Ramazan Arındırır Sineleri..

İnsanlar duygularıyla, düşünceleriyle ne kadar kirlenirlerse kirlensinler, her Ramazan o büyülü ziyasıyla ne yapar yapar mutlaka onlara bir yudum ışık sunar; arındırır sinelerini isten-pastan…
Dünyada iç içe buhranlar yaşanıyor. İnsanlık huzursuz ve hep hafakanla oturup kalkıyor. Zalim zulmüyle dünyanın çehresini karartıyor, mazlum acz içinde yeisle kıvranıyor. Bütün bunların yanında; Ramazan, bir kez daha ufukta bir dolunay gibi belirdi. Ziyası ufkumuzu aydınlatıyor ve içlerimizde bir inşirah var.
Ramazan’la âdeta gökler yere inmiş gibi olur

İnsanlar duygularıyla, düşünceleriyle ne kadar kirlenirlerse kirlensinler, her Ramazan o büyülü ziyasıyla ne yapar yapar mutlaka onlara bir yudum ışık sunar; arındırır sinelerini isten-pastan…
Ramazan’ın gelmesiyle, âdeta gökler yere inmiş gibi olur: Sokaklardaki ışıklar, şerefeleri çepeçevre saran lambalar, minareler arasındaki mahyalar, bize yer yer semanın yıldızlarını, meteorlarını hatırlattıkları gibi; olabildiğine incelen, incelip bütün bütün saflaşan ve melekler gibi masumlaşan mü’minlerin camilerdeki o derin hâlleri, gece hayatları, imsak ve iftarları da gönüllerimizde ruhânîlerle beraber bulunduğumuz hissini uyarır.
Ezanları Bilal okuyormuşcasına…

Ezan ve temcitlerin o gürül gürül sesi, câmilerin büyüleyen mânevî havası, kadın-erkek, genç-ihtiyar herkesin iştirak ettiği teravihlerin hususi şîvesi Ramazan’ı “sehl-i mümteni” öyle bir nefâsete ulaştırır ki, onu tam duyup yaşayanlar, yeryüzünde bulundukları hâlde gök sakinleri ile aynı safı paylaşıyormuşçasına çok farklı mülâhazalara dalar ve kendilerinden geçerler.
Ramazan’da bazen mâbetleri öyle derin bir uhrevîlik sarar ki, insan orada minarelerden yükselen sesleri Bilal’in dudaklarından dökülüyor gibi dinler; imamı tam bir nâib ve halîfe pâyesiyle mümtaz görür; sağındaki-solundaki insanları da Peygamber görmüş kutlular gibi tahayyül eder, iliklerine kadar heyecan duyar, gözyaşlarıyla boşalır ve kendini cennetin bir adım berisinde gibi sanır.
Hep bekleyeceğim

Gerçi ben, şimdilerde böyle bir heyecan ve bu ölçüdeki engin mülâhazalardan uzak bulunuyorum. Burada minarelerin o büyülü sesini asla duyamazsınız; namazgâhlar ve mâbetler bizdeki gibi renkli ve canlı değil. Ben, kilometrelerce uzaklarda da olsam, o bizim her zaman uhrevîlikle tüllenen camilerimizi, onları lebâleb dolduran Hakk’ın sadık kullarını, onlardaki haşyet, saygı ve mehâbeti düşünerek bir damla teselli olmaya çalışıyorum. Sağ kaldığım sürece de, o nurlu zaman diliminin bir gün mutlaka dönüp geleceğini hep bekleyeceğim.
(Beyan Dergisi Aralık 2003)