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi”ni de onaylamıştır.
ANAYASA’YA VE TCK’YA GÖRE DE SUÇA BATMIŞ VAZİYETTSİNİZ
Bu milletlerarası yükümlülüklere paralel olarak Anayasa’da da işkencenin yasak olduğu kabul edilmiştir. İyi okuyun: “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası Madde 17, Fıkra 3). Ayrıca, “Hiç kimse kendisini (…) suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz.” (Anayasa Madde 38, Fıkra 5).
Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 94., 95. ve 96. maddelerinde düzenlenen “İşkence ve Eziyet” başlıklı “üçüncü bölümü”nde bu suça dair alınan hukuki yaptırımlar ve cezai önlemler konusu ele alınmaktadır. İşkenceyle neye hizmet ettiğinizi ve sizi neyin Beklediğini açıp bu maddeleri okuyarak anlayabilirsiniz. TCK Madde 94’ün gerekçesi de bugün yaptığınız işkencelerin adalete değil adaletsizliğe hizmet ettiğini açıkça anlatıyor:
“İşkence teşkil eden fiiller, bir yandan buna maruz kalan kişilerin vücut dokunulmazlığına ve onuruna saldırı niteliği taşımakta, beden ve ruh sağlığını bozmaktadır. Diğer yandan, işkenceye maruz kalan kişi, irade serbestisi bertaraf edildiği için ve hatta, algılama yeteneği etkilendiği için, duyduğu acı ve elemin etkisiyle gerçek dışı bazı açıklama ve kabullenmelerde bulunabilir. Bu nedenle, belli bir suça ilişkin ikrar veya sair delil elde etmek için başvurulan işkence, gerçeğin ortaya çıkarılmasına ve adaletin gerçekleşmesine engel olucu bir etki de doğurabilir. Böylece işkencenin ayrı bir suç olarak ceza yaptırım altına alınması, ceza muhakemesinin maddî gerçeğin ortaya çıkarılmasına yönelik amacının gerçekleştirilmesine de hizmet eder.”
İŞKENCEYİ GÖRMEZDEN GELEREK KOLAYLAŞTIRAN KAMU GÖREVLİLERİ
Özellikle işkenceleri görmezden gelen, işkence yapılmasına uygun vasatın oluşmasına katkı veren kamu görevlileri TCK 94’ün gerekçesindeki şu ifadeleri dikkatlice okumalı ve asla unutmamalı: “Madde metninde, işkence suçunun mağduru, sadece suç şüphesi altında olan kişi ile sınırlı tutulmamıştır. Tanık ve hatta bir kamu görevlisi de bu suçun mağduru olabilir. İşkence, kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle işlenmektedir. Ancak, suçun işlenişine kamu görevlisinin yanı sıra diğer kişiler de iştirak etmiş olabilir. Bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kişiler de, kanun kapsamında kamu görevlisi gibi cezalandırılacaklardır.”
BU DÜNYADA KAÇACAK, ÖTEKİ DÜNYADA YATACAK YERİNİZ YOK!
Gelelim işkencenin en alçakçasının, en şerefsizcesinin hukuki hükmüne. TCK Madde 94’ün 3. Fıkrası’na göre, “Fiilin cinsel yönden taciz şeklinde gerçekleşmesi, suçun temel şekline nazaran daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektirmektedir. Bu hükmün uygulanabilmesi için, mağdur üzerinde gerçekleştirilen fiillerin cinsel saldırı boyutuna ulaşmamış olması gerekir. Aksi takdirde, işkence suçunun yanı sıra, ayrıca cinsel saldırı suçundan dolayı da cezaya hükmetmek gerekecektir.”
Gerekçenin uyarıları devam ediyor: “İşkence suçu, çoğu zaman, amir mevkiindeki kamu görevlilerinin zımni muvafakatiyle gerçekleştirilmektedir. Başka bir deyişle, amir konumundaki kamu görevlisi, kendi gözetim yükümlülüğü altında yürütülmekte olan bir soruşturma işlemi sırasında kişilere işkence yapıldığını öngörmesine rağmen bu konuda gerekli müdahalede bulunmamak suretiyle işkence yapılmasına zımnen rıza göstermiş olabilir. Maddenin beşinci fıkrasına göre; bu gibi durumlarda, amir konumundaki kamu görevlisi, ihmali davranışla işkence suçunu işlemiş kabul edilecek ve bu nedenle cezasında indirim yapılmaksızın sorumlu tutulacaktır.”
Anlaşılmayan bir şey yok sanırım. Bugün yaptıkları insanlık dışı sistematik işkencelerle Türkiye’nin her köşesinden duyulan çığlıklara, feryatlara, figanlara neden olan veya bunlara destek olan her meslekten ve meşrepten insanlığın yüzkarası aşağılık mahlûkların bu dünyada kaçacak, öteki dünyada yatacak yerleri yok.
(TR724)