Siirtli bir kemancı…
Sadece 22 yaşında…
Kemanına sarılı olarak ölü bulundu diyorlar…
Barış Yazgı’nın ismini çok acı bir haberde duyduk…
“Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi’ne bağlı Bademli Köyü sahilinden Yunanistan’ın Midilli Adası’na gitmek üzere denize açılan ve uluslararası sularda önceki gün batmasıyla teknedeki kaçaklar suya düştü, Türk Sahil Güvenlik Komutanlığı ekiplerinin yaptığı arama-kurtarma çalışmaları sırasında, denizde 7 ceset bulundu.
Yapılan kontrolde bir cesedin üstünden çıkan kimlikte Siirt doğumlu Barış Yazgı olduğu belirlendi.
Deniz üzerinde kendisine ait kemanın kutusuna sarılmış olarak bulunan Barış Yazgı’nın, keman kutusundan da çok sayıda nota kâğıdı çıktı.
Yazgı’nın, müzik eğitimi için Belçika’ya gitmek istediği, ancak vize alamayınca mültecilerle Ege Denizi’ne açıldığı belirtildi.”
Sadece 22 yaşında…
Kemanına sarılı olarak ölü bulundu diyorlar…
Barış Yazgı’nın ismini çok acı bir haberde duyduk…
“Çanakkale’nin Ayvacık İlçesi’ne bağlı Bademli Köyü sahilinden Yunanistan’ın Midilli Adası’na gitmek üzere denize açılan ve uluslararası sularda önceki gün batmasıyla teknedeki kaçaklar suya düştü, Türk Sahil Güvenlik Komutanlığı ekiplerinin yaptığı arama-kurtarma çalışmaları sırasında, denizde 7 ceset bulundu.
Yapılan kontrolde bir cesedin üstünden çıkan kimlikte Siirt doğumlu Barış Yazgı olduğu belirlendi.
Deniz üzerinde kendisine ait kemanın kutusuna sarılmış olarak bulunan Barış Yazgı’nın, keman kutusundan da çok sayıda nota kâğıdı çıktı.
Yazgı’nın, müzik eğitimi için Belçika’ya gitmek istediği, ancak vize alamayınca mültecilerle Ege Denizi’ne açıldığı belirtildi.”
Deniz üzerinde kendisine ait kemanın kutusuna sarılmış olarak bulunan Barış Yazgı’nın, keman kutusundan da çok sayıda nota kâğıdı çıktı.
Haberi okuduğumdan beri, haberin detayları kafamda yankılanıyor…
Deniz üzerinde kendisine ait kemanın kutusuna sarılmış olarak bulunan Barış…
Yazgı’nın, keman kutusundan da çok sayıda nota kâğıdı çıktı…
…müzik eğitimi için Belçika’ya gitmek istediği…
…ancak vize alamayınca mültecilerle Ege Denizi’ne açıldığı belirtildi…
Bahar dalı gibi taze bir hayatın son notaları…
Ege Denizi’nin dalgaları, Barış için ancak keyif vesilesi olmalıydı…Bir müzisyen olarak, o deniz onun için sadece ilham kaynağı olmalıydı.
Barış’ı, Belçika’ya çekenin ne olduğunu tahmin edebiliyorum. Brüksel’e her gittiğimde, gençlerin cıvıl cıvıl, umarsız hayatları gözüme çarpıyor. Elbette, orada da gençlerin sıkıntıları, sorunları var; herşey toz pembe değil. Ama, Türkiye’deki gençlerin yaşadıklarıyla karşılaştırılamaz.
“Yazgı”, başka türlü gitseydi; kader başka türlü şekillenseydi…
O vize çıksaydı veya Türkiye vatandaşları, tıpkı Arnavutluk, Kosova, Ukrayna, Gürcistan vatandaşları gibi Avrupa Birliği’nin Schengen ülkelerinin sınırlarından girebilmek için vizeye ihtiyaç duymasalardı…
En öncesinde, Barış, “gitmeye” gerek duymadan, eğitimini Türkiye’de sürdürebilseydi…Keman seven birçok insan olsa, insanlar koşa koşa konserlerine gitseydi…
Keşke, keşke, keşke…
22 yaşında bir genci daha kaybettik.
Daha, elinde kemanı bir gencin öldürülmesinin üzerinden ne kadar geçmişti ki?
Kemal Kurkut’tan bahsediyorum…
21 Mart 2017 günü Diyarbakır’da, polis tarafından, sırtından kurşunlanarak öldürülen Kemal Kurkut’tan…
İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü öğrencisiydi Kemal; onu da elinde kemanıyla bir resmiyle görmüş, tanımıştık…
Kemal’i de, Barış’ı da, hayattayken; başarıları, yetenekleri, pırıltılarıyla değil-ölüm haberleriyle, çok çok geç tanıdık…
Bazen, yanlış zamanda doğduğumuzu düşünüyorum; 70-80 kuşağı olarak çok arada kaldık diye…Çok büyük haksızlık yapıyorum…
Bakıyorum da, 90’lar ve 2000’ler kuşaklarının durumu çok daha beter.
Gelişmiş ülkelerdeki akranlarıyla aralarındaki makas öyle bir hızlı açılıyor ki…Bizim dönemimizde, aradaki eğitim standartı farkı bir şekilde, çaba gösterince kapanıyordu.
Şimdi ise, yüksek teknolojinin yapay zeka gibi üst boyuttaki örnekleriyle gelişmiş ülkeler, dünyanın geri kalanıyla aralarında zaten varolan refah ve modernlik mesafesini, her dakika daha da fersah fersah arttırıyor.
Bugün, dünyada adeta hergün bir “Endüstri Devrimi” yaşanıyor.
Peki, Türkiye ne yapıyor?
Türkiye’deki gençler ve çocuklar, ne yapabiliyor?
1990-2000 doğumlular, çocukluklarını, gençliklerini siyasi sarsıntılar içinde bir ülkede geçiriyor… Zamanlarını, bu sarsıntılar arasında hayata tutunmaya çabalayarak geçiriyorlar. Ancak aileleri imkan ve nüfuz sahibiyse, gelişmiş ülkelerindeki yaşıtlarıyla karşılaştırılabilir bir yaşam standartı yakalayabiliyorlar. Sanıyoruz ki, ellerinde bilgisayarlar, cep telefonları olan çocuklar ve gençler, dünyayı zaten yakalamış… O işin kozmetik tarafı…
Asıl meselele; fırsat eşitliği, yeteneklerin erken keşfedilip değerlendirilebilmesi, herkesin kendi bireysel özelliklerine saygı gösterilip değer verilmesi yoluyla hiçbir çocuğun “geride bırakılmaması”…
Bakıyorum da, bizim doktora seviyesinde öğrendiğimiz birçok metodolojik kavramı-yani, özetle bilimsel-analitik düşünme yetisinin alfabesini, gelişmiş ülkelerin orta okul müfredatı, ilkokulun hemen sonrasında öğretiyor…
Çocuklara, gençlere, ayrımsız olarak “değer” gözüyle bakılınca; sadece parası ve nüfuzu olana “ayrıcalık” tanınmayınca, Kemal ve Barış gibi kıymetler yitmiyor…
Gençlerini, çocuklarını kaybeden; onlara gelecek vadedemeyen bir ülkenin kendisinin de geleceği olamaz.
Barış…
Kemal…
Çok üzgünüm çok çok çok…
Sizleri kaybettik…
Kemal’i kaybettik…
Barış’ı kaybettik…
Geleceğini yok ediyor bu ülke…
Yazgı’nın, keman kutusundan da çok sayıda nota kâğıdı çıktı…
…müzik eğitimi için Belçika’ya gitmek istediği…
…ancak vize alamayınca mültecilerle Ege Denizi’ne açıldığı belirtildi…
Bahar dalı gibi taze bir hayatın son notaları…
Ege Denizi’nin dalgaları, Barış için ancak keyif vesilesi olmalıydı…Bir müzisyen olarak, o deniz onun için sadece ilham kaynağı olmalıydı.
Barış’ı, Belçika’ya çekenin ne olduğunu tahmin edebiliyorum. Brüksel’e her gittiğimde, gençlerin cıvıl cıvıl, umarsız hayatları gözüme çarpıyor. Elbette, orada da gençlerin sıkıntıları, sorunları var; herşey toz pembe değil. Ama, Türkiye’deki gençlerin yaşadıklarıyla karşılaştırılamaz.
“Yazgı”, başka türlü gitseydi; kader başka türlü şekillenseydi…
O vize çıksaydı veya Türkiye vatandaşları, tıpkı Arnavutluk, Kosova, Ukrayna, Gürcistan vatandaşları gibi Avrupa Birliği’nin Schengen ülkelerinin sınırlarından girebilmek için vizeye ihtiyaç duymasalardı…
En öncesinde, Barış, “gitmeye” gerek duymadan, eğitimini Türkiye’de sürdürebilseydi…Keman seven birçok insan olsa, insanlar koşa koşa konserlerine gitseydi…
Keşke, keşke, keşke…
22 yaşında bir genci daha kaybettik.
Daha, elinde kemanı bir gencin öldürülmesinin üzerinden ne kadar geçmişti ki?
Kemal Kurkut’tan bahsediyorum…
21 Mart 2017 günü Diyarbakır’da, polis tarafından, sırtından kurşunlanarak öldürülen Kemal Kurkut’tan…
İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bölümü öğrencisiydi Kemal; onu da elinde kemanıyla bir resmiyle görmüş, tanımıştık…
Kemal’i de, Barış’ı da, hayattayken; başarıları, yetenekleri, pırıltılarıyla değil-ölüm haberleriyle, çok çok geç tanıdık…
Bazen, yanlış zamanda doğduğumuzu düşünüyorum; 70-80 kuşağı olarak çok arada kaldık diye…Çok büyük haksızlık yapıyorum…
Bakıyorum da, 90’lar ve 2000’ler kuşaklarının durumu çok daha beter.
Gelişmiş ülkelerdeki akranlarıyla aralarındaki makas öyle bir hızlı açılıyor ki…Bizim dönemimizde, aradaki eğitim standartı farkı bir şekilde, çaba gösterince kapanıyordu.
Şimdi ise, yüksek teknolojinin yapay zeka gibi üst boyuttaki örnekleriyle gelişmiş ülkeler, dünyanın geri kalanıyla aralarında zaten varolan refah ve modernlik mesafesini, her dakika daha da fersah fersah arttırıyor.
Bugün, dünyada adeta hergün bir “Endüstri Devrimi” yaşanıyor.
Peki, Türkiye ne yapıyor?
Türkiye’deki gençler ve çocuklar, ne yapabiliyor?
1990-2000 doğumlular, çocukluklarını, gençliklerini siyasi sarsıntılar içinde bir ülkede geçiriyor… Zamanlarını, bu sarsıntılar arasında hayata tutunmaya çabalayarak geçiriyorlar. Ancak aileleri imkan ve nüfuz sahibiyse, gelişmiş ülkelerindeki yaşıtlarıyla karşılaştırılabilir bir yaşam standartı yakalayabiliyorlar. Sanıyoruz ki, ellerinde bilgisayarlar, cep telefonları olan çocuklar ve gençler, dünyayı zaten yakalamış… O işin kozmetik tarafı…
Asıl meselele; fırsat eşitliği, yeteneklerin erken keşfedilip değerlendirilebilmesi, herkesin kendi bireysel özelliklerine saygı gösterilip değer verilmesi yoluyla hiçbir çocuğun “geride bırakılmaması”…
Bakıyorum da, bizim doktora seviyesinde öğrendiğimiz birçok metodolojik kavramı-yani, özetle bilimsel-analitik düşünme yetisinin alfabesini, gelişmiş ülkelerin orta okul müfredatı, ilkokulun hemen sonrasında öğretiyor…
Çocuklara, gençlere, ayrımsız olarak “değer” gözüyle bakılınca; sadece parası ve nüfuzu olana “ayrıcalık” tanınmayınca, Kemal ve Barış gibi kıymetler yitmiyor…
Gençlerini, çocuklarını kaybeden; onlara gelecek vadedemeyen bir ülkenin kendisinin de geleceği olamaz.
Barış…
Kemal…
Çok üzgünüm çok çok çok…
Sizleri kaybettik…
Kemal’i kaybettik…
Barış’ı kaybettik…
Geleceğini yok ediyor bu ülke…
Kaynak: Artı Gerçek