Uzun yıllar Orta Asya’da yaşamış bir arkadaşımdan acı bir hatıra dinlemiştim. Diyordu ki : Buralarda her şey bir adam ve yakınlarının kaş göz işaretine göre ayarlanır. Hemen her şey hanedanlığa aittir aslında. Aileden biri bir gün yoldan geçerken bir ev görse ve beğense, aracını durdurur. O araçla beraber beş on araba daha durur. İçinden çıkan ‘hörmetli kişi’ hayatında ilk kez rastladığı adama ‘Evin ne kadar güzelmiş’ derse bunun manası ‘Artık bu ev benimdir’ demektir. İlgili kişi ve kurumlar harekete geçer ve adamın malına çökerler; ya kendi arzusuyla (!) verir malını adam; ya da zorla gasp edilir…
Tüylerim diken diken dinlemiştim anlatılanları. Hapse atılan insanlara nasıl suç uydurulduğunu, mal ve can güvenliğinin nasıl ayaklar altına alındığını hüzünlenerek takip etmiş.’ Neyse ki Türkiye o tarz istibdat dönemlerini geride bıraktı.’ diye teselli etmiştim kendimi. Ne yazık ki yanılmışım.
İşte size çarpıcı bir örnek: Bizdeki hanedanın güçlü adamı bir hayırsevere der ki, ‘O yaptığın görkemli okulun anahtarlarını masamda görmek istiyorum.’ Adam şaşırıp kalır. Kendini toparlar toparlamaz da şöyle der: ‘Aman efendim, biz onu hayır adına yaptık ve işletmesi için güvenilir arkadaşlara verdik. Çok da güzel hizmet veriyorlar. Şayet okul lazımsa size daha iyisini yapar devrederim.’ Memnun kalmaz hanedan. ‘Ben yeni bir okul değil, o okulu istiyorum.’
Bir başka örnek: Hanedanlık Akın İpek’ten henüz umudunu kesmemiş; birçok iş adamı gibi onun da korkuya teslim olacağını beklemektedir. Bu arada İpek Medya’dan rahatsız olduklarına dair aracılar haber getirip götürmekte. İletişim sıkıntısı had safhaya ulaşınca yüz yüze görüşmenin faydalı olacağına karar verilir.
Hanedanlık (nedense) enerji işlerine öteden beri çok yakın ilgi duymaktadır. Maden ruhsatları kah oradan alınıp buraya; kah tekrar buradan alınıp oraya taşınır; ama sonuç değişmez: hep aile efradı enerji ve maden çarkının başında durur. Akın Bey de önemli bir altın işletmecisidir.
Görüşme esnasında aile adına keskin laflar eden güçlü adam, ‘Akın Bey biliyorsun; yerin altı devlete aittir’ der. Bununla ifade edilen şey, asıl meselesinin altında yatan bir sebebi göstermektedir. Akın Bey her zamanki beyefendi ve yumuşak üslubunu bozmadan kendine yakışan hakperest bir cümle kurar: ‘Tabii ki. Ancak siz de bilirsiniz ki denizler de devlete aittir; ama herkes kanunların belirlediği şartlar dahilinde balık tutma hakkına sahiptir…’
İş dünyası ve medyanın konuşmaktan çok çekindiği gerçek şudur: Hangi sektöre baksanız iş gidip bazı ailelere ve hanedanlığa dayanmakta. Milletin malına mülküne çökenler, anahtarı götürüp hep aynı adrese teslim ediyor. Servet üstüne servet edinen bu kişilere tek bir kelime edemiyor hiç kimse.
Geçenlerde bir okul zinciri satıldı mesela. Güya eski Maocu şimdilerde bıraktığı sakal ve ortaya koyduğu sakil tavırla tanınan bir adam aldı. Başka isimler de söylendi ama hepsi paravan. O Maocuyu tanıyanlar iyi bilir ki adam canını verir bir kuruş harcamaz. Ne medyadaki parası ona ait; ne diğer sektördeki serveti. Okulculuk aile efradından birilerine doğrudan ya da dolaylı olarak aktarılıyor. Vakıflar dernekler hep işin kılıfı. Anaokulu, ortaokul, lise ve üniversiteler allem kullem işlerle hanedanlığa devrediliyor.
Bir sürü farklı isimle faaliyet yürüten hastanelerin ipi bir yere bağlı ve sektör bunu gayet iyi biliyor. Art arda satılan hastaneleri de kendi bünyelerine alınca homurdanmalar oldu; ama korkudan kimsenin sesi çıkmıyor. Tabii ki şimdilik… Ya değişik adlarla kurulan özel güvenlik şirketleri? Hemen her şehri tek tek parselleyerek kamu kuruluşlarının temizlik işlerini alan firmalara ne demeli? Deniz işletmeciliği, inşaatçılık, medya, reklam.. Artık hiç bir sektörde evlat damat izni olmadan yaprak kıpırdamıyor.
Kayyım sistemi, sadece kör bir inadın, iflah olmaz intikamın, tedavisi imkansız bir hasedin sonucu değil; hemen her sektörü hanedanlığa bağlama operasyonunun parçasıdır.
Az gittik, uz gittik; özgürlükçü reformlardan ve demokratik açılımlardan geri döndük. Bir de ne görelim: Meğer en katıksız Orta Asya diktatörlüğüne özenmiş, en acımasız Orta Doğu rejimlerini klonlamışız. Ülke menfaati, parti başarısı falan hepsi hikaye. Geriye kalıyor birkaç aile. Dayanır mı sanıyorsunuz bu ülke, katlanabilir mi bu vahşi düzene? Hayır hayır; ne diyordu Üstat Bediüzzaman: ‘Hırs sebeb-i hasarettir.’ Hasaret yakındır, emin olun ki yakındır…