MAHMUT ÇEBİ
Türkiye’den gelen mağduriyet haberleri yürek dağlıyor. Halkına hizmet etmekle mükellef olan iktidar bu dertleri azaltmak yerine daha da artırmaya, hatta mağduriyet yaşayanları “suya muhtaç” hale getirmeye çalışıyor. Bu ızdırabı paylaşmak, dertleşmek ve yaşananların bilinir hale gelmesine vesile olmak için bana gelen bir mektubu hayra vesile olması ümidiyle iki bölüm haline yayınlıyorum.
Türkiye’den gelen mağduriyet haberleri yürek dağlıyor. Halkına hizmet etmekle mükellef olan iktidar bu dertleri azaltmak yerine daha da artırmaya, hatta mağduriyet yaşayanları “suya muhtaç” hale getirmeye çalışıyor. Bu ızdırabı paylaşmak, dertleşmek ve yaşananların bilinir hale gelmesine vesile olmak için bana gelen bir mektubu hayra vesile olması ümidiyle iki bölüm haline yayınlıyorum.
“Türkiye’nin en büyük Holding’lerinden birinde yönetici pozisyonunda çalışıyor bir yandan da eğitim, sosyal faaliyet ve yardımlaşma amacıyla kurulmuş derneğimizde Yönetim Kurulu Başkanlığını yürütüyordum.
Eşim de gazeteci olarak çalışırken, 2014 Ocak ayında kavuşacağımız oğlumuza anne olmanın heyecanını yaşıyordu. Özetle Allah’a şükretmek için bir çok sebebimiz vardı. Kendi dünyamızda durum bu iken maalesef ülkemizde bizleri de fazlasıyla yakından ilgilendiren olumsuz gelişmeler yaşanmaya başlamıştı.
Ülke tarihinin en büyük yolsuzluk söylentisi ve ilişkili olan kişilerin ülkenin en üst düzey siyasetçileri olması bundan sonra olacakların da vahametinin habercisi gibiydi. Yolsuzluk ve rüşvet ile suçlanan siyasetçiler, ne yapmadıklarını ispat ediyor ne de yaptıklarını inkar ediyorlardı, bunun yerine yıllar önce bitirmeye niyetlendikleri ve dershanelerin kapatılması süreciyle açığa çıkan Gülen Hareketini ve bağlı şirketlerini vatan haini olmak ve sivil darbe yapıp hükümeti indirmeye çalışmakla suçluyorlardı. Bununla kalmayıp soruşturmayı başlatan emniyet ve hukuk adamlarını da “devlete sızmış” bu hareketin mensupları olarak nitelendiriyorlardı.
Önceden siyasetçilerin kendileri de dahil tüm insanların övgüyle bahsettiği, takdir ettiği, içinde bulunmak istediği, çocuklarını okullarına dershanelerine emanet etmeye can attığı, iş verecek olanların özellikle aradığı, kızını ya da oğlunu evlendirmek isteyenler için referans kaynağı olan bir cemaat; direkt hükümet tarafından düşman ilan edilmekte ve taraftarlarına hedef olarak gösterilmekte, ötekileştirilen bir topluluk haline gelmekteydi.
Benim çalıştığım Holding’e de hükümet tarafından kayyum atandığını, bir sabah işe giderken arayan arkadaşımdan öğrendim ve iş yerine vardığımda ise panzerler, çevik kuvvet arabaları, tomalar ve yüzlerce polis arasından içeriye girebildim. Odama gittiğimde ise sivil polisler ile karşılaştım ve bizden oturmamızı ancak masa, dolap, çekmece ve bilgisayarlardan uzak durmamızı ve öylece beklememizi istediler. Daha sonra yaklaşık 10’ar kişilik gruplar halinde dolap, çekmece, masa ve özel eşyalarımızı kitapların ve dosyaların içlerine kadar aradılar. Bilgisayarlarımızı toplayıp imajlarını aldılar. Yaklaşık 1 ay boyunca her sabah kimliklerimiz ile isim listeleri kontrol edildi, giriş çıkış personel kartları ve turnikeleri değiştirildi. Yine uzun bir süre polisler bina önünden ve içinden ayrılmadılar. Masa ve cep telefonlarımız takibe alındı, oda ve koridorlara görüntü ve ses kaydı yapan cihazlar yerleştirildi.
Baskı ve takip altında geçen ayların sonunda, daha önceden sürekli dile getirdikleri Temmuz ayında olacak organizasyon değişikliği planlarını ne tesadüftür ki 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasındaki ilk iş gününde hayata geçirdiler. Başta şirket üst yönetimleri olmak üzere yönetici kadrolarındaki 2.000 üzerindeki kişi Holding genelinde “yaşanan olaylar neticesinde, şirket organizasyonunun güvenilir insanlar ile yeniden oluşturulması” gerekçesi ile işten çıkarıldı. 18 Temmuz 2016 benim de son günüm olmuş ve iş akdim feshedilmişti.
Sonrasında çıkış kodumuzun işsizlik maaşı ve tazminat gibi yasal haklarımızı alamayacak şekilde değiştirildiğini öğrendiğimizde iş işten geçmişti. İtiraz için başvurduğumuz makamlar olumsuz dönüş yapıyor, suçsuz olduğumuzu kendimizin ispat etmesi gerektiği söyleniyordu. İşsiz kalmadan önce iş tekliflerinde bulunanlar, özgeçmişimde yer alan üniversite ve şirketler dolayısıyla çekinerek kendi şirketlerine de zarar gelmesinden korktular ve başvurularıma olumlu dönüş yapamadılar.
Bu arada eşimin çalıştığı gazeteye atanan Kayyum’un da daha önceki aylarda benzer sebeplerle eşimi işten çıkardığını ve tazminatını ödemediğini belirtmeliyim. Bu durumda önce eşim ve sonrasında ben işsiz kalmış ve yasalardan doğan haklarımızı alamamıştık. Hiç bir yerde iş bulamayacak durumda, eve 2,5 yaşındaki oğlumuzun yanına dönmüş bulunmaktaydık.
Evimizin borcunun bitmiş olması bizim için bir avantajdı, en azından kira verme derdimiz olmayacaktı. Ancak maalesef Cumhurbaşkanı ve Hükümet’in nefret söylemleri, başlatılan cadı avı, insanların bizleri düşman olarak görmeleri, gelirimizin kesilmesinin tedirginliğine, bir de kapatılmadan önce başkanı olduğum derneğin de yönetiminin, yani ben ve arkadaşlarımın savcılık tarafından ifadeye çağırılması da eklenmişti.
Baskı her geçen gün artıyor. Zulmün karanlığı gittikçe koyulaşıyodu.”
Eşim de gazeteci olarak çalışırken, 2014 Ocak ayında kavuşacağımız oğlumuza anne olmanın heyecanını yaşıyordu. Özetle Allah’a şükretmek için bir çok sebebimiz vardı. Kendi dünyamızda durum bu iken maalesef ülkemizde bizleri de fazlasıyla yakından ilgilendiren olumsuz gelişmeler yaşanmaya başlamıştı.
Ülke tarihinin en büyük yolsuzluk söylentisi ve ilişkili olan kişilerin ülkenin en üst düzey siyasetçileri olması bundan sonra olacakların da vahametinin habercisi gibiydi. Yolsuzluk ve rüşvet ile suçlanan siyasetçiler, ne yapmadıklarını ispat ediyor ne de yaptıklarını inkar ediyorlardı, bunun yerine yıllar önce bitirmeye niyetlendikleri ve dershanelerin kapatılması süreciyle açığa çıkan Gülen Hareketini ve bağlı şirketlerini vatan haini olmak ve sivil darbe yapıp hükümeti indirmeye çalışmakla suçluyorlardı. Bununla kalmayıp soruşturmayı başlatan emniyet ve hukuk adamlarını da “devlete sızmış” bu hareketin mensupları olarak nitelendiriyorlardı.
Önceden siyasetçilerin kendileri de dahil tüm insanların övgüyle bahsettiği, takdir ettiği, içinde bulunmak istediği, çocuklarını okullarına dershanelerine emanet etmeye can attığı, iş verecek olanların özellikle aradığı, kızını ya da oğlunu evlendirmek isteyenler için referans kaynağı olan bir cemaat; direkt hükümet tarafından düşman ilan edilmekte ve taraftarlarına hedef olarak gösterilmekte, ötekileştirilen bir topluluk haline gelmekteydi.
Benim çalıştığım Holding’e de hükümet tarafından kayyum atandığını, bir sabah işe giderken arayan arkadaşımdan öğrendim ve iş yerine vardığımda ise panzerler, çevik kuvvet arabaları, tomalar ve yüzlerce polis arasından içeriye girebildim. Odama gittiğimde ise sivil polisler ile karşılaştım ve bizden oturmamızı ancak masa, dolap, çekmece ve bilgisayarlardan uzak durmamızı ve öylece beklememizi istediler. Daha sonra yaklaşık 10’ar kişilik gruplar halinde dolap, çekmece, masa ve özel eşyalarımızı kitapların ve dosyaların içlerine kadar aradılar. Bilgisayarlarımızı toplayıp imajlarını aldılar. Yaklaşık 1 ay boyunca her sabah kimliklerimiz ile isim listeleri kontrol edildi, giriş çıkış personel kartları ve turnikeleri değiştirildi. Yine uzun bir süre polisler bina önünden ve içinden ayrılmadılar. Masa ve cep telefonlarımız takibe alındı, oda ve koridorlara görüntü ve ses kaydı yapan cihazlar yerleştirildi.
Baskı ve takip altında geçen ayların sonunda, daha önceden sürekli dile getirdikleri Temmuz ayında olacak organizasyon değişikliği planlarını ne tesadüftür ki 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrasındaki ilk iş gününde hayata geçirdiler. Başta şirket üst yönetimleri olmak üzere yönetici kadrolarındaki 2.000 üzerindeki kişi Holding genelinde “yaşanan olaylar neticesinde, şirket organizasyonunun güvenilir insanlar ile yeniden oluşturulması” gerekçesi ile işten çıkarıldı. 18 Temmuz 2016 benim de son günüm olmuş ve iş akdim feshedilmişti.
Sonrasında çıkış kodumuzun işsizlik maaşı ve tazminat gibi yasal haklarımızı alamayacak şekilde değiştirildiğini öğrendiğimizde iş işten geçmişti. İtiraz için başvurduğumuz makamlar olumsuz dönüş yapıyor, suçsuz olduğumuzu kendimizin ispat etmesi gerektiği söyleniyordu. İşsiz kalmadan önce iş tekliflerinde bulunanlar, özgeçmişimde yer alan üniversite ve şirketler dolayısıyla çekinerek kendi şirketlerine de zarar gelmesinden korktular ve başvurularıma olumlu dönüş yapamadılar.
Bu arada eşimin çalıştığı gazeteye atanan Kayyum’un da daha önceki aylarda benzer sebeplerle eşimi işten çıkardığını ve tazminatını ödemediğini belirtmeliyim. Bu durumda önce eşim ve sonrasında ben işsiz kalmış ve yasalardan doğan haklarımızı alamamıştık. Hiç bir yerde iş bulamayacak durumda, eve 2,5 yaşındaki oğlumuzun yanına dönmüş bulunmaktaydık.
Evimizin borcunun bitmiş olması bizim için bir avantajdı, en azından kira verme derdimiz olmayacaktı. Ancak maalesef Cumhurbaşkanı ve Hükümet’in nefret söylemleri, başlatılan cadı avı, insanların bizleri düşman olarak görmeleri, gelirimizin kesilmesinin tedirginliğine, bir de kapatılmadan önce başkanı olduğum derneğin de yönetiminin, yani ben ve arkadaşlarımın savcılık tarafından ifadeye çağırılması da eklenmişti.
Baskı her geçen gün artıyor. Zulmün karanlığı gittikçe koyulaşıyodu.”
Dünya bize vatan oldu -2
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop 19 Ocak 2015’de herkesi şok eden demecinde “Türkiye’nin kaderiyle AK Parti’nin kaderi bugün birbiriyle bütünleşmiş durumdadır. AK Parti’nin düşmanları, muhalifleri Türkiye’nin düşmanlarıdır.” demişti.
Yukarıda birinci bölümünü yayınladığım bu mektubun sahibinin tek suçu ise Hizmet Hareketi’ne yakın görünen bir şirkette çalışıyor olmasıydı. O yüzden hem mağdur oldu, hem düşman ilan edildi ve ülkesinden ayrılmak zorunda kaldı. Bugün mektubunun ikinci bölümünü yayınlıyorum.
“Daha önce iş yerlerimizden arkadaşlarımızın meslektaşlarımızın banka hesapları, gazete abonelikleri, muhtaçlar için Kurban ve çeşitli yardımlar, sohbet ve muhabbet için bir araya gelme, dernek üyesi ya da yöneticisi olma gibi sebepler ile tutuklanmış olmaları, eşim gibi bir çok gazetecinin gözaltında ya da hapiste olması gibi sebepler Türkiye’de daha fazla kalma ve yaşama imkanımızın kalmadığını açıkça ortaya koymuştu.
Yakın bir geçmişte anne ve babamızla birlikte çıktığımız kısa Avrupa seyahati için aldığımız pasaport ve vizelerimizin olması bizim için bir ümit olmuştu. Mecburen bir an evvel çıkmaya karar verdik. Bu kararı almak aslında hiç de kolay olmadı. Çünkü ikinci bebeğimizin olması için başladığımız tedavide son noktaya gelmiştik ve son aşamaya gelmiştik. Eşim ve ben son kez gözlerimizin içine baktık ve ailemizin yeni bireyi için çok heyecanlı ve istekli olmamıza rağmen, en azından üçümüz bir arada sağ ve özgür olabiliriz ümidi ve hamileliğinde ne tür tehlikelerin beklediğini kestirememe gibi karmaşık düşünceler bizi, doğmamış çocuğumuzu da İstanbul’da bırakmaya sevk etti.
Derken en yakın tarihe sadece kendi adıma deneme amaçlı bilet aldım. Herkesle olmasa da bir gün içerisinde yakın ailem ile hızlı bir şekilde vedalaştım. Havaalanına gidemeden yolda ya da orada yakalanma, pasaportumun iptal edileceği korkuları arasında zor da olsa çıkabildim ve hemen ardından eşim ve oğlum bilet alarak 1 gün sonra yanıma geldiler. Burada daha önce Yüksek Lisans için geldiğimde tanıştığım arkadaşlarımın ve tanıdıklarımın olması yine bizim için büyük bir avantajdı, çok yardımcı oldular evlerinde misafir ettiler, kalacak yer ayarladılar, bizler ile her şeylerini paylaştılar. Çünkü onlar birer Ensar şuuru ile hareket ediyor ve bizleri de evlerinden, yurtlarından, ailelerinden zorunlu ve haksız bir şekilde koparılmış muhacirler olarak görüyorlardı. Bizler kendimizi sahabe efendilerimize benzetilmeye layık görmesek de, Rabbimiz onları niyetlerine göre Ensar efendilerimizin sevapları ile mükâfatlandırsın inşallah.
Bizler şu anda gözaltında ya da tutuklu olan, pasaportları ve vizeleri olmayan ya da iptal edilen, ya da Türkiye’den çıkmak için geç kalmış birçok mağdura, mazluma göre şanslıydık elbette. Bizler ülkemizi, ailemizi, kariyerimizi, evimizi, arabamızı bırakmak zorunda kaldık belki de ama özgürlüğümüzü ve canımızı şükürler olsun bırakmadık geride. Türkiye’yi anlatmaya gerek yok, herkes artık çok iyi biliyor, muhalif hiçbir sese tahammülü olmayan bir cumhurbaşkanı, hepsi birbirinin kopyası yandaş medya organları, iktidar tekeline ve güdümüne alınmış mahkemeler, asker ve emniyet güçleri, silahlanmaya, ihbara ve iftiraya teşvik edilerek kinlendirilen bir toplum ve asıl suçlu insanlar tahliye edilerek hapishanelere atılan, işkencelere ve tecavüzlere maruz kalan suçsuz, masum ve bir çoğu aydın, akademisyen, asker, polis, hakim, savcı, avukat, gazeteci ve üniversite mezunu her biri alanında ve mesleğinde başarılı beyinler, hamile olanından, sütten kesilmemiş bebeği olana, hasta yatağından götürülen ihtiyarlara kadar bir çok insan da gözaltında ya da hapishanelerde maalesef eziyet görmekte.
Bizler insan haklarına saygılı, demokratik ve anayasasına bağlı bir ülkeye geldiğimizi düşünüyoruz ancak Cumhurbaşkanının devam eden söylemleri “bunların, dünyanın neresine giderlerse gitsinler can güvenlikleri yok ve benzeri tehditleri ile birçok istihbarat elemanın görevlendirildiğinin ve mafyanın açıktan suikast planları yaptıklarına dair haberler burada da bizleri ve ailelerimizi tedirgin etmektedir. Bizler geldiğimiz ülkenin dilini bir an evvel öğrenerek, eğitim, deneyim ve liyakatlarımıza uygun mesleklerde çalışmaktan ve bulunduğumuz ülkeye entegre olarak gelişimine katkıda bulunmaktan memnuniyet duyacağız. Bu imkanın bize sağlanması için gerekli belgeler ile başvurumuzu yaptık ve sonucunu bekliyoruz. Bizim ve bizim gibi birçok mağdur insanımızın başvurularının da olumlu bir şekilde sonuçlanmasını ümit ediyoruz.
Allah-u Teala Kuran’I Kerim’de Efendimize (a.s.m)“ Andolsun ki size biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve rızıklardan biraz azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele!” buyuruyor. Bizler tüm bu olan biten karşısında sabretmekle mükellef olduğumuzu düşünüyor ve yine Allah’ı vekil kılarak yalnızca O’na sığınıyor ve müjdesine mazhar olabilmeyi ümid ediyoruz.
Allah er ya da geç tüm insanlığa haklıyı, haksızı, doğruyu, yanlışı ve yalan ile gerçeği gösterecektir. Duamız ve dileğimiz zulümlerin, eziyetlerin, işkencelerin bir an evvel bitmesi ve bebeği ile ihtiyarı ile mağdur olan, mazlum olan tüm insanların en yakın zamanda özgürlüklerine, ailelerine, insanca yaşayabilecekleri hayatlarına kavuşabilmeleridir.
(Kaynak: www.zaman.online.de)
“Daha önce iş yerlerimizden arkadaşlarımızın meslektaşlarımızın banka hesapları, gazete abonelikleri, muhtaçlar için Kurban ve çeşitli yardımlar, sohbet ve muhabbet için bir araya gelme, dernek üyesi ya da yöneticisi olma gibi sebepler ile tutuklanmış olmaları, eşim gibi bir çok gazetecinin gözaltında ya da hapiste olması gibi sebepler Türkiye’de daha fazla kalma ve yaşama imkanımızın kalmadığını açıkça ortaya koymuştu.
Yakın bir geçmişte anne ve babamızla birlikte çıktığımız kısa Avrupa seyahati için aldığımız pasaport ve vizelerimizin olması bizim için bir ümit olmuştu. Mecburen bir an evvel çıkmaya karar verdik. Bu kararı almak aslında hiç de kolay olmadı. Çünkü ikinci bebeğimizin olması için başladığımız tedavide son noktaya gelmiştik ve son aşamaya gelmiştik. Eşim ve ben son kez gözlerimizin içine baktık ve ailemizin yeni bireyi için çok heyecanlı ve istekli olmamıza rağmen, en azından üçümüz bir arada sağ ve özgür olabiliriz ümidi ve hamileliğinde ne tür tehlikelerin beklediğini kestirememe gibi karmaşık düşünceler bizi, doğmamış çocuğumuzu da İstanbul’da bırakmaya sevk etti.
Derken en yakın tarihe sadece kendi adıma deneme amaçlı bilet aldım. Herkesle olmasa da bir gün içerisinde yakın ailem ile hızlı bir şekilde vedalaştım. Havaalanına gidemeden yolda ya da orada yakalanma, pasaportumun iptal edileceği korkuları arasında zor da olsa çıkabildim ve hemen ardından eşim ve oğlum bilet alarak 1 gün sonra yanıma geldiler. Burada daha önce Yüksek Lisans için geldiğimde tanıştığım arkadaşlarımın ve tanıdıklarımın olması yine bizim için büyük bir avantajdı, çok yardımcı oldular evlerinde misafir ettiler, kalacak yer ayarladılar, bizler ile her şeylerini paylaştılar. Çünkü onlar birer Ensar şuuru ile hareket ediyor ve bizleri de evlerinden, yurtlarından, ailelerinden zorunlu ve haksız bir şekilde koparılmış muhacirler olarak görüyorlardı. Bizler kendimizi sahabe efendilerimize benzetilmeye layık görmesek de, Rabbimiz onları niyetlerine göre Ensar efendilerimizin sevapları ile mükâfatlandırsın inşallah.
Bizler şu anda gözaltında ya da tutuklu olan, pasaportları ve vizeleri olmayan ya da iptal edilen, ya da Türkiye’den çıkmak için geç kalmış birçok mağdura, mazluma göre şanslıydık elbette. Bizler ülkemizi, ailemizi, kariyerimizi, evimizi, arabamızı bırakmak zorunda kaldık belki de ama özgürlüğümüzü ve canımızı şükürler olsun bırakmadık geride. Türkiye’yi anlatmaya gerek yok, herkes artık çok iyi biliyor, muhalif hiçbir sese tahammülü olmayan bir cumhurbaşkanı, hepsi birbirinin kopyası yandaş medya organları, iktidar tekeline ve güdümüne alınmış mahkemeler, asker ve emniyet güçleri, silahlanmaya, ihbara ve iftiraya teşvik edilerek kinlendirilen bir toplum ve asıl suçlu insanlar tahliye edilerek hapishanelere atılan, işkencelere ve tecavüzlere maruz kalan suçsuz, masum ve bir çoğu aydın, akademisyen, asker, polis, hakim, savcı, avukat, gazeteci ve üniversite mezunu her biri alanında ve mesleğinde başarılı beyinler, hamile olanından, sütten kesilmemiş bebeği olana, hasta yatağından götürülen ihtiyarlara kadar bir çok insan da gözaltında ya da hapishanelerde maalesef eziyet görmekte.
Bizler insan haklarına saygılı, demokratik ve anayasasına bağlı bir ülkeye geldiğimizi düşünüyoruz ancak Cumhurbaşkanının devam eden söylemleri “bunların, dünyanın neresine giderlerse gitsinler can güvenlikleri yok ve benzeri tehditleri ile birçok istihbarat elemanın görevlendirildiğinin ve mafyanın açıktan suikast planları yaptıklarına dair haberler burada da bizleri ve ailelerimizi tedirgin etmektedir. Bizler geldiğimiz ülkenin dilini bir an evvel öğrenerek, eğitim, deneyim ve liyakatlarımıza uygun mesleklerde çalışmaktan ve bulunduğumuz ülkeye entegre olarak gelişimine katkıda bulunmaktan memnuniyet duyacağız. Bu imkanın bize sağlanması için gerekli belgeler ile başvurumuzu yaptık ve sonucunu bekliyoruz. Bizim ve bizim gibi birçok mağdur insanımızın başvurularının da olumlu bir şekilde sonuçlanmasını ümit ediyoruz.
Allah-u Teala Kuran’I Kerim’de Efendimize (a.s.m)“ Andolsun ki size biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve rızıklardan biraz azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele!” buyuruyor. Bizler tüm bu olan biten karşısında sabretmekle mükellef olduğumuzu düşünüyor ve yine Allah’ı vekil kılarak yalnızca O’na sığınıyor ve müjdesine mazhar olabilmeyi ümid ediyoruz.
Allah er ya da geç tüm insanlığa haklıyı, haksızı, doğruyu, yanlışı ve yalan ile gerçeği gösterecektir. Duamız ve dileğimiz zulümlerin, eziyetlerin, işkencelerin bir an evvel bitmesi ve bebeği ile ihtiyarı ile mağdur olan, mazlum olan tüm insanların en yakın zamanda özgürlüklerine, ailelerine, insanca yaşayabilecekleri hayatlarına kavuşabilmeleridir.
(Kaynak: www.zaman.online.de)