Din ve Dindar İçin Iki Büyük Tehlike

Kur’an-ı Kerim, “Yaratan bilmez mi?” buyurur. Nasıl bir aleti yapan onu en iyi bilen ise ve aleti kullanan, onu yapanın hazırladığı kılavuza göre o aleti kullanıyorsa, bunun gibi, elbette insanı da en iyi ve kusursuz bilen onu Yaratan’dır ve dolayısıyla insan, ancak Yaratanının kendisi için gönderdiği kılavuza göre bir hayat sürmekle varlık gayesini gerçekleştirebilir.
İnsanı en iyi ve kusursuz bilen Allah’ın insan için gönderdiği yaşama kılavuzu olan Kur’an’da iki husus çok belirgin biçimde dikkat çekmektedir. Bunlardan biri, İslam’da korku – ümit dengesi şeklinde bir prensibe vücut veren teşvik etme veya rağbet verme ile sakındırmanın sürekli bir arada gitmesi, diğeri ise Müslümanların en zor şartlar altında ve akıl almaz işkencelere maruz kaldıkları dönemlerde bile onlara yapılan kesin galibiyet va’dini iç ihtilaflar konusunda uyarmanın takip etmesidir.
Evet, dünya üzerinde Allah’ın Dini’ni gerçekten ve bütün samimiyetiyle temsil ve onu Sünnet çizgisinde tebliğ eden tek bir insanın bile varlığı, o Din’in ve insanlığın geleceğinin garantisi gibidir. Allah, hadiseleri o kişiye ve Din’in geleceğine göre yönlendirir. Tarihte hep böyle olmuş ve bütün peygamberler kavimleri içinde, “Ben size, Allah tarafından gönderilmiş her bakımdan güvenilir bir elçiyim. O halde, (benimle gönderdiği mesajı konusunda) Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!” diyerek tek başlarına ortaya çıktıkları gibi, bütün dini tecdit veya ihya hareketleri de yine tek kişi ile başlamıştır. Zor şartlarda peygamberlerin etrafında kümelenen, dini tecdit hareketlerine omuz veren insanlar, daha sonra kolay dönemlerde, Kur’an’ın ısrarla üzerinde durduğu üzere bagy, yani haset ve rekabetten kaynaklanan tecavüz sebebiyle birbirlerine düşmüşlerdir. Peygamber Efendimiz’in vefatından 20 yıl sonra ortaya çıkan ihtilaflar, Allah’ın pek çok açıdan ayrıca üzerinde durulması gereken bir rahmeti olarak bazı önemli ve güzel neticeler vermişse de, İslam’da adalet-i mutlakaya dayanan idarenin, hilafet-i tammenin adalet-i izafiyeye dayanan nakıs hilafete veya saltanata dönüşmesine yol açmış ve artık “kırılan fitne kapısı” bir daha kapanmamıştır. İşte bu iç ihtilaflar, din ve dindar için asıl iki büyük tehlikeden biridir.
Gerçek dindarları bekleyen ikinci büyük tehlike ise dünyevileşmedir; buna, bir yazarın bir gazetede yayınladığı diziden sonra davet edildiğini belirttiği bir toplantıda gördüğü manzara karşısında, “(artık bazı müslümanlar) inanç ile yaşam tarzının arasına çizgi çekiyorlar” şeklinde ifade ettiği gibi, iman ile hayatı birbirinden ayırma da diyebiliriz. İşte, inanç ile hayat arasına çekilen çizgidir ki, tarihte Hz. İsa’nin pak öğretisinde kendisinden hemen sonra başlayan itikadi değişimin sorumlusu olmuştur. Din’de hayat tarzını belirleyen ahkam, Bediüzzaman Hazretleri’nin benzetmesiyle, bedene göre cilt ne ise dine göre de odur. Cildi soyulan bir insanın hayati organları dış tesirlerin altında ne kadar yaşayabilirse, ahkamdan kopmuş din de bir insanın kalbinde o kadar kalabilir. Ayrıca, o dine bağlılık, yani iman, itikat bir iddiaya dönüşür ve bundan da bağnazlık ve başkalarına düşmanlık çıkar. O dinin mensubu, imanın ahkama ruh olamadığı, yani dini yaşamanın folklora, adete dönüştüğü durumlardaki gibi, artık dinine olan muhabbetiyle değil, başka dinlere ve din mensuplarına olan düşmanlığıyla yaşar.
(Kaynak: Ali Ünal, İslam Ahlakı)