AA’nın haberine göre 1 milyondan fazla mülteci kabul eden Almanya’da bazıları, daha kolay mülteci statüsü elde edebilmek amacıyla Hıristiyanlığı seçiyor. DHA’nın haberine göre de Danimarka’da artan sayıda İran ve Afganistan kökenli Müslüman mülteci din değiştirerek Hıristiyanlığa geçmek için kiliselere başvuruyor.
Almanya, mülteci akınına uğrayacağını hesaba katarak altyapısını kurmuş, mülteci profili çıkarmış; gelenlere kalacak yer ayarlamış, dil kursları düzenlemiş. Her şey saat gibi işliyor. Çocuklarının okul finansmanını karşılıyor; barınak temin ettiklerine aylık 250; barınağı olmayanlara 800 Avro ödüyor. Sokakta mülteciye rastlanmaz. Aldığım bilgilere göre kiliselerin dolaylı Hıristiyanlaştırma faaliyeti dışında devlet, Müslüman mültecilere ibadet yeri de temin ediyor.
Almanya’nın mülteci politikası sadece hümanistik veya dini motivasyonla açıklanamaz; kuşkusuz insancıl ve dini merhamet duygularıyla hareket eden şahıslar, sivil kuruluşlar var. Ama gerideki asıl saik Almanya’nın nüfus ve işgücü açığını bu yolla kapatma düşüncesidir. Mülteci alırken eğitimli, genç, meslek ve dil bilenleri seçiyor. Hızlandırılmış Almanca dersleri veriyor. Türkiye’ye on binlerce eğitimli, dil bilen, yüksek formasyon sahibi mültecinin geldiğini, onlardan üniversitelerimizde, firmalarda istifade etmeyi bilemediğimizi hatırlayalım.
Alman hükümeti rasyonel ve pragmatik hareket etse de, dini-manevi motivasyonları da yok değil. Mülteciler için gecesini gündüzüne katıp hizmet götürmeye çalışan Hıristiyan yardımseverler kutsal metinden şu sözü öne çıkarıyor: “Ben bir yabancı idim, kapına geldim ama sen beni içeri almadın.” Vahyden esintileri olan bu sözün daha beliğ ifadesi Efendimiz (s.a.) tarafından şöyle ifade edilmiştir: “Yüce Allah kıyamet gününde şöyle buyurur:
– “Ey âdemoğlu! Hastalandım, beni ziyaret etmedin”. Âdemoğlu:
– Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret edebilirdim? der. Yüce Allah:
– “Falan kulum hastalandı, ziyaretine gitmedin. Onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulurdun. Bunu bilmiyor musun? Ey Âdemoğlu! Beni doyurmanı istedim, doyurmadın” buyurur. Âdemoğlu:
– Sen âlemlerin Rabbi iken ben seni nasıl doyurabilirdim? der. Yüce Allah:
– “Falan kulum senden yiyecek istedi, vermedin. Eğer ona yiyecek verseydin, verdiğini benim katımda mutlaka bulacağını bilmez misin? Ey Âdemoğlu! Senden su istedim, vermedin” buyurur. Âdemoğlu:
– Ey Rabb’im! Sen âlemlerin Rabbi iken ben sana nasıl su verebilirdim? der. Yüce Allah:
– “Falan kulum senden su istedi, vermedin. Eğer ona istediğini verseydin, verdiğinin sevâbını katımda bulurdun. Bunu bilmez misin?” buyurur. (Müslim, Birr, 43.)
Mültecilerin kabulüne tepki gösterenlere Merkel’in verdiği cevap şudur: “Mültecilere kapılarını açan bizler için yarın şöyle diyecekler: Müslümanlar Mekke ve Medine’ye değil, İsa’nın takipçileri olan topraklara sığındı. Muhammed’in takipçilerine İsa’nın takipçileri kucak açtı.” Bu söz acı verici ama doğru. Büyük gayret gösterenler müstesna, Suriyeli muhacirlere Ensarın Medinesi olması gereken Türkiye’de çaresiz mülteciler bir tür temerküz kamplarında, sokaklarda. Ve elbette binlercesi Ege’nin derin sularında. İktidar kanadının hem de ‘hukukçu’larından birinin sarf ettiği şu söz, iki zihniyet ve yönetici profili arasındaki farkı ortaya koymaya yeter: “Avrupa Parlamentosu, yarın Türk vatandaşlarına Avrupa yolunu vizesiz açacak raporu görüşecek. Yanlış bir karar verirse mültecileri göndeririz!”
Selat ve selam üzerinde olsun, Muhammed’in müstaz’af takipçileri için şimdilik İsa’nın takipçilerine sığınmaktan başka çıkış yolu yok. Ta ki Müslümanlar “Nasıl iseniz öyle yönetilirsiniz” hükmünün sırrına vâkıf oluncaya kadar…