[Adem Yavuz Arslan]
8 Kasım’da ABD Başkanı seçilen Donald Trump’un kabinesine kimleri alacağı, nasıl bir başkan olacağı sadece ABD’nin gündemi değil.
Zira Beyaz Saray’da kimin oturduğu, kimlerle çalıştığı hiç bir zaman ‘ABD’nin iç işi’ olarak kalmadı.
Fakat bu kez daha farklı bir durum var.
Öncelikle ‘Trump Korkusu’nun büyüğü ABD iç kamuoyunda yaşanıyor. Bu korkunun ise iki kaynağı var; birincisi Trump’un bizzatihi kendisi.
İkincisi ise kurduğu kadro.
Malum olduğu üzere, Trump’un adaylığı gündeme geldiğinde pek ciddiye alınmamış, bir süre sonra yarıştan çekileceği varsayılmıştı. Hatta kendi partisi bile aleyhineydi fakat Trump adeta ‘vuruşa vuruşa’ önce adaylığı sonra da başkanlığı kazandı.
ABD iç kamuoyunda yaşanan ‘Trump korkusu’nun temelinde ünlü iş adamının kişiliği, öngörülememesi yatıyor. Çünkü seçim kampanyası döneminde öyle sözler etti, öyle vaadlerde bulundu ki herhangi birinin gerçekleşmesi bile dünya dengelerini alt üst etmeye yeter de artar bile.
Mesela 11 milyon kayıt dışı göçmeni ve Müslümanları ABD’den yollamak, Meksika sınırına duvar örmek, İŞİD’i bombalayıp petrolüne konmak, işkenceyi yaygın uygulamak gibi dahiyane(!) fikirleri var.
Putin’e olan sempatisi, Saddam ve Kaddafi’ye olan güzellemeleri de işin tuzu biberi oldu.
Trump’a şüpheyle bakanların endişelerini arttıran ikinci gelişme ‘geçiş dönemi’ icraatları oldu.
Gerçekten de ilginç bir kabine kuruyor Trump. İlk göze çarpan ‘kızgın generaller’.
Her ne kadar Erdoğan ve AKP çevreleri Trump’un tercihlerini coşkuyla karşılasa da seçilen isimlerin ilk göze batan özelliği ‘aşırı sağcı-milliyetçi-İslam karşıtı’ olmaları.
Hatta Pentagon’un CIA’i olarak bilinen Savunma İstihbarat Dairesi’nin başında iken Obama ile ters düşüp emekli edilen ve Trump tarafından Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na seçilen Michael Flynn’in öyle sözleri var ki doğrudan ‘islamofobia’ sınıfına girer.
Flynn’in AKP iktidarı ile olan ‘akçeli işleri’ ise ABD basınını günlerce meşgul etmeye yetti.
Savunma Bakanlığı koltuğuna oturacak olan James Mattis ise Washington’da çok iyi tanınan bir general.
Fikirleri ise Flynn kadar olmasa da sert bulunuyor.
CIA’nın başına geçeçek olan Kansas Milletvekili Mike Pompeo ve Adalet Bakanı olacak olan Alabama senatörü Jeff Sessions’da ‘radikal fikirleri’ ile biliniyor. Hatta Sessions’un adı uzun süre ırkçılık tartışmalarında geçmiş, 1986’da Reagan tarafından federal hakimliğe aday gösterilmiş ama ‘ırkçı söylemleri olduğu iddiası’ ile atanmamıştı.
Trump’un başkan yardımcısı Mike Pence ise ‘koyu muhafazakar’ olarak biliniyor.
Özel kalem müdürlüğüne gelmesi beklenen Reince Priebus’da Trump’un özellikle müslümanlar aleyhine sözlerine destek vermesi dikkat çekmişti.
Öte yandan Türk kamuoyunun ‘çuval olayı’ ile yakından tanıdığı general David Petraus’un da adı hala yeni kabine için gündemde. Henüz iki isim kesinlik kazanmasa da Trump’un kabinesinde ‘4 şahin general’in olması bekleniyor.
Trump’un ulusal güvenlik ve dış politikaya dair tercihleri ABD basının da da tartışma konusu. Öyle ki Foreign Policy açıkça ‘bu kadro ulusal güvenliğe tehdittir’ diye yazdı. Politico ise uzun bir ‘risk analizi’ yayınladı.
Trump’un kabineye aldığı/alacağı ekonomi kurmayları da en az askerler kadar tartışmalı.
Öncelikle ortada ciddi bir tezat var.
‘Düzenini değiştirme’ vaadiyle yola çıkan Trump’un ekonomi kurmayları tam da meşhur ‘Wall Street sisteminin temsilcisi’ sayılıyor. Hazine Bakanlığı için ismi geçen Steven Mnuchin uzun yıllardır Goldman Sachs’ta yöneticilik yapmış birisi. Wilbur Ross ve Todd Ricketts de aynı şekilde sermaye çevrelerinin temsilcisi biliniyor.
Eğitim bakanı olarak atadığı DeVos ise zenginliği yanında eğitime ‘dair radikal fikirleri’ ile ünlü.
Peki Trump’un seçtiği kadro ne anlama geliyor ? Nasıl bir Washington göreceğiz ?
Bugünlerde Washington’daki onlarca think thank’te ve ABD medyasında bu sorunun muhtemel cevapları tartışılıyor.
Yaygın kanı ‘belirsizlik’.
Bir yandan ‘güçlü ABD gelenekleri ve kurumları Trump’un radikal adımlar atmasına imkan tanımaz’ görüşünü savunanlar var diğer yandan ‘bu kadar sağcı ve radikal isimlerle, hiç bir politik tecrübesi olmayan ve geniş yetkilerle donanmış bir ABD başkanı sıkıntı doğurabilir’ yorumlarını yapanlar var.
Senato, Temsilciler Meclisi ve yüksek yargı ile Trump arasında gerginlikler olmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Trump her ne kadar seçildikten sonra, kampanya dönemine oranla daha makul açıklamalar yapsa da endişeleri giderebilmiş değil.
Çünkü daha koltuğa oturmadan attığı adımlar endişeleri arttırdı.
Mesela bir Pazar sabahı attığı tweet ile ABD’li şirketlerin yurtdışındaki yatırımlarını ülkeye getirmemeleri halinde %35 gümrük vergisi ödeyeceklerini ilan etti.
ABD’nin yeni başkanının ‘ırkçı ve aşırı sağcı’ söylemlere sahip danışmanlarla çalışması da uzun süredir ABD basınında tartışma konusu.
Genel olarak ABD medyası Trump’ı kabullenemedi. Trump’un gazetecilerle kişisel diyalogları da hayli ilginç. Basın ile çekişmesi Trump’un başını hiç ummadığı kadar ağrıtabilir çünkü ABD medyası daha şimdiden başkan ve ekibini tabiri caizse haşlıyor. ABD medyasının Trump yönetimindeki Beyaz Saray’ı çok zorlayacağını söylemek mümkün.
Trump’un görevi devraldıktan sonra ki ilk icraatlarına dair beklentiler ise şöyle; malum olduğu üzere ekonomi ve iç politika ağırlıklı bir kampanya yürüttü. Seçildiği günden bu yana verdiği demeçler ve icraatları da ilk iş olarak ‘içeriye’ yöneleceğini gösteriyor.
Ekonomiyi güçlendirecek, yeni iş kapıları açacak politikalar belirlemesi bekleniyor.
Bu tercihlerin başta Türkiye olmak üzere gelişmekte olan ekonomilere olumsuz yansıması olacak. Trump’un vergileri indirip alt yapı harcamalarını arttırması faizleri ve dolayısıyla da doları yukarı doğru çekecektir. Türkiye’de dolar hesabı yapanların not etmesi gereken bir durum.
Dış politika da ise seçtiği şahin isimlerin etkisini göreceğimiz kesin.
Bütün bu verilerin yanında bir ‘üst gerçeklik’ daha var; bırakın bir kaç ay öncesini, bir kaç saat öncesi söylediklerinin tersini yapabilen, hiç bir politik tecrübesi olmayan ve ‘aşırı sağ’ isimlerden kurulu bir kabine kuran bir ABD başkanı ile karşı karşıyayız.
Ve bu durum en çok ABD’lileri korkutuyor.