Yorum | Ekrem Dumanlı
Geçenlerde meşhur bir ‘yandaş yazar’ 1 Mart tezkeresinin perde arkasını kaleme almış. Demiş ki Erdoğan 15 sene önce Meclis’te kıl payı reddedilen 1 Mart tezkeresinin geçmesini istiyordu; buna Gül engel oldu’. Doğru ama eksik demiş. O günü dakika dakika yaşayan gazetecilerin bildiği başka ayrıntılar da var.
Doğrudur; siyasi yasağı devam eden Erdoğan, Amerika’nın Irak’ı işgal etmek için istediği tezkereyi geçirmek için yoğun bir mücadele verdi. Ne var ki karşısında iki engel vardı. Birincisi üst düzey askerlerin bu konudaki isteksiz tavrı; diğeri o günlerde AKP Genel Başkanı Erdoğan’la Başbakan sıfatı taşıyan Gül’ün farklı düşünüyor olması.
Her şeye rağmen tezkerenin Meclis’ten geçme ihtimali büyüktü. Gül’ün pasif direnişine rağmen o günlerde bile Erdoğan’ın ağırlığı vardı.
Ancak, sürpriz bazı gelişmeler yaşandı.
Mesela devreye CHP Genel Başkanı Deniz Baykal girdi. İyi bir hatip olan Deniz Bey, tecrübesini konuşturarak öyle bir laf etti ki, Erdoğan ve ekibinin avucuna bir el bombası bırakmış oldu. Ne demişti Baykal? “Biz sizi Amerika’ya sünnet sakalıyla gönderdik; siz Amerikan tıraşı olup gelmişsiniz.”
Bomba gibi düştü Meclis’e bu benzetme. Daha yeni kurulmuştu parti. Vekiller heyecanlıydı. Hepsinden önemlisi “sünnet sakalı” ve “Amerikan tıraşı” gibi sözlerin parti içinde yankısı derindi. O günlerde siyasi yasaklı olduğu için milletvekili ve başbakan olamayan Erdoğan Amerika’ya gitmiş, Washington’da başbakanlar gibi karşılanmıştı. Amerikan basınına ve düşünce kuruluşlarına değişim mesajları veriyordu Erdoğan. Demokrasi ve özgürlük mesajlarının karşılığını alıyor ve el üstünde tutuluyordu.
Tam bu manzara yaşanırken Baykal öyle bir benzetme yapmıştı ki AK Parti adına Meclis’e gelen vekillerin eli ayağı kilitlenmişti. Halk ne derdi, nasıl izah edilirdi mesele, seçmen tabanı nasıl tepki verirdi vesaire. Dahası CHP canibinden gelen o ağır laf yüzünden tezkere vekillerin içlerine sinmiyordu; çünkü çoğu köken olarak Batı karşıtlığı güden ve özellikle Amerika düşmanlığı ile siyaset yapan bir damardan geliyordu.
Doğru ya da yanlış, haklı ya da haksız. Bir duyarlılık söz konusuydu. İzzetinefislerine yediremiyorlardı CHP’den gelen ağır eleştiriyi. Meclis koridorlarında yankılanan o benzetmeyi Ankara’da gazetecilik yapan herkes duymuştu. Önce gülüşmelere neden olan bu cümle; daha sonra kabusa dönüşerek çeşitli duyarlılıkları tetiklemişti.
‘Sünnet sakalıyla gidip Amerikan tıraşıyla dönmek’ lafını bana hatırlatan, sadece yandaş bir yazarın Gül ve Davutoğlu’nu aklayıp Erdoğan’ı ima yoluyla suçlayan yazısı değil. Tam aksine son günlerde benzer bir söylemle karşı karşıya olunmasına rağmen gösterilen refleks farkı dikkatimi zorluyor.
Geçenlerde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Sırbistan’dan et ithalini gündeme getirdi ve fena yüklendi AKP’ye. “Vatandaşa besmelesiz et yediriyorsunuz” dedi. Hani haksız da değil CHP lideri. Türkiye’de hayvancılığı mahveden iktidar et ithal ediyor. Hatta son dönemde Erdoğan ziyaret ettiği pek çok ülkeden et ithali sözü vererek ve anlaşma yaparak dönüyor. Listedeki son ülkeler arasında bir çırpıda akla gelen ülkeler arasında Hırvatistan ve Fransa var.
Yani?
Türkiye’de yasayan insanlar ithal et yiyecek ve bunu siyasal İslam ideolojisinin yatağında dünyaya gözlerini açan ve iktidara gelen bir hükümet yapacak. Ve onlarca yıldır katı laiklik eleştirilerine muhatap olan CHP, siyasal İslam’ın en kötü örneklerinden biri olmaya namzet AKP için bu konuyu gündeme getirecek.
Ya tersi olsaydı!
Mesela CHP iktidarda, AKP muhalefette olsaydı? AKP “besmelesiz et” meselesini gümbür gümbür dile getirmez miydi? AKP tabanı, dini hassasiyetle ifade edilen bu konuyu çarsı-Pazar demeden her eve her köşeye taşımaz mıydı? CHP yoğun eleştiriler nedeniyle köşeye sıkışmaz mıydı?
AKP’den tık yok.
AKP seçmeninden tık yok.
NEDEN?
AKP, 2002’de başladığı noktadan öyle bir yere savruldu ki hiçbir mukaddesi kalmadı. Hiçbir hassasiyeti kalmadığı için tek bir değer üzerinden yürümeye, ayakta kalmaya çalışıyor. Tek adam rejimine geçildiği için tek adama tapınma seviyesinde bağlılık ve bağımlılık gösterilirken dıştan gelen eleştirilere de içten yükselen tekliflere de kulaklarını kapamış durumdalar. Statükoya itirazla başlayan siyasi hareket statükonun rehinesi haline geldi. Tutunacak bir dalı kalmadığı ve ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmayı menfaatleri açısından olmazsa olmaz olarak gördükleri için tek bir adamın etrafında kenetlenmeyi tek çare olarak görüyorlar.
Sürdürülebilir mi bu absürt iktidar bağımlılığı?
Yolsuzluk, hırsızlık, zulüm sürüp giderken ve her gün suç dosyaları kabarırken, tek değer yargısı iktidarda kalmak olan bir hareketin ilerde hayırla yad edilmesi mümkün değil. Demokratik rüyalarla başlayan bir hikâye kara mizaha dönüştü.
Dün ‘sünnet sakalıyla gidip Amerikan tıraşıyla döndünüz’ hicvine katlanamayan ve bu ithamdan haya edenler, bugün ‘besmelesiz et yediriyorsunuz’ suçlamasını tınmıyor bile. Çünkü “İslami duyarlılık” çoktan terk etti AKP yönetim kadrosunu. Rüşvet, yolsuzluk, ihtikar, adam kayırma, mafya ile al gülüm ver gülüm ilişkilere girme, zulümler, hak ihlalleri vs. arsızlığa dönüştü. Arsız adamın kutsalı mi kalır.
Yüzsüz adamdan adalet mi beklenir!
Muhalefet, muhalefet olsa, kuruluş gayesinden çoktan kopmuş, içi çürümüş, dışı koflaşmış bu partiyi akıl ve vicdana seslenen özgürlükçü bir sesle alaşağı ediverir. Daha çok demokrasi, daha çok özgürlük vaat etme ve samimi hamlelerle demokratik adımlar atma yerine küçük hesapların altında ezilen ve bir türlü ezber bozamayan ve bu haliyle statükonun bir başka versiyonu gibi duran muhalefet somut bir şey önermediği için haydut devlet modeli oksijen çadırında soluk almaya devam ediyor…
(TR724)