3 Müebbet Yetmez, ‘Müsle’ Yapın!

[Abdullah Salih Güven, yazdı]

Haber sitelerinden gördüm.
Aylardır beklenen Zaman Gazetesi yönetici ve yazarları hakkındaki iddianame nihayet hazırlanmış. 64 sayfaymış. Bazı siteler uzun uzadıya özet yapmış.
Başladım okumaya.
İçim kan ağlamaya başladı.
Necip Fazıl’ın “bıçak soksan gölgeme sımsıcak kanım damlar.” dizesinde anlattığı anı yaşamaya başlamıştım sanki.
Hayır, şair mübalağası değil bu.
Yaşadım yaşadım ben bu anı bir kaç defa.
Hal diyemem ama anlık bir his diyebilirim çok rahatlıkla.
Zihnimdeki her şeyi bir kenara bırakarak, dikkatimi olağanüstü diyebileceğim bir şekilde toplayarak okumaya devam ettim.
Yüreğimde derin acı, yüzümde o acının yansımaları okuyordum.
Bir yere geldim güldüm.
Ağlarken gülmek dedikleri bu olsa gerek.
Ağlanacak halimize gülmek de diyebilirsiniz isterseniz.
Güldüğüm yeri aktarayım belki siz de benim gibi ağlanacak halimize gülebilirsiniz.
Gülerken ağlamak da serbest.
Bazı köşe yazarlarının adını verdikten sonra şöyle diyor iddianame: “…..yazarların günlerce yazdıkları köşe yazılarıyla yolsuzluk yapıldığı şüphesi oluşturulmaya çalıştıkları iddia edildi.”
“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim.
Devamı da var: “Ayakkabı kutularında 4.5 milyon dolar, evde yedi çelik kasa”, “Rüşvet ve örgütten tutuklandılar” manşetlerini de atmış gazete.
Halk tabiriyle söyleyeyim; sözün bilmem kaçıncı defa bittiği yerdeyiz.
Haberin sonuna geldiğimde ilk tepkim şu oldu; 3 müebbet yetmez, müsle yapın. Ardından Ekrem Dumanlı’ya bakayım o nasıl tepki vermiş dedim. Şöyle demiş Ekrem Bey: ADALETİNİZ BATSIN!
Gazeteci ve yazarlara 3 kez ağırlaştırılmış müebbet istemişler.
Tarih sizi asla affetmeyecek…
YAZIKLAR OLSUN!”
Malum yazı dilinde başlıklar hariç büyük harfler muhatabına bağırmayı ifade eder.
Bunu sesimi duyun manasında bir haykırış, bir çığlık olarak da okuyabilirsiniz.
Katılıyorum Ekrem Bey’e. Adaletten nasipsiz adaletleri batsın ve gerçekten yazıklar olsun.
Ben kendi tepkime döneyim.
Türkiye insanının bildiğini sanmam müsle kavramını.
İslam öncesi arap toplumunun bir adetidir bu.
Savaşta öldürdüğünüz düşmanın kulağını burnunu kesmek, gözünü oymak demek.
Başkalarına ibret olması için yaparmış cahiliye dönemi arabi bunu.
Ama ondan daha önemlisi, müsle öldürmenin bile söndüremediği intikam ateşini söndüren bir eylem.
Gerçekten söndürür mü ya da söndürmüş mü onu bilmiyorum ama Peygamber Efendimiz (sas) yasaklamış bunu.
Uhud’da Ebu Süfyan’ın karısı Hind, Hz. Hamza’ya uygulamış bu müsleyi.
Rivayetlere göre Hind, Hz Hamza’nın burnunu kulağını kesmenin ötesinde iç organlarını bile parçalamış, ciğerlerini çıkartmış; hatta onları ağzına alıp çiğnemiştir.
Bu ne vahşet Allah’ım?
Benzeri bir vahşet bizim ülkemizde mahiyet değiştirmiş şekliyle yaşanıyor nice zamandır.
Yüz yıl desem?
Dersim desem mesela ne dersiniz?
Ya insan gibi yaşamak için tabii haklarından mahrum bırakılan Kürt vatandaşlarına yıllardır yapılanlar?
Şimdi de terörist iftirası ile hedefe konan cemaat?
Söz konusu iddianame de bunun bir başka parçası.
Bu nasıl bir nefret Allah aşkına!
Anlamakta insan zorlanıyor.
Gazetecilik mesleğini mesleğin evrensel kuralları içinde yerine getirmeyi bile terörist eylem olarak gören bir mantık.
Bence siz müebbet cezalarla oyalanmayın.
Asın gitsin onları!
Asmak yetmez, müsle de yapın!
Burunlarını kulaklarını kesin, Sultanahmet, Kızılay, Konak meydanlarında teşhir edin.
Belki o zaman düşmanlığınız sona erer.
Hangi ara büyüttüğünüz bilmediğim içinizdeki intikam ateşi söner.
Fakat şunu unutmayın; ahirette buluşacağız.
Gerçek hesaplaşmayı adaletinden zerre miktar şüphemiz olmayan Ahkemü’l hakimin Allah’ın huzurunda yapacağız.
Necip Fazıl ile bitireyim.
Onun yukarıda sadece bir satırını aktardığım dizelerinin bütünü şöyle:
“Bıçak soksan gölgeme,
Sıcacık kanım damlar.
Gir de bir bak ülkeme:
Başsız başsız adamlar…”