Hürriyet yazarı Uğur Gürses, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch’in, Türkiye’nin notunu düşürmesini “Türkiye 25 yılın ardından başladığı noktada. Türkiye’ye 2012’de tam 20 yıl sonra yeniden kazandığı yatırım sınıfı notu dün kaybetti” dedi.
“1994’te ilk yatırım sınıfı notu kaybetmemizde en önemli etken, yapay biçimde faizi aşağıda tutmaya çalışmaktı” diyen Gürses, “Aradan geçen çeyrek yüzyıl sonunda yeniden başa döndük; çok yüklü döviz borcu olan bir ekonomide yine yapay biçimde faizi düşük tutma çabası, bizi yine aynı yere getirdi. Sonunda notumuz düştü” ifadesini kullandı.
Gürses’in Hürriyet’te “Başa döndük” başlığıyla yayımlanan (28 Ocak 2017) yazısı şöyle:
Türkiye 25 yılın ardından başladığı noktada. Fitch’in de kredi notunu BB+ ile yatırım yapılabilir seviyenin altına çekmesiyle, 1994 yılında ilk notumuzu kaybettiğimiz duruma geri döndük.
Türkiye’ye 2012’de tam 20 yıl sonra yeniden kazandığı yatırım sınıfı notu dün kaybetti. Avrupa ve ABD kökenli derecelendirme kuruluşlarından yatırım sınıfı notumuz kalmadı.
Türkiye’nin kredi dereceleme şirketleriyle ilişkisi, sermaye hareketlerini serbestleştirdiği 1989 sonrasında başlar. Dış sermayeye açılma, içerideki banka ve şirketlere döviz tutma ve borçlanma kapısını açtı. Bunun da yatırımlara ve ekonomik büyümeye kapı açtığı malum. Sermaye hesabının serbestleşmesine dair o dönemde ekonomi bürokrasisinin çoğunda kaygılar vardı; Türkiye buna hazır mıydı? Başbakan Turgut Özal’ın arzusu, bürokratları ikna etti. Çünkü sermaye hesabını serbestleştirmesi demek; bireylerin, şirketlerin ve bankaların serbestçe döviz tutmasına, borçlanmasına, sermayenin serbestçe girip çıkmasına kapı açmak demekti. Nihayetinde; Türkiye, ‘oyunu’ uluslararası kurallara göre oynayacaktı.
İlk not 5 Mayıs 1992’de hem de ‘yatırım sınıfı’ bir not olarak geldi; Moody’s tarafından. Siyasetçilerin zoraki faiz indirme çabasıyla hani ağızlara sakız olan o söz ters yüz oldu; yatırım sınıfı notla gelen bu fırsat, krize çevrildi. Türkiye, ilk yatırım sınıfı notunu bir buçuk yıl sonra Ocak 1994’te kaybetti. Sonrası malum 1994 krizi patladı. 90’lı yılların ve hatta 2000’li yılların başlarında temel kaygı kamu kesiminin borç çevirme ve geri ödeme kaygısı idi. Buna eşlik eden yan pencere ise sığ döviz akışında ödemeler dengesi dalgalanmaları idi.
1994’ten 2012’ye uzanan çok uzun sürede Türkiye’nin notu bir basamak ileri, bir basamak geri iniş çıkışlarla seyretti. Arada 2001 krizi en dip noktası idi. 2005’te AB çapası ile daha iyi bir noktaya taşındı. Ama 2008-2009 küresel krizi buna bir ara verdirdi. 2009 sonrasında kredi dereceleme şirketlerinin finansal araçlara sağladıkları yüksek notlar ve bu süreçteki hatalarının su yüzüne vurması, ardından ABD’de yürürlüğe giren Dodd-Frank yasası gibi dereceleme şirketlerini sorumluluk altına sokan düzenlemeler nedeniyle ‘iyi not’ almak zorlaştı. Sonunda Kasım 2012’de Türkiye yeniden Fitch ile yatırım sınıfı nota çıktı. O dönemin Hazine Bakanı Ali Babacan, “Not artışı geç de olsa yerinde bir karar. Karar piyasa göstergeleri ile kredi notumuz arasındaki farkı bir miktar azaltmıştır” diyordu.
Konjonktür aleyhimize
İşin doğrusu Türkiye 2005-2008 arası dönemde alabileceği notu, 2009 sonrası gelişmiş ülkelerden akan ve nereye gideceğini bilemeyen paraların sağladığı bir ‘doludizgin piyasaya’ borçlu idi. Babacan da, ‘piyasa ile kredi notu farkıyla’ bunu örnek gösteriyordu. Şimdi 2012’ye göre şirketlerimiz çok daha borçlu, ama döviz borçlusu. Hem de ekonomik durgunluk içindeyiz. 2012 sonrasında risk unsurlarıyla baş etmede, yönetmede daha sorunlu bir tablomuz var; hem siyaseten, hem ekonomik olarak. Hem de arka planımızda, değişen küresel koşulların aleyhimize geliştiği bir konjonktür var.
2009-2017 arası dönemde Türkiye’de şirketler kesimi çok hızlı biçimde borç biriktirdi. Kredi dereceleme kuruluşlarının artık 1990’lı yıllardan farkı şurada; o yıllardaki kamu kesimi için duyulan kaygılar artık şirketler kesimine kaymış durumda. Özetle; ‘çok borçlu şirketler, ekonomik yavaşlama ile bu borçlarını geri ödemekte zorlanacaklar’ kaygısı. Hele ki hem döviz kurunun arttığı, hem de ekonomik durgunluğun derinleştiği bir dönemde bu risk çok arttı. Borç geri ödeme kapasitesi azalıyor. Türkiye’nin mevcut döviz borçları veri iken döviz arzının azaldığı, kur baskısının arttığı bir dönemde; yavaş yavaş kamunun, özel kesimin kur risklerini kıyıdan köşeden üstlendiği bir mecraya girdiği de kayıtlara yansıyor. Dolar kuru 4’e dayanmışken, bir kesime yılbaşında geçerli 3.53’lük kur üzerinden geri ödeme seçeneği sunulması böyle bir durum. Ama çok tehlikeli bir kapı. İspanya’nın, 2008 küresel krizi patlamadan önce, kamu borçlarının kabaca milli gelirin yüzde 30’una, bütçe açığının da milli gelirin yüzde 2’sine yakın bir ülke olduğu, krizle birlikte özel kesim borcunun kamu borcu haline dönüştüğü ve yüzde 100’e yaklaştığı belleklerde.
1994’te ilk yatırım sınıfı notu kaybetmemizde en önemli etken, yapay biçimde faizi aşağıda tutmaya çalışmaktı. Aradan geçen çeyrek yüzyıl sonunda yeniden başa döndük; çok yüklü döviz borcu olan bir ekonomide yine yapay biçimde faizi düşük tutma çabası, bizi yine aynı yere getirdi. Sonunda notumuz düştü.
Uğur Gürses/Hürriyet