Aynen şöyle diyor bir meczup trol: “Din devlettir, devlet dindir. Devlete sahip çıkmak namaz gibi, oruç gibi farzdır, hem de farz-ı kifaye. Ya Rab, sen devletimize zeval verme.” Bu şahsın hemen her gün attığı saçma sapan ve bilgisizlik kokan mesajlarını görünce yukarıdaki cümlelerini ciddiye almamak gerektiğini düşünüyorsunuz. Ne var ki din-devlet ilişkisine dair söyledikleri, İslamcılık ideolojisine kendini kaptıran bir kitlenin ortak düşüncesi haline geldi. Herkes onun gibi aklına geleni hemencecik yazmayı ve aleme rezil olmayı göze alamadığı için din-devlet mantığını bu kadar cahilce ama cesurca ifade etmiyor.
Dikkatli okurun gözünden kaçmamıştır ki adam(lar) devlet yönetme meselesini farz-ı kifayeye benzetirken namazı ve orucu da farz-ı kifaye sanıyor. Cahilce. Namaz, oruç gibi ibadetler farz-ı kifaye değil farz-ı ayndır; yani bazı Müslümanların yerine getirmesi ile diğer müminlerin sorumluluktan kurtulduğu bir ibadet değildir. Farz-ı ayn her bir kişiye tek tek farzdır: oruç, namaz, hac, zekat gibi. Farz-ı kifayenin en anlaşılır misali cenaze namazıdır; bazı müminler cenaze namazını ifa edince diğerlerinin üzerinden o sorumluluk kalkar. İslamî literatüre birazcık vâkıf olan herkes bunu bilir.
Hızlı İslamcı, daha farz-ı ayn ile farz-ı kifayenin farkını bilemiyor ki devlet konusunu namaz gibi ibadetlere benzetip farz-ı kifaye diyor. Bunun neresini düzelteceksin?
KURAN’DA BİR KEZ BİLE DEVLET GEÇMİYOR
Peki, bu konuda gibi bir hüküm var mıdır İslam’da? Yani İslam, devlet kurmak için mi gönderilmiştir? Kuran ve sünnet gibi iki ana kaynak devlet kurmayı dinin özü mü saymaktadır?
Tabi ki hayır!
Dinin gayesi, Kuran’ın nazil olmasının maksadı, Hazreti Peygamber’in (sav) irşat ve tebliğ yapmasının sebebi devlet kurmak değildi. İslam’ı devlet kurmaya/yönetmeye indirgediğinizde o muazzam dini tamamen dünyevileştirmiş, sıradan bir ideoloji haline getirmiş, onun cihanşümul ufkunu kendi yaşadığınız kümesin anahtar deliğine sıkıştırmış olursunuz.
Kuran’da bir kerecik olsun ‘devlet’ kelimesinin geçmemesi (Dileyen Diyanet’in İslam ansiklopedisindeki devlet maddesine bakabilir) aklı başında her insan için bir mana ifade ediyor olmalı. Kuran’da 6 bin küsur ayet içinde bir kerecik bile olsa “Ey iman edenler devlet kurun” manasına gelecek bir ifadenin yer almaması da net bir gerçeğin ifadesidir: İslam’ın aslî gayesi devlet yönetmek değil, insanın iki cihanda mesut kılınması ve Rabb’ini tanıyarak ve O’nun yarattığı her şeye saygı-sevgi besleyerek iyilik yapması ve huzura ermesidir…
Cibril hadisi diye bilinen o meşhur rivayette net bir şekilde anlatıldığı gibi din üç temel esasa dayanıyor: İman-İslam-ihsan; yani inanç-ibadet-ahlak. Hazret-i Cebrail’in sorduğu ilk üç soruda bu üç kavramı detaylı bir şekilde anlatan Hazreti Muhammed (sav) bundan sonraki sorulara (Ahir zamana dair sorulardı onlar) ayrıntı gözüyle bakıyor…
İslam bir dindir. Nokta! Daha ötesi yok. İşte bu din somut, bütün zaman mekan ve insanlar için geçerli bir rejim önermiyor, sistem dayatmıyor.
İSLAM’IN DEVLETTEN BEKLEDİĞİ NE?
Peki, ne öğütlüyor? Devlet yönetiminde temel esaslar, ilkeler, normlar ortaya koyuyor ve onların hayata geçirilmesini istiyor. Nedir bunlar? Adalet, şûra, istişare, hürriyet, eşitlik, ehliyet, liyakat… İslam’ın emrettiği bu ilkeler hayata geçirildiği ölçüde yönetim şekilleri İslam’a muhalif görülmüyor. Bu nedenle her çağda yönetimler kendini İslamî görmüş, Müslümanlar da değişik yönetim biçimlerini yukardaki ilkeler açısından İslamî saymışlardır. Bu nedenle o günün şartlarına ve temel ilkelerin ihyasına binaen devleti bir padişahın yönetmesine de sıcak bakılmıştır, parlamenter sisteme de. Meşrutiyeti de, cumhuriyeti de, demokrasiyi de İslamî bulan İslam alimleri/dünyası, gayet iyi biliyordu ki Kuran ve sünnette emredilen yol, adaletin tesisine dayanıyor; belli bir sistemin dayatılmasına değil.
İSLAMCILARIN YAŞADIĞI DEĞİŞİM
Bu yazının asıl mevzu, Türkiye’deki İslamcıların yasadığı değişim ve başkalaşım. Devlet düşmanlığı ile yola çıkan, devlet mekanizmasının zalimce kullanıldığını savunan, bu fikirlere ayniyle inanmayanlara “devletçi” yaftası yapıştırarak onları aforizma çemberine alan siyasal İslamcılar, iktidar koltuğuna oturunca tepeden tırnağa devletin kölesi haline geldiler. Bir zamanlar devlet kavramını her daim “put”, “Tağut” gibi kavramlarla yâd eden ve meydanlarda “Laik devlet, yıkılacak elbet” diye bağıran siyasal İslamcılar, artık her gün devleti kutsamakla, ona dinde olmayan manalar yüklemekle sadakatlerini sunuyor.
Siyasal İslam muhalefette iken hep adaletten bahsetti durdu; ama iktidarı ele geçirince zalimlerden daha zalim bir canavara dönüştü. Rüşvet, hırsızlık, yolsuzluk, usulsüzlük devlet zırhına büründü ve bu korkunç günahlar devlet için yapılıyormuş gibi sunuldu. Bu, çürümüşlüğün ve kokuşmuşluğun ört bas edilmesi için İslam’ı kalkan gibi kullanmaktan başka bir şey değildir. Mazide de örnekleri vardır bu çarpıtmanın; ancak bu kadar pervasız, bu kadar seviyesiz bir devlet seviciliği hiç yapılmamıştı.
Görünen o ki İslam dünyası (en başta da siyasal İslamcılar) devlet kavramını doğru bir yere oturtmadıkça ne bireyin değeri anlaşılacak, ne toplumun. Her konu inanç eksenli siyaset üzerinden okunduğunda da tekfirlerle başlayan kaos, kıtaller ve zulümlerle devam edecek. Bu kafa, ne İslam dünyasına huzur getirebilir ne yeryüzüne…
DEVLET NE Kİ ŞERİK KABUL ETMESİN?
Yıllar önce bir generalin şöyle dediğini duymuştum: “Hizmet Hareketi iyi işler yapıyor ama devlete şirk koşuyor.” Anlaşılan o ki, adamın kafasında devlet Tanrı gibi bir şey; o yüzden devlete şirk koşulamaz diye düşünüyor. Ne acıdır ki yıllar sonra siyasal İslam’ın iktidarını temsil eden Adalet Bakanı Bekir Bozdağ “Allah şirk, devlet de şerik kabul etmez” gibi bir laf ediverdi. Devlet ne ki şerik (yani ortak) kabul etmezmiş?
Doğru olan şudur: İslam’a göre Allah şirk kabul etmez ama devlet şerik kabul eder. Hazret-i Peygamber’in istişare uygulamaları bunun örnekleri ile doludur. Günümüz devlet anlayışında ise aslolan katılımcı ve çoğulcu yönetimlerin hayata geçirilmesi, kuvvetler ayrılığı sayesinde hem katılımın sağlanması hem de iç denetimin ifa edilmesidir. Devlet denen mekanizmayı şirk ile şerik ile izah etmeye ve yönetimi bir kişiye/bir partiye bağladığınızda despotik bir rejim üretmiş olursunuz. Bu hatayı kapatabilmek için İslami argümanların arkasına saklanmak ise kaba bir susturma metodudur.
Devlete tapınmanın arka planındaki zihniyet çarpıklığı, devleti Tanrı gibi görmekte. Devlet dediğiniz ve her gün tapındığınız mekanizma, aslında bireyin ve toplumun mutluluğu ile görevli aygıttır sadece. Adaleti ayaklar altına aldığında, bireyi inancından, hayat tarzından vs. dolayı hırpaladığında ise hiçbir kıymeti kalmaz devletin.
Bekir Bozdağ gibi vaktiyle ilahiyat okumuş biri, devlet kavramını tevhit akidesine dayanan terminoloji ile anlatmaya çalışır ve devleti kutsamak için şirk-şerik benzetmesi yaparsa dengesizin biri de çıkar “Din devlettir; devlet de din” deyiverir.
BİR PARTİ POLİSİNİN HEZEYANLARI
Daha kötüsüne de şahit olduk: Erdoğan rejimi, Kutlu Doğum Haftası’nı değerlendirmek isteyen dindar insanların üzerine onlarca polis gönderdi, kutlamaya gelen herkese meydan dayağı atıldı. 50’den fazla insanın göz altına alındığı Adana’daki olayda, haddini bilmez bir parti polisinin “Allah benim, devlet benim!” diye höykürmesi tarihi kayıtlara geçti.
Kendine (haşa) “Ben Allah’ım” demesinin hemen ardından “Ben devletim” demesi bir güvenlik görevlisinin zihni arka planını ve şuur altı hezeyanını açığa çıkarıyor. Tarih şahittir ki “Ben sizin en âlâ Rabbinizim” diye kendini cinnete kaptıran irili ufaklı herkes, kendi iktidarına atıf yapmıştır…
Serserice söylenmiş bir laf gibi geliyor size değil mi? Hayır. O korkunç zulüm manzarası ve orada sarf edilen o saygısız cümle, siyasal İslam’ın devlete tapınmasında vardığı uçurumun fotoğrafıdır. Kameralar önünde o hadsiz lafı sarf eden, kim bilir karanlık hücrelerde işkence yaparken hangi azgın/taşkın sözcükleri kullanıyor? Tevhit akidesi bu kadar göz ardı edilir, bütün gayeler ve kutsallar iktidar olma amacına odaklanırsa sonuç elbette böyle olur!..
(TR724)