[Sıtkı Özcan-New York]
“ABD Başkanı Donald Trump…” Dilimizin bu ifadeye alışması biraz zaman alacak. Sadece bizim değil, dünyanın da… Yaklaşık bir yıl önceye kadar değil başkanlığına, Cumhuriyetçi Parti’den aday adaylığına dahi ihtimal verilmeyen bir insandan bahsediyoruz neticede.
Bundan yıllar önce de başkan adaylığı birkaç kez gündeme gelmiş, her seferinde ya henüz aday bile olamadan vazgeçmiş ya da şubat ayını göremeden yarıştan çekilmek zorunda kalmıştı Donald Trump. Tahmini oy oranının binde 2’ler seviyesinde olduğu tahmin ediliyordu. Bu yüzden kısa bir süre öncesine kadar tüm Amerika için bir komedi malzemesiydi adaylığı. Kendisi için de bu konunun bir ‘gündem olma’ vesilesi, basit bir zengin eğlencesi olduğu zannediliyordu. Değilmiş…
Peki, önce kayıtlı bir Demokrat Parti üyesi, sonra Cumhuriyetçi, ardından Reform Partisi’nden başkan aday adayı, sonra bağımsız ve en sonunda yine Cumhuriyetçi olan Donald Trump, güçlü rakibi Hillary Clinton karşısında bu seçimi nasıl kazandı? Daha doğrusu neden kazandı?
Trump’ın zaferinin tek sebebi yok
Bu konuda net bir yorum yapmak henüz mümkün değil. Avrupa’da ırkçılığın, aşırı sağın önlenemez yükselişi, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden kopuşunu getiren muhafazakâr rüzgârın nedenleri Le Pen, Gert Wildeers, Erdoğan gibi popülist liderlerin kalabalıklardaki karşılığının henüz mantıklı birer açıklaması yapılamamışken, ABD’nin kendisini Donald Trump gibi birine neden teslim ettiğini analiz etmek kolay değil.
ABD seçimlerinde ilk sonuçlar belirmeye başlayınca uzmanlar arasında bu soruya yapılan genel yorum ‘Beyaz adamın öfkesi’ oldu. Kim bu ‘beyaz adam’? Neye ve kime karşı öfkeli? Müesses nizama. Peki, ‘müesses nizam’ dediğimiz şey zaten o beyaz adamın ta kendisi değil mi? Biraz öyle, biraz değil…
Öteki beyaz adamlar
Burada bahsettiğimiz ‘beyaz adam’, devlet mekanizmasının başında, bürokrasinin göbeğinde, medyanın, iş dünyasının tam tepesindeki ‘beyaz adam’ değil. Kırsalda, bilhassa 2008 kriziyle birlikte sahip olduğu pek çok şeyi kaybetmiş, geleceği görmekte, hayatını kurmakta zorlanan, önündeki tüm iş imkânlarını bir bir göçmenlere kaptırdığını düşünen beyaz adam. Bizim bildiğimizin dışında, başka bir ‘beyaz Amerika’ daha var yani ve bu beyaz adam öfkeli.
Donald Trump dün gece işte bu oyların tamamına yakınını almayı başardı. Bir araştırmaya göre yüzde 10’un altında üniversite mezunu bulunan şehirlerde Donald Trump yüzde 81 oy alırken, Hillary Clinton sadece yüzde 19’da kaldı. “Eğitimsiz, cahil halk Donald Trump’a oy verdi” demiyorum. “Kaçak göçmenleri, özelde Hispanikleri, kendi çalışma potansiyeli olan işler için rakip gören sınıfın neredeyse tamamı Trump’a oy verdi” diyorum. Arada büyük bir fark var.
Sadece ekonomi değil tabii sebep. ABD’de dış politikadan, eğitime, sağlık reformundan, milli güvenliğe çok çeşitli konularda yerleşik düzenin, hali hazırdaki şekliyle bürokrasinin, para babalarının, finans devlerinin, bankaların uzun yıllardır ülkeye zarar verdiğini ve bu düzenin artık değişmesi gerektiğini düşünen geniş bir kitle var.
Komple değişim isteyenler çoğaldı
Kısa bir süre önceye kadar siyasi arenada esamesi okunmayan Bernie Sanders’ın Demokrat Parti ön seçimlerinde Hillary Clinton’a bu kadar büyük bir zorluk yaşatmasının altında da bu neden yatıyor. İnsanlar artık değişim istiyor. Barack Obama’yı 2008’de Beyaz Saray’a taşıyan ama söylemlerinin çok gerisinde kalan eylemleriyle tam anlamıyla getiremediği o ‘değişim’i artık daha net talep ediyor insanlar.
Küçük kozmetik modifikasyonları değil, sistemin komple değişmesini isteyen bir kalabalık var. Demokrat gençlerin neredeyse tamamının, Senatör Bernie Sanders’ın öne sürdüğü, pek çoğu itibariyle normal şartlarda gerçekleşmesi mümkün görünmeyen idealist hedeflerin peşine takılmasının nedeni de buydu.
Clinton değil Sanders olsa…
Demokratlarda Sanders’ın temsil ettiğini Cumhuriyetçilerde de Trump temsil ediyordu. Bu yoğun toplumsal tepki oyları bir süredir akacak bir mecra arıyordu zaten. Bu oluk, Donald Trump oldu. Demokrat Parti’deki yarışı Hillary Clinton değil Bernie Sanders kazansa belki çok daha tuhaf bir kapışma yaşanabilirdi dün. Siyasi, zihni, akli ve mantıki yelpazenin tam anlamıyla iki karşıt ucundaki iki adayın yarışını izleyebilirdik belki. İki tarafın da aslında aynı köklü değişimi, tamamen farklı şekillerde istediği çok daha enteresan bir mücadele olabilirdi.
Hillary Clinton’ın uzun siyasi kariyeri ve tecrübesi normal bir zamanda yarışta kendisine olumlu katkı yapması beklenirken, yukarıda bahsettiğim koşullardan dolayı bu seçimde aleyhine döndü. Clinton, geniş kalabalıklar tarafından ‘yerleşik düzenin parçası’, zenginlerin arkadaşı, Wall Street’in can yoldaşı görüldü. Halktaki köklü değişim talebine cevap veremeyeceği düşünüldü.
Yine de kazanabilirdi belki ve bir hafta öncesine kadar da ‘ahlaki bir skandal’la sarsılmış rakibi karşısında açık ara önde görünüyordu fakat son hafta, daha önce küçük yaralarla atlattığı ‘şahsi e-posta’ krizi, bir FBI soruşturmasıyla yeniden uç verince, başkanlık da Clinton için hayal oldu.
Tepkisel ve tehlikeli
Sonuçta evet, Trump’ın ve Avrupa’daki ruh ikizi aşırı sağcı liderlerin aldıkları bu oyların ‘tepkisel’ olduğu su götürmez bir gerçek ama bu tepkinin detaylarına inildiğinde korkutucu bir soru karşımıza çıkıyor: İnsanoğlu, kendi bastırılmış öfkesini temsil ettiğini düşündüğü bir liderin en kötü, en ahlaksız, en tehlikeli günahlarını dahi görmezden mi geliyor? Galiba evet.
Donald Trump pek çoklarına göre zengin, görgüsüz, ırkçı, kadın düşmanı, yabancı düşmanı, İslam düşmanı, rüşvetçi, kanun tanımaz, vergi kaçakçısı ve tacizci bir lider olabilir ama sevenleri için bunlar hiçbir şey ifade etmiyor. Ne kurduğu üniversite üzerinden dolandırıcılık yaptığı iddialarının, ne her yıl milyar dolarlar kazandığını iddia ettiği halde çok uzun süredir vergi vermemesinin, ne kendi ağzıyla ballandıra ballandıra anlattığı taciz hikâyelerinin, ne engellilere, kadınlara, gazetecilere, göçmenlere canlı yayında ettiği ağız dolusu hakaretlerin kendi seçmeninde negatif bir karşılığı olmadığı çıktı ortaya.
İşte bu korkutucu. Biz bu durumu kendi ülkemizden, Türkiye’mizden biliyorduk ama bu ağır insani zaafın ne yazık ki dünyanın her ülkesi için, gelişmiş-gelişmemiş her toplum için geçerli olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz yavaş yavaş. Trump, Erdoğan, Le Pen, Orban, Wildeers ve benzeri liderler toplumlarını ve dolayısıyla bütün bir dünyayı tehlikeli bir yöne sürüklüyor.
Trump nasıl bir ‘lider’ olacak?
Peki, Trump otokratik bir lider mi? Henüz ‘lider’ olmadığı için buna şimdiden cevap vermek zor. Fakat siyasi söylemleri ve ticari eylemleri bize tam olarak öyle olduğunun işaretlerini veriyor. Seçimi kaybetmesi halinde ‘sonuçları tanımayacağını’, kazanması halinde ‘rakibini yargılayacağını’ söyleyen bir liderin demokratlığından bahsetmek zor. Ticari hayatı da zaten bu despotik siyasi söylemlerinin hayata geçmiş küçük örnekleriyle dolu. Şirket çalışanları tarafından Trump hakkında açılmış onlarca kötü muamele davası bulunuyor.
Peki, seçim zaferinden sonra Trump’ı ilk kutlayanlar kimler oldu? Tabii ki yukarıda ismi geçen Avrupalı ırkçı liderler.
Türkiye’nin Trump sevinci
Türkiye’de ise daha bir kaç ay öncesine kadar bizzat cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ‘İslam düşmanı’ olarak nitelenen, ismini verdiği binadan adının silinmesi dahi Erdoğan tarafından gündeme getirilen Trump’ın zaferi, bizzat Erdoğan ve dahi tüm havuz medyası tarafından törenlerle kutlanıyor. Ne oldu? Ne değişti? Türkiye’nin siyasal İslamcıları neden “İslam düşmanı” olarak tanımladıkları Donald Trump’ın zaferini kendi zaferleri biliyor? Cevap basit. ‘İslam düşmanı’, ‘yabancı düşmanı’ gördükleri Trump’ın ‘yabancı’ bir ‘Müslüman’ı, Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ve beraberindeki Hizmet gönüllülerini gözü kapalı kendilerine vereceğini düşünüyorlar, bunu umut ediyorlar. AKP’nin İslamcılığı, reel politiği, uluslararası politika, diplomasi vs. derinliği bu işte. Bu kadar…
Gerçek Müslümanlar endişeli
Trump, Amerikan siyasetinin şu ana kadar gördüğü en öngörülemez, en tahmin edilemez adamı. Kendisinden en çok beklenen adımların tam tersini rahatlıkla atabiliyor ve bunu sıkça yapıyor.
O yüzden Trump, Erdoğan ve AKP’nin umut ettiği gibi ABD’yi Müslümanlar ve yabancılar için bir cehenneme çevirebilir.
Dolayısıyla da diğer Müslümanlarla birlikte Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet gönüllüleri için bu ülkeyi yaşanmaz hale getirebilir. Trump bunu yapabilir. Fakat yapmayabilir de. Seçim kazanmak için ortaya attığı o en uçuk, en aykırı, en vahşi fikirler, Washington’da buharlaşabilir, pek çok absürt iddiasının ayakları, gündelik siyasetin gerçekleriyle biraz daha yere basabilir.
(TR724)
Bundan yıllar önce de başkan adaylığı birkaç kez gündeme gelmiş, her seferinde ya henüz aday bile olamadan vazgeçmiş ya da şubat ayını göremeden yarıştan çekilmek zorunda kalmıştı Donald Trump. Tahmini oy oranının binde 2’ler seviyesinde olduğu tahmin ediliyordu. Bu yüzden kısa bir süre öncesine kadar tüm Amerika için bir komedi malzemesiydi adaylığı. Kendisi için de bu konunun bir ‘gündem olma’ vesilesi, basit bir zengin eğlencesi olduğu zannediliyordu. Değilmiş…
Peki, önce kayıtlı bir Demokrat Parti üyesi, sonra Cumhuriyetçi, ardından Reform Partisi’nden başkan aday adayı, sonra bağımsız ve en sonunda yine Cumhuriyetçi olan Donald Trump, güçlü rakibi Hillary Clinton karşısında bu seçimi nasıl kazandı? Daha doğrusu neden kazandı?
Trump’ın zaferinin tek sebebi yok
Bu konuda net bir yorum yapmak henüz mümkün değil. Avrupa’da ırkçılığın, aşırı sağın önlenemez yükselişi, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden kopuşunu getiren muhafazakâr rüzgârın nedenleri Le Pen, Gert Wildeers, Erdoğan gibi popülist liderlerin kalabalıklardaki karşılığının henüz mantıklı birer açıklaması yapılamamışken, ABD’nin kendisini Donald Trump gibi birine neden teslim ettiğini analiz etmek kolay değil.
ABD seçimlerinde ilk sonuçlar belirmeye başlayınca uzmanlar arasında bu soruya yapılan genel yorum ‘Beyaz adamın öfkesi’ oldu. Kim bu ‘beyaz adam’? Neye ve kime karşı öfkeli? Müesses nizama. Peki, ‘müesses nizam’ dediğimiz şey zaten o beyaz adamın ta kendisi değil mi? Biraz öyle, biraz değil…
Öteki beyaz adamlar
Burada bahsettiğimiz ‘beyaz adam’, devlet mekanizmasının başında, bürokrasinin göbeğinde, medyanın, iş dünyasının tam tepesindeki ‘beyaz adam’ değil. Kırsalda, bilhassa 2008 kriziyle birlikte sahip olduğu pek çok şeyi kaybetmiş, geleceği görmekte, hayatını kurmakta zorlanan, önündeki tüm iş imkânlarını bir bir göçmenlere kaptırdığını düşünen beyaz adam. Bizim bildiğimizin dışında, başka bir ‘beyaz Amerika’ daha var yani ve bu beyaz adam öfkeli.
Donald Trump dün gece işte bu oyların tamamına yakınını almayı başardı. Bir araştırmaya göre yüzde 10’un altında üniversite mezunu bulunan şehirlerde Donald Trump yüzde 81 oy alırken, Hillary Clinton sadece yüzde 19’da kaldı. “Eğitimsiz, cahil halk Donald Trump’a oy verdi” demiyorum. “Kaçak göçmenleri, özelde Hispanikleri, kendi çalışma potansiyeli olan işler için rakip gören sınıfın neredeyse tamamı Trump’a oy verdi” diyorum. Arada büyük bir fark var.
Sadece ekonomi değil tabii sebep. ABD’de dış politikadan, eğitime, sağlık reformundan, milli güvenliğe çok çeşitli konularda yerleşik düzenin, hali hazırdaki şekliyle bürokrasinin, para babalarının, finans devlerinin, bankaların uzun yıllardır ülkeye zarar verdiğini ve bu düzenin artık değişmesi gerektiğini düşünen geniş bir kitle var.
Komple değişim isteyenler çoğaldı
Kısa bir süre önceye kadar siyasi arenada esamesi okunmayan Bernie Sanders’ın Demokrat Parti ön seçimlerinde Hillary Clinton’a bu kadar büyük bir zorluk yaşatmasının altında da bu neden yatıyor. İnsanlar artık değişim istiyor. Barack Obama’yı 2008’de Beyaz Saray’a taşıyan ama söylemlerinin çok gerisinde kalan eylemleriyle tam anlamıyla getiremediği o ‘değişim’i artık daha net talep ediyor insanlar.
Küçük kozmetik modifikasyonları değil, sistemin komple değişmesini isteyen bir kalabalık var. Demokrat gençlerin neredeyse tamamının, Senatör Bernie Sanders’ın öne sürdüğü, pek çoğu itibariyle normal şartlarda gerçekleşmesi mümkün görünmeyen idealist hedeflerin peşine takılmasının nedeni de buydu.
Clinton değil Sanders olsa…
Demokratlarda Sanders’ın temsil ettiğini Cumhuriyetçilerde de Trump temsil ediyordu. Bu yoğun toplumsal tepki oyları bir süredir akacak bir mecra arıyordu zaten. Bu oluk, Donald Trump oldu. Demokrat Parti’deki yarışı Hillary Clinton değil Bernie Sanders kazansa belki çok daha tuhaf bir kapışma yaşanabilirdi dün. Siyasi, zihni, akli ve mantıki yelpazenin tam anlamıyla iki karşıt ucundaki iki adayın yarışını izleyebilirdik belki. İki tarafın da aslında aynı köklü değişimi, tamamen farklı şekillerde istediği çok daha enteresan bir mücadele olabilirdi.
Hillary Clinton’ın uzun siyasi kariyeri ve tecrübesi normal bir zamanda yarışta kendisine olumlu katkı yapması beklenirken, yukarıda bahsettiğim koşullardan dolayı bu seçimde aleyhine döndü. Clinton, geniş kalabalıklar tarafından ‘yerleşik düzenin parçası’, zenginlerin arkadaşı, Wall Street’in can yoldaşı görüldü. Halktaki köklü değişim talebine cevap veremeyeceği düşünüldü.
Yine de kazanabilirdi belki ve bir hafta öncesine kadar da ‘ahlaki bir skandal’la sarsılmış rakibi karşısında açık ara önde görünüyordu fakat son hafta, daha önce küçük yaralarla atlattığı ‘şahsi e-posta’ krizi, bir FBI soruşturmasıyla yeniden uç verince, başkanlık da Clinton için hayal oldu.
Tepkisel ve tehlikeli
Sonuçta evet, Trump’ın ve Avrupa’daki ruh ikizi aşırı sağcı liderlerin aldıkları bu oyların ‘tepkisel’ olduğu su götürmez bir gerçek ama bu tepkinin detaylarına inildiğinde korkutucu bir soru karşımıza çıkıyor: İnsanoğlu, kendi bastırılmış öfkesini temsil ettiğini düşündüğü bir liderin en kötü, en ahlaksız, en tehlikeli günahlarını dahi görmezden mi geliyor? Galiba evet.
Donald Trump pek çoklarına göre zengin, görgüsüz, ırkçı, kadın düşmanı, yabancı düşmanı, İslam düşmanı, rüşvetçi, kanun tanımaz, vergi kaçakçısı ve tacizci bir lider olabilir ama sevenleri için bunlar hiçbir şey ifade etmiyor. Ne kurduğu üniversite üzerinden dolandırıcılık yaptığı iddialarının, ne her yıl milyar dolarlar kazandığını iddia ettiği halde çok uzun süredir vergi vermemesinin, ne kendi ağzıyla ballandıra ballandıra anlattığı taciz hikâyelerinin, ne engellilere, kadınlara, gazetecilere, göçmenlere canlı yayında ettiği ağız dolusu hakaretlerin kendi seçmeninde negatif bir karşılığı olmadığı çıktı ortaya.
İşte bu korkutucu. Biz bu durumu kendi ülkemizden, Türkiye’mizden biliyorduk ama bu ağır insani zaafın ne yazık ki dünyanın her ülkesi için, gelişmiş-gelişmemiş her toplum için geçerli olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz yavaş yavaş. Trump, Erdoğan, Le Pen, Orban, Wildeers ve benzeri liderler toplumlarını ve dolayısıyla bütün bir dünyayı tehlikeli bir yöne sürüklüyor.
Trump nasıl bir ‘lider’ olacak?
Peki, Trump otokratik bir lider mi? Henüz ‘lider’ olmadığı için buna şimdiden cevap vermek zor. Fakat siyasi söylemleri ve ticari eylemleri bize tam olarak öyle olduğunun işaretlerini veriyor. Seçimi kaybetmesi halinde ‘sonuçları tanımayacağını’, kazanması halinde ‘rakibini yargılayacağını’ söyleyen bir liderin demokratlığından bahsetmek zor. Ticari hayatı da zaten bu despotik siyasi söylemlerinin hayata geçmiş küçük örnekleriyle dolu. Şirket çalışanları tarafından Trump hakkında açılmış onlarca kötü muamele davası bulunuyor.
Peki, seçim zaferinden sonra Trump’ı ilk kutlayanlar kimler oldu? Tabii ki yukarıda ismi geçen Avrupalı ırkçı liderler.
Türkiye’nin Trump sevinci
Türkiye’de ise daha bir kaç ay öncesine kadar bizzat cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ‘İslam düşmanı’ olarak nitelenen, ismini verdiği binadan adının silinmesi dahi Erdoğan tarafından gündeme getirilen Trump’ın zaferi, bizzat Erdoğan ve dahi tüm havuz medyası tarafından törenlerle kutlanıyor. Ne oldu? Ne değişti? Türkiye’nin siyasal İslamcıları neden “İslam düşmanı” olarak tanımladıkları Donald Trump’ın zaferini kendi zaferleri biliyor? Cevap basit. ‘İslam düşmanı’, ‘yabancı düşmanı’ gördükleri Trump’ın ‘yabancı’ bir ‘Müslüman’ı, Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ve beraberindeki Hizmet gönüllülerini gözü kapalı kendilerine vereceğini düşünüyorlar, bunu umut ediyorlar. AKP’nin İslamcılığı, reel politiği, uluslararası politika, diplomasi vs. derinliği bu işte. Bu kadar…
Gerçek Müslümanlar endişeli
Trump, Amerikan siyasetinin şu ana kadar gördüğü en öngörülemez, en tahmin edilemez adamı. Kendisinden en çok beklenen adımların tam tersini rahatlıkla atabiliyor ve bunu sıkça yapıyor.
O yüzden Trump, Erdoğan ve AKP’nin umut ettiği gibi ABD’yi Müslümanlar ve yabancılar için bir cehenneme çevirebilir.
Dolayısıyla da diğer Müslümanlarla birlikte Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet gönüllüleri için bu ülkeyi yaşanmaz hale getirebilir. Trump bunu yapabilir. Fakat yapmayabilir de. Seçim kazanmak için ortaya attığı o en uçuk, en aykırı, en vahşi fikirler, Washington’da buharlaşabilir, pek çok absürt iddiasının ayakları, gündelik siyasetin gerçekleriyle biraz daha yere basabilir.
(TR724)