[Haber-Yorum: Sefer Can]
Fathali M. Moghaddam’ın Diktatörlüğün Psikolojisi insanlığın ortak kaderini anlatır. Toplumların yazılmasına kendi elleriyle katkı yaptıkları bir kader bu. Doğuran şartlar, ona karşı direnişteki benzerlikler ve diktatörün toplum psikolojisini çökertip korku duvarları örmesinin yolları pek değişmiyor. Diktatörler, kaba kuvvetin iktidarını kurar. Onlara yönelen en büyük tehdit ise yumuşak güç. Nutuğa nutukla silaha silahla cevap verebilirler; ancak sanata ve estetiğe karşı savunmasız yakalanırlar. Tabir yerindeyse eril bir iktidardır onlarınki ve dişil tehditlerden çok korkarlar. Arjantin’de Mayo Plaza Anneleri’nde olduğu gibi sarsıcı direniş kadınlardan başlar. Dikta rejimleri de kadınları teslim alabilirlerse toplumu ele geçirmiş olabileceklerini bilirler.
Pek çok baskıcı rejim gibi Türkiye’deki Erdoğan yönetimi de kadınlar üzerine önemli projelere sahip. Açık cezaevine dönüşen ülkede bütün iktidar erklerini elinde toplayan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a en büyük paniği Gezi olayları yaşatmıştı. Büyükşehirlerde onlarca insanı aynı bombayla öldürebilme gücü sahip PKK ve IŞİD bile aynı tesire ulaşamadı. Gezi, dişil iktidarın eril iktidara karşı en yüksek sesli meydan okumasıydı. ‘Kırmızı elbiseli kadın’ ve onun yüzüne gaz sıkan kasklı polis durumu özetleyen kareydi ve hiç şüphesiz orada kadın mağrur zaferi, polis ise aciz kalmış yenilgiyi temsil ediyordu. İş çığırından çıkıp vandallar inisiyatifi ele aldığında eminim Erdoğan derin nefes almıştır.
Kadını yüceltiyormuş gibi yaparken bile şuuraltındaki korkuları dışa vuruyor Erdoğan. Son vecizesi, “Kadını insan kabul edersek sorunlar çözülür” şeklindeydi. Bir lütuf olarak insanlık bahşettiği kadını aşağıladığı konuşmalarından kitap çıkabilir. Aslında en büyük korkusuyla ‘bastırma’ metodunu kullanarak baş etmeye çabalıyor. 15 Temmuz tuhaf darbe girişiminden sonra çığ gibi büyüyen tutuklama furyasında kadınlara düşen pay bu gözle analizi hak ediyor.
15 Temmuz’la birlikte kadınları hedef alan uygulamaların ilk örneği Hacer Korucu. Kendisi, Zaman gazetesine Erdoğan rejimi tarafından el konulmasından sonra yayın hayatına başlayan Yarına Bakış Gazetesi genel Yayın Yönetmeni Bülent Korucu’nun eşi. Gazeteci eşinin teslim olması için rehin tutulan Hacer Korucu beş çocuk annesi bir ev kadını. Savunmasını üstlenecek avukat bulmakta zorlandığı için Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine sesini duyuramıyor. Yedi aydır tutuklu ve henüz iddianamesi bile yazılmadığından mahkemeye çıkamadı. Hikayesi başta ABD Dışişleri Bakanlığı İnsan Hakları raporu olmak üzere pek çok itibarlı metinde yer aldı. (30 Temmuz 2016 gözaltına alındı. 9 Ağustos’ta tutuklandı.)
Yine bir gazeteci, Cumhuriyet’in Yayın Yönetmeni Can Dündar’ın eşi Dilek Dündar da bu öfkeden nasibini alanlardan. Pasaportuna el konuldu ve yurt dışına seyahat edemiyor (3 Eylül 2016). Tek suçu Can Dündar’la evli olmak. İş adamı Faruk Bayındır ve Boydak Holding Yönetim Kurulu üyesi Şükrü Boydak’ın eşleri de kocasının yerine gözaltına alınan çok sayıda kadınlardan. Aliye Boydak, 28 Temmuz’da, Betül Bayındır ise 11 Ekim’de tutuklandı. Kütahya’nın Domaniç ilçesinde 7 aydır tutuklu bulunan B.K.’nın eşi ve biri lise öğrencisi olan iki çocuğu gözaltına alındı (3 Mart 2017). Soruşturmalar parça parça ve yerel mahkemelerde yapıldığından örneklerin net bir sayısını söylemek mümkün değil.
İkinci tür, eşiyle birlikte gözaltına alınanlar. AKFA Holding Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Aktaş ve eşi birlikte gözaltına alındı (16 Ağustos 2016). Holding ülkenin en büyük perakende zincirlerinden birinin de sahibiydi. Burdur Bucak Belediye Başkanı Süleyman Mutlu (25 Ekim 2016), Sinop Atatürk Devlet Hastanesi Başhekimi Ercan Yarar (17 Şubat 2017), Darende Kaymakamı Ali Türk (16 Şubat 2017), eski Beytüşşebap Kaymakamı Kadir Güntepe (19 Ocak 2017) de eşiyle birlikte gözaltına alınanlardan.
GÖRÜŞTE GÖZALTI!
Toplumdaki korku duvarlarını biraz daha yükseltmek için son başvurulan taktik cezaevine görüşe gelen eşleri tutuklamak. Aynı anda ülkenin birçok yerinde başlayan olaylar tesadüf olmadığını, bir plan çerçevesinde ve toplu hareket edildiğini gösteriyor. Kadınları tutuklamak için cezaevine gelmelerini beklemenin sebepleri şunlar olabilir. Birincisi tutuklulara uygulanan tecritte hukuk fazlasıyla aşıldı, daha ileri adımlar atılamıyor. Onun yerine ziyaretçiler korkutularak caydırılmaya çalışılıyor. Böylece tutukluların direnci kırılacak. Delil bulunamaması yüzünden yazılamayan iddianameler yazılacak ve soruşturmaların çökmesi önlenecek. Şüpheliler, tecrit ve yakınlarına yönelen tehditle suçlamaları kabule zorlanıyor. İkinci sebep kolektif cezalandırmayla alakalı. Anneyle beraber babasını görmek üzere gelen çocuklar annesini de bırakıp çıkıyor. Travma bütün aileye en ağır şekilde yaşatılıyor.
CHP milletvekili ve insan hakları savunucusu Mahmut Tanal’ın kamuoyu gündemine taşıdığı görüntüler bu amacın işareti gibi. Biri özürlü beş çocuk annesi Nagihan Gökçek, eşini ziyaret maksadıyla gittiği 23 Ocak 2017’de Sincan Cezaevinde tutuklandıktan bir hafta sonra kamuoyu baskısıyla tahliye edildi. Konya Ereğli’de 7 aydır tutuklu bulunan eşi İbrahim Aslan’ı ziyarete giden Nazan Aslan, 16 Şubat 2017 günü gözaltına alındı. Aslan çiftinin birisi 10, diğeri 6 yaşında olmak üzere 2 çocuklarının olduğu öğrenildi. Benzer bir uygulama 14 Şubat 2017 günü yine Ereğli’de de yaşanmıştı. Emekli öğretmen Meryem Yazırlı, eşi ve aynı zamanda meslektaşı olan Ali Yazırlı’yı tutuklu bulunduğu cezaevine ziyarete gitti. Hakkında adli kontrol kararı bulunan Meryem Yazırlı ziyaret esnasında tutuklandı. Kars’ta kocasını görmek için cezaevine giden A.Y. de tutuklananlar arasında. (24 Ocak 2017)
Afyon’un Dinar ilçesinde farklı bir yol izlendi. Kocası tutuklu 21 kadına aynı anda (17 Şubat 2017) gözaltı kararı verildi. Bunlardan 10 tanesinin bir yaşının altında çocuğu vardı ve ikisi de 70 yaşının üstündeydi.
POLİSLER DOĞUMHANE KAPISINDA
Antalya’da Fadime G. İsimli genç kadın doğum yapmak üzere gittiği hastanede bir günlük bebeği ile gözaltına alınarak karakola götürüldü (31 Ocak 2017). Aynı şekilde Denizli’de sezeryanla doğum yapan Gül T. isimli kadını gözaltına almak için polis doğumhanenin kapısında nöbet tuttu (8 Şubat 2017). Cezaevinde doğum yapanlar ya da kanser tedavisi yarıda kesilerek cezaevine gönderilen örnekler azımsanmayacak sayılara ulaştı. Doğum neredeyse bütün toplumlarda kadının en sempatik ve dokunulmaz görüldüğü hal. 21. yüzyıl Türkiyesinde yok edilen hassasiyetlerden biri de bu.
Kadınlara yönelen planlı ve organize kötülüğün tek amacı erkeklerinin direncini kırmak değil. Kadınlara özel bir öfke hali gözden kaçmıyor. Bu öfkenin asıl kaynağı ise dişil iktidarın, kaba kuvvete dayanan eril iktidarı yenme potansiyeli. Fakat her insafsız saldırı kadınlardaki direnme bilincini güçlendiriyor. AKP’liler kadınlara kendi kadınları ile cevap verirken bile eril refleksler gösterip kaba kuvveti kullanıyor. Aylin Nazlıaka’nın Meclis’teki kelepçeli eylemi bunun en somut örneği. Kadın ve aileden sorumlu ‘kadın’ bakanın Erdoğan’ın “Bir adam gibi ölmek var bir de madam gibi” sözü üzerine sarfettiği “Türk kadını adam gibi ölmesini bilir” cümlesi aynı zihnî arkaplanın yansıması. Erkeklerinin kullandığı cinsiyetçi dili söylemiyorum bile. Hizmet Hareketine karşı şiddetin bütün sınırları altüst ederek devam etmesinin sebebi de bu çıldırmışlık hali. Bütün tahrik ve işkenceye rağmen Hizmet Hareketi şiddete bulaşmıyor. Mücadeleyi Erdoğan’ın zayıf olduğu alanda sürdürmeye devam ettikçe onun dengesi bozuluyor. HDP’nin yönetim kadrosuna öfkesi de bu yüzden. Selahattin Demirtaş saz çalmak yerine silahla poz verseydi, Erdoğan’ı çok mutlu ederdi. (TR724)