Harman Fırtınası ve Küçük Kıyamet

[Selim Gündüz]

Buğday tohumu yeşerir, olgunlaşır ve başak olarak meyve verir. Her ağaç bir tohumdan doğar büyür gelişir ve meyve verir. Çocuk doğar büyür gelişir ve meyve verir. Medeniyetler bedeviyetten doğar, büyür gelişir ve medeniyet meyvesi verir. Her gayret, her ter damlası, her dua bir tohumdur. Toprağa atılır. Mevsimi geldiğinde yeşerir, vakti geldiğinde meyve verir.
‘Ekin (buğday)’ metaforu aslında hemen her şeyde var olan bir hayat sirkülasyonunu örnekler. Kur’an-ı Kerim’de müminler İncil’deki benzetmesiyle ‘ekin’ olarak yer alır:
“(Onlar) filiz veren bir tohum gibi (dirler), sonra Allah o (filizi) güçlendirir ki sağlam şekilde büyüsün ve (sonunda) kökü üzerinde dimdik dursun ve üreticileri sevindirsin, hayrete düşürsün, (Allah böylece müminleri sağlam ve dayanıklı/dirençli kılar) kâfirleri öfkeden yutkundursun. (Fetih/29)
KÜÇÜK KIYAMET(!)
Harman zamanı buğdayın olgunlaşıp meyve halinde toplanma zamanıdır. Harman zamanı neler olur?
Öncelikle artık tarlanın görevi bitmiştir. Bir sonraki mevsime kadar atıl halde bekler. O topraklar kısmi bir fetret yaşar. Bir müddet ekim yapılamaz. Az da olsa sağda solda unutulmuş tohumlardan bir kısım başaklar çıktığı olur. Kısmen ‘Hüda-ı nabit’tir (Kendiliğinden yetişen). Ama düzenli bir ekim, toptan bir sürgün verme söz konusu değildir. Bu, tarlayı terk etmek de değildir. Tohum öncesi çiftçilik zamanıdır.
Buğdayın ayıklanması kolay değildir. Küçük bir kıyamet (fırtına, rüzgâr, alt üst oluş) sonrası buğday tohumları başaktan ayrılır. Sapla samanın ayrılması ‘barışçıl’ yollardan olmaz. Maksat buğday ‘dâne’sidir. Toprak, sap, saman hepsi dekoratif, esbaba dair, şekli gerekliliklerdir. Kuvve-i inbatiyeyi veren Allah’tır.

“Geçirilen imtihanın ağırlığı ve soruların terleticiliği nispetinde, fert, insanlık mektebinde sınıf geçmeye ve yükselmeye hak kazanır… Evet, sabah akşam onların çevrelerinde dolaşıp duran endişeler, yer yer yuvalarını sarsıp geçen açlıklar, susuzluklar, sıkıntılar, hatta mal ve canlarına gelen zarar ve ziyanlar, beklenmedik şekilde hâdiselerin demir paletleri altında kalıp ezilmeler, onları en sert çelikler hâline getirecek ve istikbale hazırlayacaktır.”

ZOR SÜREÇ
Ayrılan samanlar balya halinde hayvan yemi olmaya giderken, buğdaylar için zor ve yeni bir süreç başlar. Kalite kontrolü yapılır. Çürük, nemli ve kalitesiz buğdaylar ayıklanır. Kaliteli her bir buğday ‘dâne’si ya tohum halinde sonraki sezon başak vermesi için saklanır. (dünyaya dağılır) veya ağır preslerden geçer un olur sonra yoğrulur sonra mayalanır ve sonra fırın ateşinde ekmek haline gelerek yaratılış maksadına ulaşır.
HER YÜZYIL AYRI BİR TARLA
Ayrı ayrı tarlalar olur, ayrı ayrı çiftçiler gelir. Tohum saçar giderler. Hasat mevsimi geldiğinde üretilen buğday hem çiftçinin hem de semerenin kalitesini ifade eder. Ama tarla asıl değildir. Yağmur asıl değildir. Güneş asıl değildir. Hatta ürün asıl maksad değildir. Maksat her safhada Rıza-yı İlahidir.
Her “ekim” dönemin, her “hidayet sezonunun”, “her tecdit peryodunun” mutlaka bir hasad mevsimi vardır. Tarla tarumar olur. Çünkü hasat zamanı gelmiştir. Tüm ekinler biçilir. Çünkü hasat zamanı gelmiştir. Başaklar preslenir, sapla saman ayrılır. Çünkü hasat zamanı gelmiştir.
‘DÂNE’NİN KALİTE SINAVI
Başaklarda ana rahmindeki bebek gibi korunan buğday dânelerinin ekim ve yetişme döneminde en büyük imtihanı bazen sert esen meltem olur. Bazen sabahın seher serinliği olur. Bazen aşırı güneş sıcağı olur. Bunların ötesinde bir sınanma ve imtihan yaşamaz buğday dâneleri.
Bu nedenle asli imtihan harman zamanı ve harman sonrası olur. Cemaatin insan kalitesi, Allah’la irtibatı, kulları fazla ciddiye alıp almadığı bu süreçte ortaya çıkar.
Sürecin imtihanları Kur’an’da tane tane anlatılıyor:

  • – Korkuyla sarsılma,
  • – Mal ve mülkü kaybetme,
  • – Açlık ve yoksulluk,
  • – Gayretli olanların tembellerden ayrılması,
  • – Semerenin kaybı (okul, bina, vakıf…)
  • – Zorluk zamanında infak edip edememe,
  • – Sabırlı olup olmama…

Tüm bu imtihanlar harman zamanını bekler, o günlerde yoğunlaşır. Her yüzyılda yaşayan müminler benzer süreçler yaşamışlardır. “Yoksa siz, daha önce geçmiş ümmetlerin başlarına gelen durumlara mâruz kalmadan… ” (2/214) ayeti bunu vurgular.
“Geçirilen imtihanın ağırlığı ve soruların terleticiliği nispetinde, fert, insanlık mektebinde sınıf geçmeye ve yükselmeye hak kazanır… Evet, sabah akşam onların çevrelerinde dolaşıp duran endişeler, yer yer yuvalarını sarsıp geçen açlıklar, susuzluklar, sıkıntılar, hatta mal ve canlarına gelen zarar ve ziyanlar, beklenmedik şekilde hâdiselerin demir paletleri altında kalıp ezilmeler, onları en sert çelikler hâline getirecek ve istikbale hazırlayacaktır.” (Sızıntı/İmtihan)
METAFİZİK ÂLEMDEN SEYREDİLMEK…
Her yüzyılın kazananları kaybedenleri olur. Her yüzyılın velileri ve rezilleri olur. Her yüz yılın zalimleri ve mazlumları olur.
Geçmiş asırların kaybedenleri, firavunları, yezidleri… esfel-i safilinde azab çekiyor. Geçmiş asırların kazananları ise metafizik tribünlerinde oturmuş bu asrın imtihan verenlerini sahnede seyrediyor, takdir ediyor, alkışlıyor, dua ediyor, sırt sıvazlıyor.
Hadiseler mahruti bakabilenler için çile ve imtihanlar harmanlanmış bu kutlu zaman dilimi, “insanı gökler ötesi âlemlere uçuran bir kanat ve imtihanda görülen her sıkıntı da ona güç ve canlılık kazandıran bir iksirdir. Böyle birinin nazarında ateşlere atılmak, Yaratıcı’nın dostluğuna doğru atılmış en güçlü bir adım; çarmıhlara gerilmek de O’na yükselmenin yüce birer vesilesi sayılır.” (Sızıntı/İmtihan)
(TR724)