Tutuklu Bürokratlardan Niçin Korkuyorlar?

 [Nazif Apak]

Bir grup Ankara gazetecisi zamanın adalet bakanını ziyaret etmişti. Laf lafı açınca ünlü bir Başkent muhabiri/yazarı dayanamayıp sözü o günlerin en tartışılan bürokratına getirdi. Ergenekon savcısı Zekeriya Öz ile ilgili soru sorulması Bakan Bey’in keyfini kaçırmıştı. Soruyu soran, hem AKP karşıtı idi hem Cemaat. Sorunun bağlamı ise Cemaat üzerine kuruluydu. Bakan bir-iki uflayıp pufladıktan sonra dedi ki: “Ne cemaati kardeşim! Ben adalet bakanıyım o bahsettiğiniz savcı ile doğrudan görüşmekte zorluk çekiyorum. O savcı, istediği an Erdoğan ile baş başa görüşüyor, yürütülen soruşturmalar hakkında bilgi veriyor, talimat alıyorlar.” Zaten o günlerde Erdoğan, Öz’ü İtalya’nın meşhur ve cesur savcısına benzetiyor, ona zırhlı araç tahsis ettiriyordu…
‘NE YAPTIYSAM ERDOĞAN’IN BİLGİSİ VE TALİMATI İLE YAPTIM’
nazif spotBir başka çarpıcı örnek: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir yurt dışı seyahatine çıkıyor. Yanında çok sayıda gazeteci var. Havaalanındaki VIP salonunda bir odada uzun sure beklemek zorunda kalıyor. Gazeteciler arasında hafif çaplı homurdanmalar başlıyor. Neden beklediklerine bir anlam veremiyorlar çünkü. Meğer Abdullah Gül de mustaripmiş bekletilmekten. Erdoğan’ın aynı hava alanında bir başka odada görüşme yaptığı ve o görüşmenin bir türlü bitmediği bilgisi veriliyor Cumhurbaşkanı’na.
Bilin bakalım Başbakan, ülkenin Cumhurbaşkanını bekletmek pahasına, kiminle görüşüyor? Cevabını pek çok gazeteci ve o gün orada bulunan bürokrat gayet net biliyor. Erdoğan’ın uzun uzun muhabbet ettiği (!) kişi, Emniyet istihbaratının o dönemdeki beyni Ali Fuat Yılmazer’di. Tam da bu sebepten Yılmazer “Ben ne yaptıysam Erdoğan’ın bilgisi ve talimatı ile yaptım” diye feryat ediyor. Gerçekten de öyle. İlker Başbuğ’un göz altına alınması surecini bizzat Erdoğan başlatmıştı. Güvenlik ve yargı bürokrasisindeki kişilere hep şöyle denmişti: Bu dediğimizi ya sen yaparsın ya da biz zaten bir başkasına yaptırmayı biliriz.
Her neyse… Biz havaalanındaki bekletilme olayına geri dönelim.
Bekleyiş uzadıkça hava geriliyor ve en sonunda (pek çok insanın duyduğu üzere) Gül patlıyor: “Yahu bir başbakanın bir istihbarat müdürü ile bu kadar uzun sürecek ne işi var ki beni burada bekletiyor!” Cumhurbaşkanının isyan ederek dile getirdiği sorunun cevabını hem güvenlik bürokrasisi biliyor hem bazı gazeteciler. Erdoğan bazı bürokratları doğrudan doğruya yönlendiriyor, onlara Ergenekon, KCK gibi davalarla ilgili talimatlar veriyordu. Bu talimatlar sonrasında kendisine şikâyet geldiğinde ise bambaşka bir söyleme başvuruyordu. Ergenekon (özellikle de KCK davasında) her adımı bizzat kendisi attırdığı halde içeriden gelen tepkilere “Ben de sizin gibi düşünüyorum ama bu operasyonları Cemaat bürokratları yapıyor” diyordu.
‘CEMAATÇİ’ DİYE YAFTALANANLAR ‘CEMAAT’İ DİNLERKEN
En çarpıcı olan da şu: Cemaatçi diye yaftalayıp hedef gösterdiği bürokratlara Cemaati dinleme ve takip görevi de veriyordu. Sözlü ve yüz yüze verilen talimatlarla gizliden gizliye yürütülen işlemler bir gün çok ilginç bir şekilde ortaya çıktı. İstanbul’daki bir mezuniyet törenine katılan Erdoğan, tören sonrasında Cemaatin önde görünenlerinden birileriyle özel bir görüşme yapar. Tam lafın ortasında Hidayet Karaca ile yapılan bir telefon görüşmesinden bahseder. Bana nakledildiğine göre o toplantıda bulunan biri ani bir refleksle “Siz bizi mi dinletiyorsunuz?” deyiverir. Erdoğan beklemediği bir tepki ile karşı karşıya gelmiştir. Önce tepkiyi savuşturmak ister, bir iki kelam ederek zaman kazanır; ama sonunda çareyi şöyle demekte bulur: “İstihbarat havuzuna böyle bir bilgi düşmüş; bana da oradan geldi; özel bir dinleme söz konusu değil.
Tabii ki doğru değildi söylediği. Erdoğan’ın Cemaat’le arası açıldıktan sonra internette dolaşıma sokulan illegal telefon kayıtları o günlerde kaydedilip hazırlanmıştı. Ve ne ilginçtir ki bu kayıtları yapıp ‘Reis’in özel arşivine’ katkı sağlayan bürokratlar hakkında bile daha sonra Cemaatçi suçlaması yapılarak, davalar açıldı.
‘UYUMLU ÇALIŞAN’ DA BEDEL ÖDÜYOR, REDDEDEN DE
Bir zamanlar kritik görevlerde bulunan pek çok bürokrat Cemaate yakınlığı bahane edilerek susturuluyor. O günlerde ‘uyumlu çalışanlar’ da bedel ödüyor; verilen emrin hukuka uygunluğu mevzuunda daha titiz davrananlar da. Adamların bildikleri o kadar çok esrarengiz konu var ki!
“Sen dediğimizi yapmazsan bir başkasına yaptırırız; sen de bedelini çok ağır ödersin” tehdidine boyun eğmeyen bürokratlar da oldu elbette. Mesela bir zamanların Ankara Başsavcısı İbrahim Ethem Kuriş’i Ankara gazetecileri iyi bilir. O günlerde sızan bilgilere göre, Deniz Feneri soruşturmasındaki açık ve somut delillerin üstünün kapatması istendi ondan. Eğer o teklife ‘evet’ deseydi yükseldikçe yükselecekti. Siyasi baskıya boyun eğmeyince Ankara’daki görevinde çok az kalabildi; sonra tenzili rütbe ile önce Antalya’ya sonra Adapazarı’na oradan da İstanbul Anadolu Adliyesine düz savcı olarak sürüldü. Çektikleri sıkıntılardan mıdır bilinmez, son görev yerinde yakalandığı kanser hastalığıyla iki yıldan fazladır mücadele ediyor. Kanser tedavisinin devam ediyor olmasına aldırmadan, 15 Temmuz sonrası uydurma darbeye teşebbüs suçlamasıyla apar topar gözaltına alınmış ve tutuklanmış. O günden beri hapishanede. Tam bir zulüm!
DENİZ BAYKAL HADİSESİ, ÖNEMLİ BİR ÖRNEK
Bir de hukuksuz emirlere boyun eğip vicdanı rahatsız olanlar vardı o günlerde. Bunların durumunu anlamak için Deniz Baykal’a kurulan tuzağı çözmek bile yeter. Sözlü talimat ve emirlerle rakiplerine tuzak kuranlara karşı savunmasız kaldı bürokratlar çoğu kez. Baykal olayındaki bürokratın başına gelen ise aynen şöyle: Deniz Bey’e kurulacak tuzağı “Ya bu işi sen yaparsın ya da birine yaptırırız” tehdidiyle icraat (!) beklenen bürokrat çaresizce ihaleyi üzerine almış. Gelecekte başına bir iş açılacağı endişesine çözümü, gizli bir toplantıda verilen emri laptoptaki kamera ile Erdoğan’ı kaydetmekte bulmuş. Verilen emir de o emrin yerine getirilmesi de meşru değildi tabii ki. Bu tip olayları kayda geçirmemin nedeni illegal emri verenin bir o gün o emri inkar etme korkusudur. Nitekim verdiği emirlerin tamamına yakınını inkar etmiştir o kişi. Geçmişte olduğu gibi bugünlerde verdiği bütün kanun dışı emirleri de yine inkar edecektir…
Bilinmeli ki Erdoğan’ın devlet gücünü kullanması kanun çerçevesini çoğu kez aşıyordu. O kadar ki, bugünlerde hapislerde çürütülen bir emniyet amirine damat adaylarının özel hayatlarını araştırtıyordu. Öyle ki kızına talip olan kim varsa, hakkında özel çalışma yaptırması nedeniyle emniyeti kilitlemiş, aslî işlerini yapamaz hale getirmişti. Sadece bu değil, devletin istihbaratı işini gücünü bırakmış, eski ANAP milletvekillerini adım adım takip ediyordu. “Yeni bir siyasi oluşum” korkusuyla aldıkları nefesi bile takip edilen bir eski ANAP’lı durumu öğrenince kıyametleri koparmış, ancak araya girenlerin ‘Reis’ vurgusu ve korkusu sayesinde adamları sus pus etmişti.
Bir dönem ‘en yakını’ olan kişilerin tamamı bugün ya hapishanede; ya da sürgünde. Niye? Birinin suçu ortalığa dökülmesin diye. Halbuki hukuk dışı hiçbir eylem sonsuza kadar saklanamaz. Saklanamayacak da…
nazif spot kuriş