“Anayasa ne söylerse söylesin…”, “Cumhurbaşkanı, ben bu işe karışmam diyemez.”, “Zaten anayasa darbe anayasasıdır.”
Tırnak içindeki ifadelerin hepsi, Binali Yıldırım’ın konuşmasında geçiyor. Özetle Başbakan bize dönüp “Boş verin anayasayı!” diyor. Boş verelim mi?
Bu ifadelerin arkasında duran mantıkta iki esaslı hata var. Doğru, Anayasamız, 12 Eylül darbesini yapanların eseri ancak o günden bugüne özellikle bu anayasanın darbeci sivriliklerini törpüleyen (MGK’nın işlevleri gibi) birçok değişiklik yapıldı. Tartışma konusu ‘cumhurbaşkanının yetkileri’ni düzenleyen maddeler ise anayasanın ‘darbeci’ kimyasına ait değil. Tam tersine, Evren kendisine ‘devlet başkanı’ dedirtmiş ama bu sistemi anayasaya koydurmayı başaramamıştı.
İkinci esaslı hata, imamla cemaat arasındaki o bilindik örnek olma durumuyla ilgili. Başbakan “Anayasa ne derse desin…” diye, anayasa hükümlerini yok sayan bir cümle kurarsa, arkasından kamu gücünü kullananlar, bu kalıbı tekrarlayarak ortada ne hak ne hukuk bırakır. Cuntacı bir askerin, emrindeki tankın namlusunu başbakanlığa çevirip, “Başbakan’ın buyurduğu gibi…” diye söze başlayıp -Allah korusun- devlete el koyduğunu tasavvur edin. ‘Fiilî durum’ ise alın size ‘fiilî durum.’
Daha kötüsü de var. Anayasalar kamu erkini kullananların yetkilerini, görevlerini, sorumluluklarını dağıtırken iktidar gücünün suistimal edilmesini engelleyecek hükümler getirir. Amaç iktidarda temsil edilmeyen azınlığın temel hak ve hukukunu korumak. Bu yüzden ‘sorumsuz’ kıldığı cumhurbaşkanına, kimse hesap soramadığı için yetki vermiyor. Yıldırım’ın özenle vurguladığı % 53 desteğe dahil olmayan insanların hakkını korumak adına, Cumhurbaşkanı’na ‘fiilî yetkiler’ tanımıyor. Cumhurbaşkanını % 53’ün temsilcisi olmaktan çıkartıp, devletin ve milletin birliğinin temsilcisi haline getiren şeyin kendisi işte bu anayasa kuralları. Anayasaya rağmen yargı kararı için “Uymak zorunda değilim.” diyen, ‘fiilî yetkiler’ kullandığını öne süren bir cumhurbaşkanına, Başbakan’ı da “Anayasa ne derse desin.” diye destek verdiği zaman ortada ne Erdoğan’ı cumhurbaşkanı ne de Yıldırım’ı başbakan yapan bir anayasa kalır. Kısaca “Anayasa ne derse desin.” sözü, bu sözün sahibinin aynı anayasadan aldığı bütün gücü ve yetkileri ortadan kaldıracak kadar sorunlu bir laftır.
Şimdi, bu sözün ‘fiilî’ karşılığına gelelim. Anayasa’nın fevkinde ‘fiilî yetkiler’ kullanan Cumhurbaşkanı ile çay topladığı ve onu alkışladığı için eleştirilere muhatap olan Yargıtay Başkanı, bir konuşmasında, “Hâkimlerin teminatının sağlanmasının hukukun üstünlüğü ilkesinin gereği olduğunu” vurguluyor. Tam da Türkiye’nin şiddetle ihtiyaç duyduğu bir vurgu. Yargıtay Başkanı belki de anayasa gibi, herkesin bildiği ama uyulmayan bir prensibi hatırlatıyor. Bu prensibin de cumhurbaşkanının “Anayasa ne derse desin.” kullandığı yetkiler gibi ‘fiilî’ bir karşılığı olmalı.
İşte bu fiilî karşılığı, Amerikan yargısının bir savcısı bize hatırlatıyor. Zarrab’ın avukatının mahkemeye verdiği dilekçede geçen, “17 Aralık soruşturmasına ait belgeler kanıt olamaz.” iddiasına verilen cevap şöyle: “Soruşturmayı yapan savcı ve polislerin yerleri değiştirildikten sonra atanan savcının kararına saygı gösterilmesi şeklinde bir evrensel ilke hukukta yer almıyor. Bizzat bu durum, Zarrab’ın suçunun delilidir.”
“Hırsız bizim elimizde, onu tutan yargıçlar Türkiye’de hapiste.” anlamına gelen bu sözler yargı erki, hukuk devleti üzerinde çok ağır bir töhmet oluşturmuyor mu? “Anayasa ne derse desin…” bu ‘fiilî leke’ nasıl temizlenecek?
Tırnak içindeki ifadelerin hepsi, Binali Yıldırım’ın konuşmasında geçiyor. Özetle Başbakan bize dönüp “Boş verin anayasayı!” diyor. Boş verelim mi?
Bu ifadelerin arkasında duran mantıkta iki esaslı hata var. Doğru, Anayasamız, 12 Eylül darbesini yapanların eseri ancak o günden bugüne özellikle bu anayasanın darbeci sivriliklerini törpüleyen (MGK’nın işlevleri gibi) birçok değişiklik yapıldı. Tartışma konusu ‘cumhurbaşkanının yetkileri’ni düzenleyen maddeler ise anayasanın ‘darbeci’ kimyasına ait değil. Tam tersine, Evren kendisine ‘devlet başkanı’ dedirtmiş ama bu sistemi anayasaya koydurmayı başaramamıştı.
İkinci esaslı hata, imamla cemaat arasındaki o bilindik örnek olma durumuyla ilgili. Başbakan “Anayasa ne derse desin…” diye, anayasa hükümlerini yok sayan bir cümle kurarsa, arkasından kamu gücünü kullananlar, bu kalıbı tekrarlayarak ortada ne hak ne hukuk bırakır. Cuntacı bir askerin, emrindeki tankın namlusunu başbakanlığa çevirip, “Başbakan’ın buyurduğu gibi…” diye söze başlayıp -Allah korusun- devlete el koyduğunu tasavvur edin. ‘Fiilî durum’ ise alın size ‘fiilî durum.’
Daha kötüsü de var. Anayasalar kamu erkini kullananların yetkilerini, görevlerini, sorumluluklarını dağıtırken iktidar gücünün suistimal edilmesini engelleyecek hükümler getirir. Amaç iktidarda temsil edilmeyen azınlığın temel hak ve hukukunu korumak. Bu yüzden ‘sorumsuz’ kıldığı cumhurbaşkanına, kimse hesap soramadığı için yetki vermiyor. Yıldırım’ın özenle vurguladığı % 53 desteğe dahil olmayan insanların hakkını korumak adına, Cumhurbaşkanı’na ‘fiilî yetkiler’ tanımıyor. Cumhurbaşkanını % 53’ün temsilcisi olmaktan çıkartıp, devletin ve milletin birliğinin temsilcisi haline getiren şeyin kendisi işte bu anayasa kuralları. Anayasaya rağmen yargı kararı için “Uymak zorunda değilim.” diyen, ‘fiilî yetkiler’ kullandığını öne süren bir cumhurbaşkanına, Başbakan’ı da “Anayasa ne derse desin.” diye destek verdiği zaman ortada ne Erdoğan’ı cumhurbaşkanı ne de Yıldırım’ı başbakan yapan bir anayasa kalır. Kısaca “Anayasa ne derse desin.” sözü, bu sözün sahibinin aynı anayasadan aldığı bütün gücü ve yetkileri ortadan kaldıracak kadar sorunlu bir laftır.
Şimdi, bu sözün ‘fiilî’ karşılığına gelelim. Anayasa’nın fevkinde ‘fiilî yetkiler’ kullanan Cumhurbaşkanı ile çay topladığı ve onu alkışladığı için eleştirilere muhatap olan Yargıtay Başkanı, bir konuşmasında, “Hâkimlerin teminatının sağlanmasının hukukun üstünlüğü ilkesinin gereği olduğunu” vurguluyor. Tam da Türkiye’nin şiddetle ihtiyaç duyduğu bir vurgu. Yargıtay Başkanı belki de anayasa gibi, herkesin bildiği ama uyulmayan bir prensibi hatırlatıyor. Bu prensibin de cumhurbaşkanının “Anayasa ne derse desin.” kullandığı yetkiler gibi ‘fiilî’ bir karşılığı olmalı.
İşte bu fiilî karşılığı, Amerikan yargısının bir savcısı bize hatırlatıyor. Zarrab’ın avukatının mahkemeye verdiği dilekçede geçen, “17 Aralık soruşturmasına ait belgeler kanıt olamaz.” iddiasına verilen cevap şöyle: “Soruşturmayı yapan savcı ve polislerin yerleri değiştirildikten sonra atanan savcının kararına saygı gösterilmesi şeklinde bir evrensel ilke hukukta yer almıyor. Bizzat bu durum, Zarrab’ın suçunun delilidir.”
“Hırsız bizim elimizde, onu tutan yargıçlar Türkiye’de hapiste.” anlamına gelen bu sözler yargı erki, hukuk devleti üzerinde çok ağır bir töhmet oluşturmuyor mu? “Anayasa ne derse desin…” bu ‘fiilî leke’ nasıl temizlenecek?
(Kaynak: Yarınabakış)