[Dr. Emin Aydın]
Savm-ı samt dinimizce mekruhtur; ama siyaset ve aktüaliteye girmeme orucu menduptur, zira ifası şükre, zikre ve fikre vakit bırakır.
Nefsim gibi, ‘Ama Hocaefendi konuşuyor,’ deme. Onun tarihe not düşmek gibi bir vazifesi var; senin de öyle bir vazifen varsa susma konuş… onun, talebelerinin kalp ve kafalarında oluşabilecek şüpheleri izale etmek gibi bir vazifesi var… senin de öyle bir vazifen varsa susma konuş; onun, konuşması gerekenler konuşmadığı için onların boşluğunu doldurmak gibi bir vazifesi var; o konuşması gerektiği halde konuşmayanlardan biri de sensen, rica ederim susma konuş… Değilse ‘kalilen ma tezekkerun’ ve kardeşlerinin hükmü senin için de bakidir…
Sen sus ve O’na müteveccih ol ki, susmayı başaran Meryem’in masumiyetini ifade için beşikteki bebeği konuşturan Hazreti Mütekellim-i Ezeli konuşturacağı sebepleri konuştursun… Ve seni başka konuşanların konuşmalarıyla yapabilecekleri yardımlardan müstağni kılsın…
Bunu da doğrudan söyleyeyim: Bütün insan kaynakları politikalarını şu duygular arasında denge kurabilen, paradoksal bir şekilde hem ümitvar, hem temkinli olabilen insanlardan yeni baştan kurgulardım. Bu paradoksal durumun mü’minin asli vasfı olduğunun, Allah’a itimadın gerektirdiği ümit ile kendi fakr u zaruretini bilmenin gerektirdiği temkini birlikte taşımanın, ekstradan bir marifet olmadığının da altını çizelim.
‘Şu duygular’ demiştim:
- Yarın bir şeyler olacak ve geri dönecekmiş ümidi ve hiç dönemeyecek ve gurbetlerimizde ölüp gömülecekmiş temkini…
- Rüyalara inanan, mana âleminden gelen esintilere açık, gözü yaşlı bir kalp ve rasyonel, gerçekçi, bütün meselelerini aklın terazisinden geçirdikten sonra stratejisini belirleyen bir beyin…
- Anavatanını işgal altında tutan akla ve vicdana yabancı güçlere karşı onulmaz bir buğz ve vatanına, milletine, milletinin fertlerine, şehirlerinin toprağına, fotoğraflarına, tarihine, şehitlerine müteveccih eksilmez bir sevgi…
- Hizmetini yaparken kendi bulunduğu konumlarda neyi nerede yanlış yapmış olabileceği konusunda şimdinin savcılarından acımasız bir savcı ve aynı görevleri yapmış başkalarının muhtemel hataları konusunda naiflik çizgisine yakın bir avukat…
Bunu ise dolaylı olarak söyleyeyim… Anlayan anlasın; anlamayan çok kurcalamasın: ‘Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih etmek’ olan ihlâs düsturunun bir şubesi olan Hizmet’e taalluk eden bir meseleyi anlatmakta bile kardeşini kendisine tercih etmek prensibi, o işi terk ettiğin kardeş o işe ehil değilse batıldır. Bazı işlerin ancak yapılarak öğrenildiği doğrudur; ama ustura çırağa hem ustanın müzahereti altında hem de müşterinin müsaadesi şartıyla verilir… Neticesinden sadece sen etkileniyorsan bir işin mümkün olandan daha az iyi yapılmasına rıza göstermeye hakkın var; neticesi başkalarına bakıyorsa, en iyiyi aramak düsturu bütün ihlâs ve sadakat düsturlarından önce gelir.
Bu hamur daha çok su götürür… Ama kişi bir meselenin en ehil olanının kendisi olmadığını bildiğinde, susup beklemeli; ehil olanlar konuşmazsa sorup beklemeli; yine konuşmazlarsa konuşup tensiplerine sunmalı; yine konuşmazlarsa yapıp tensiplerine sunmalı; yine konuşmazlarsa cumhurun tensibini aramalı…
Ben daha üçüncü fasıldayım… Cumhur hemen taşlamasın…