ANALİZ | BARBAROS J. KARTAL
Son iki yazı ile başlattığımız sesli düşünmenin son parçası Türkiye’nin bölünüp bölünmeyeceği olacak.
Bu sorunun kesin evet ya da kesin hayır diye bir cevabı olduğunu düşünmüyorum.
Dünyadaki ayrılıkçı politikalara ve bağımsızlık hareketlerine baktığımızda meselenin salt ekonomik, etnik, tarih, milliyetçilik, konjonktürel ya da ülkelerin demokratik seviyeleri ile ilgili olmadığını görürüz.
Ekonomik geri kalmışlık ayrılık için bir sebepse İspanya’nın en gelişmiş ve endüstri zengini Bask bölgesindeki ayrılık taleplerini anlamlandırmayız. Mesele özerklik ve federatif bir yapının olmaması ise Katalanların ayrılma taleplerini nereye koyacağız? Ülkenin demokratik seviyesi önemli ise dünyanın en demokratik ülkelerinden olan Kanada’nın bir o kadar refah ve siyasi kazanımlara sahip Quebec eyaletinin de ayrılma sebebini çözemeyiz. Bağımsız olduğunda bir anda ateş çemberine düşme ve savaş ihtimali olan Kuzey Irak’taki bölgesel yönetiminin bu talebinin ne kadar ahmakça olduğunu söylemek de yeterli değildir. Örnekler çoğaltılabilir. Milletlerin kendi devleti ve bayrağı olmasını istemesi doğaldır, çoğu etnik ve tarihsel kökenlidir. Devlet olarak sizin bu gerçeği nasıl ele aldığınız önemlidir.
DUYGUSAL KOPUŞ ZİRVE YAPTI
Türkiye özelinde iç ve dış etmenler rol oynayacak. Önümüzdeki aktüel tablo şudur:
Bölge insanı seçimlere gitmiş ve bir partiye oy vermiş. O partinin iki eşbaşkanı ve 7 milletvekili kimsenin sebebini bilmediği gerekçelerle hapiste. “Dağda silah tutacağına gel ovada siyaset yap” demişsiniz ama siyaset yapanları da sırf size biat etmedikleri için hapse tıkmışsınız.
İnsanlar sandığa gitmiş, kendilerine belediye başkanı seçmişler. Bu belediye başkanlarını hapse atmışsınız, yerlerine kendi devlet memurlarınızı atamışsınız.
Hendekler kazılırken, silahlar depolanırken seyretmişsiniz, göz yummuşsunuz bir nevi müsaade etmişsiniz hendekler tamamlanınca tankla tüfekle girip şehirleri yakıp yıkıp dağıtmışsınız. Olaylarla ilgisi olmayan sivil halk hayatını kaybetmiş, on binlerce insan yerlerinden yurtlarından olmuş. Güvenlik güçleri yıkılan evlerin arasında marşlarla gezip “Türk’ün gücünü gösterdik” diye videolar yayınlamış.
İnsanların saygı duyduğu kişilerin adlarına yapılan parkları, anıtları söküp yerinden atıyorsunuz. Güneydeki aynı milletten akrabalarıyla bir gün kırmızı halı serip meydanlarda beraber halay çekiyorsunuz ertesi gün köpekten tutun haine kadar yiyecek şey bulamayacaklar diye nefret saçıyorsunuz.
Duygusal kopuşun zirve yaptığı bir tabloda bölge insanının beraber yaşaması ve ortak kadere inanması için elinde ne var?
ÜLKEYİ BÖLME PLANI YAPILSA ANCAK BU KADAR OLURDU
Ama PKK… diye başlayacak cümlelerin benim için önemi yok benim muhatabım ülkeyi yönetenlerdir. Mehmed Uzun parkının tabelasının sökülmesini PKK mı emretti? Kürtçe’nin önündeki engelleri PKK yüzünden mi kaldırmıyorsunuz? PKK metropollere silah yığarken MİT’in en üst düzey elemanlarının “Hepsinden haberimiz var” dedikleri kayda girmedi mi?
Ülkeyi bölmek için akıllı bir plan yapılsa ve devreye sokulsa ancak bugün yapılanlar yapılırdı.
Kürtleri bedava elektrik kullanan, çalışmadan devletin verdiği para ile geçinen, Türkiye’deki uyuşturucu işini elinde tutan, kazandıkları kara paralarla batıda gayrimenkul alan, PKK’yı destekleyip ülkenin askerlerinin ölmesine sebep olan, ülkenin ekmeğini yiyip ihanet eden insanlar olarak resmedip her gün nefret pompalayarak nasıl bir gelecek kurabiliriz? O zaman ayrılalım gitsin demekten daha akıllı bir yol yok. Argo tabirle, ‘Neden bu kadar kasıyoruz?’
Kobani olayları gösterdi ki PKK istediği zaman bütün ülkeyi yakıp yıkacak bir potansiyelde. Bunun en temel sebebi yıllardır devletin içindeki akıl tutulması ve ihanet derecesinde ihmalidir. Yarın öbür gün düğmeye basılsa ve PKK bütün ülkede eylemlere girişse ve bölgedeki insanlar bir intifada başlatsa Batı’daki birçok insanın “yeter artık” diyecek konuma gelmesi için çok zaman geçmeyecek. O zaman da birçok aygıttan Türkiye’nin o bölgeden kurtulduktan sonra sıçrama yapacağı, insanların daha huzurlu ve zengin olacağı zaten ülkeye bir hayrı olmayan bir urdan kurtulacağı pompalanacak. Türkiye, Hollanda gibi küçük ama çok zengin olacak diyenler bile çıkacak.
KANSIZ, ÇATIŞMASIZ BÖLÜNME YAŞAYAMAZ TÜRKİYE
Türkiye her şeyden önce bölünmemeli. Bunu savunmamın sebebi Türkiye’nin Çekoslovakya gibi suni bir devlet olarak elma gibi bölünemeyeceğini düşünmemden. Ya da ayrılık hareketlerinin silahsız ya da barışçıl olamayacağından. Türkiye’nin bölünmesi Allah muhafaza Yugoslavya gibi olur ve yaşanacak iç savaşı düşünmek bile istemiyorum. Her iki tarafın faşist damarı yeterince tecrübe edildi. Türkiye haricindeki Kürtler ekseriyetle demografik olarak belli bir yerde yaşarlar. Irak ve Suriye’dekiler ülkeye yayılmamıştır ve Araplara karışmamıştır. Keza İran’dakiler de. Ama Türkiye’de iradi ve cebri sebeplerle Kürtler ülkenin her yerindedir. İstanbul’daki Kürt sayısı birçok ülkedekinden fazladır. Böyle iç içe geçmiş ve akrabalık ilişkileri olan iki halkın bıçakla çizilmiş gibi ayrılması mümkün olmaz. “Güneydoğu bizim, İstanbul’u konuşalım” küstahlığı sadece kan ve gözyaşı getirir. Aynen bugün devletin yaptığı gibi.
En kötü barış savaştan iyidir. Kim ölürse ölsün birilerinin evladı… Ağlayan anneler olacak. Savaşın kendisinin kötü olduğu üzerinde bütün ülke birleşmeden de bu sorun çözülmeyecek.
Güneydoğu’yu elde tutmak oradaki insanlardan bağımsız şekilde bir güç gösterisi ve devletin prestiji ise bu uzun vadede kazandırmaz. Din kardeşliği etkisini yitirmiştir. 10 yaşındaki Cemile buzdolabında beklerken de din kardeşi değil miydik? Çanakkale’de beraber savaştık edebiyatı da bir çözüm değildir. Etle tırnak falan da değiliz. Birimiz hep tırnak uzadıkça kesilen.
Herkesin eşit olduğu ve özgürce yaşadığı bir ülke olmadıkça hamasi nutuklar zaman kaybından başka bir şey değil.
ERDOĞAN’IN NASIL GİDECEĞİ BELİRLEYİCİ OLUR
Türkiye hiç olmadığı kadar bölünme riski taşımaktadır. Erdoğan rejimi bu bölünmenin katalizörüdür. Bir süredir uygulamaya koyduğu İslamcı-Türkçü faşist seçim manevrası her gün bölünme değirmenine su taşımaktadır. Saddam ülkesini parçalayarak gitti, Hitler bıraktığında Almanya hem küçülmüş hem de enkaz haldeydi. Kaddafi’nin arkasında bölünmüş bir Libya kaldı. Esad ülkesinin bölünmesinin önüne geçemedi. Diktatörler sadece güç peşindedir ve bu güç için ülkelerini yakıp yıkmaktan halkları birbirine düşürmekten bir an bile tereddüt etmezler.
Başlıktaki sorunun tam cevabı dış politikada her geçen gün mevzi kaybeden, ülkeyi yaşanmaz bir hapishaneye çeviren bizim diktatörün sonunun nasıl olacağına bağlı.
(TR724)