Biz Zannetmiştik Ki!..

Yazar Selim Gündüz sürülen, hapsedilen ve dışlanan masumlara ‘biz zannetmiştik ki…’ diyerek Kur’an-ı Kerim ve Efendimiz (sas)’in hayatından örneklerle seslendi.

BİZ ZANNETMİŞTİK Kİ…
Biz zannetmiştik ki, hep esenlik içinde yaşayacak, rahat rahat hizmet edecek, bir elimiz yağda bir elimiz balda irşad ve tebliğ yapacağız. “Hiç korkuyla sarsılmayacağız. Mal ve mülkümüz sürekli artacak, eksilmeyecek”, hep terfi edecek sonra da güle oynaya cennete gideceğiz. Bakara /155
Biz zannetmiştik ki, kendi yakınlarımızla, ailemizle imtihan olmayacak ‘hain’ damgası yemeyecek “ciddi imtihanlara maruz kalmadan yaşayacak ne kadar sabırlı olduğumuz sınanmayacak”, gayretli olanlar tembellerden ayırt edilmeden salına salına haşir meydanını aşacağız. Muhammed/31
Biz zannetmiştik ki, karıncaya basmayan insanlar olarak hep el üstünde tutulacak ‘bizden önce gelenlerin yaşadıkları sıkıntıları yaşamayacak, yeryüzü bütün genişliğiyle bize daralmayacak, dua dua yalvarıp ‘Allah’ım nusret ne zaman?’ der hale gelmeyeceğiz. Bakara/214
Biz zannetmiştik ki, Hazreti Yusuf hep Kur’an’da onikinci cüzde kalacak, çıkıp Yusufî imtihanlar olarak bugüne gelmeyecek. Kardeşlerimizden ihanet görmeyecek, kuyulara atılmayacak, medrese-i Yusufiye’lere düşmeyeceğiz.
Hz. Musa, yıllarca kendisi ile yol gidenlerin dünya karşısında çözülüp dağılmayacaklarını zannediyordu.
Dağılıp geri döndüklerini görünce ‘Yâ Rabbi! Nasıl oluyor da bir insan Seni bilip öğrendikten sonra geriye dönebiliyor’ der. Cenab-ı Allah, ‘Yâ Musa! Onlar gerçekten Beni bilenler değil, gelirken yoldan dönenlerdir.’ cevabını almıştı. Ve biz de zannetmiştik ki Hz.Musa’nın kavmiyle imtihanı o güne mahsus kalacak. Coğrafya coğrafya Firavunlar hortlamayacak, sâhirler, gözbağcılar, illüzyonistler meydan meydan, manşet manşet halkı iğfal etmeyecek… Üstüne üstlük hikmetini anlayamadığımız Hızırî imtihanlar art arda sökün edip bizi bizle sınamayacak.
Biz zannetmiştik ki, Ashab-ı Kehf yaşandığı asra takılıp kalmış tarihsel bir hadise. Taşlanmayacağız, kovulmayacağız, haksız yere sürgünlere gönderilmeyeceğiz.
ZANLARIMIZDA BOĞULUP GİTMEDEN…
Biz bu zanlarımızda boğulup gitmeden Rabb’imizin rahmeti sağanak sağanak bizi sahabinin yanı başına götürdü. Evini, ailesini bırakıp dünyanın dört bir yanına gidenler ve gittikleri yerde elli türlü çileyi tesbih tesbih çekenler varken biz dünyaya saplanmış, çürümeye durmuştuk ki Allah cebr-i lutfîsiyle bize de yollarını açtı. Sürgünler ‘mukaddes göç’e dönüştü. Baktık önümüzde Bediüzzaman Hazretleri vakur, başı dik, sepeti elinde bir sürgünden başka sürgüne gidiyor.
Gördük ki, bir devrin gariplerine sahip çıkan Habeşistan’ın ‘aziz meliki Necaşi’nin huzurundayız. Yüzlerce ülkeden on binlerce muhacir olarak. Önümüzde Cafer b. Ebu Talip, sağımızda Mus’ab b. Umeyr, solumuzda Abdurrahman b. Avf… Ve gurbetimizle iftihar edip Rabb’imize hamdettik.
Üç yıl süren linç boykotu. Şi’b-i Ebû Tâlib’teyiz. Hâşim ve Muttaliboğullarının ‘köklerini kazıma’ boykotu. Bir baktık, biz de o boykot yıllarındayız. ‘Su bile vermeyin’ emri. Kız almama, kız vermeme. Varsa ‘boşan!’ diye baskı. ‘Nerede görürseniz dışlayın, işten atın, olmazsa sürün. Okullarını kapatın, çocuklarınızı alın.’ Kız kardeşlerimiz hakaretlerle tahkir ediliyor. Kelepçelerle zindanlara atılıyor; burs verdi, fakirin yardımına koştu diye. İnkisar içinde iki büklüm. Hüzünle hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Dünyanın tüm servetini bulup infaka vesile olsa belki şu mahzuniyeti ve gözyaşları kadar kabûle karin olmazdı. Istırabı onu amudî yükseltiyor, boykot yıllarının hüzün yumağı Hatice validemizin dizi dibine götürüyor.
Az ötede boykot yıllarının fakir, aç ve garip müslümanlarını ve ölüm tehlikelerini umursamadan onlara yardım edenleri görüyoruz. Servet ve zenginliklerini infak edip bitirenleri görüyoruz. Gerekirse her şeyinden vazgeçmenin canlı örnekleri karşımızda. Elimizdekilerden, hizmete veremediklerimizden utanıyor ama bu azize kardeşlerimizle teselli olup iftihar ediyoruz.
Biraz ilerleyince Ebu Leheb’i görüyoruz. Panayır panayır geziyor. Efendimiz (sav) tebliğ etmeden gidiyor, tebliğ ettikten sonra bir daha gidiyor. Aleyhinde konuşuyor. ‘Ey ahali!.. Bu, yeğenimdir; yalan söylüyor. Ondan uzak durun!’ diyor. Yoluna dikenler, taşlar koyuyor, evine saldırıyor. Amca oğlu hicretten sonra Efendimiz’in (sav) evine çöküp işgal ediyor, eşyası ve evine el koyuyor.
Ebu Cehil’i görüyoruz. Topluyor yandaşlarını sokak sokak ve ‘köşe köşe’ mevzilenip hakaretler yağdırıyorlar. Kainat’ın İftihar Tablosu’na (sav) ümmi diyorlar, Ebu Talib’in yetimi diyorlar, daha neler neler diyorlar. Efendimiz (sav) ‘selam’ diyor geçiyor, duyduğu hakaretlere. Sonra havada uçuşan hakaretlerin hortlayıp, bugüne geldiğini hayretle görüyoruz.
‘Yalancı peygamber, alim müsveddesi, sahte şeyh, kan emici vampir, terörist, elebaşı, hain…’ Yutkunuyor, burkuluyoruz. Küfrün cahiliyede bile tevessül etmediği bir düşük mahalle ağzı ki sokakta emsali yok. Alışık olmadığımız aşağılamalar. Hazmedemiyoruz ama sözlerin muhatabı ‘Girdik reh-i sevdaya, cünunuz, bize namus lazım değil’ şiirinin kahramanı. Sabretti, sabrediyoruz.
Efendimiz’in (sav) çektiklerini ve sabrını hakka’l yakin anlama yolu bu demek ki! Demek ki hor görülme ve aşağılanma, garip olmanın şeref madalyası. Ve en büyüğüyle Efendimiz’in (sav) göğsünde.
 
Yaşadıklarımız Allah yolunun yolcularının kaderi. Yaşayacak, sabredecek inşaAllah kazanacağız.
“Size küçük bir iyilik, bir ferahlık, bir nimet ulaşsa, bu onları tasaya sevk eder; bir belâya giriftar olsanız, bu defa sevinçten bayılırlar. Her şeye rağmen sabreder ve (haktan, adaletten sapmadan) takva çizgisinde hareket ederseniz, onların hile ve tuzaklarının size hiçbir zararı dokunmayacaktır. Her ne yapıp ediyorlarsa, Allah (ilmi ve kudretiyle) hepsini kuşatmış durumdadır.”
Âli İmrân 120
(Selim Gündüz)