Zaman’a kayyımın geldiği 4 Mart günü gazeteye giderken zihnimde ve dilimde Kur’ân’da geçen “bi-zihbin azîm” ifadesi vardı. “Büyük kurbanlık” manasına gelen “zibhin azîm”, Hz. İsmail’in (a.s.) yerine gönderilen kurbanlığı ifade ediyordu. Yol boyu, ifadenin geçtiği ayetin başında kullanılan fiil “fidye olarak vermek” manasına bir fiil midir diye düşündüm durdum. Gazeteye gelir gelmez ilk işim Kur’ân’a bakmak oldu; evet Kur’ân, “Ve fedeynâ-hü bi-zibhin azîm”, yani “İbrahim’e oğlu İsmail’in fidyesi olarak büyük bir kurbanlık lûtfettik.” buyuruyordu. Gazetenin yayın yönetmeni Abdülhamid Bey’e, “Zaman, herhalde zibh-i azîmlerden biri olacak!” dedim.
Hiç bir mukaddes dava, kurbansız, fidyesiz olmaz, olmamıştır ve olmayacaktır. Hz. İbrahim (a.s.), hayatının en ağır imtihanlarından olarak, kendisine yaşlılığında lûtfedilmiş ciğerparesi Hz. İsmail’i kurban etme emriyle karşı karşıya kaldı. Çünkü “bir göğüste iki kalb”, dolayısıyla iki gerçek sevgi olmaz; ancak hakikî sevginin yanı sıra ona tâbi mecazi sevgiler olabilir. Yani, yegâne gerçek sevgili Allah’tır; başka her şey, ancak O’nun için ve O’ndan dolayı sevilebilir; seven için de, sevilen için de hayırlı olan budur. Allah (c.c.), bilhassa sevdiği kullarında Kendi yerini alacak başka hakikî bir sevgi istemez; onlarda böyle bir sevgi gördüğü anda onları o sevgi ve sevdikleriyle imtihan eder. Hz. İbrahim (a.s.), hayatında tutulduğu diğer imtihanlar gibi bu imtihandan da Allah’ın izniyle yüz akıyla çıktı. Ve tâbi tutulduğu bütün ağır imtihanları başardığı zaman “insanlara imam” kılındı; kendisinden sonra peygamberlik, bütün insanlara rehberlik, iki oğlu ve onların neslinde devam etti. “Ehl-i Beyt-i Muhammed” de bir “Âl-i İbrahim” olmakla, bu, bugün de aynen devam etmektedir; Kıyamet’e kadar da böyle gidecektir.
Temelde bir “Ehl-i Beyt ‒ Âl-i İbrahim” hizmeti olan Hizmet, şu anda kurbanlar veriyor, fidyeler ödüyor. Bu kurbanlar, bazen tamamen masum Hz. Zekeriya gibi, Hz. Yahya gibi olabilir; Kerbelâ’nın büyük şehidi Hz. Hüseyin ve ailesi gibi de olabilir. Bazıları su-i zanla, “Hizmet, hatalarının bedelini ödüyor.” iddiasında bulunabilir, bulunuyorlar da. Fakat hiç kimsenin bütün bir camiayı suçlamaya hakkı yoktur; suçlayan da, böyle bir suçlamanın vebalinin altından kalkamaz. Hizmet, vermesi gerektiği için kurbanlar veriyor, ödemesi gerektiği için fidyeler ödüyor. Kalblerde Allah sevgisinden başka bir sevgiye meyil dahi olmaması için ve “İsmail”i kurtarmak için “zibh-i azîm”ler veriyor. Nedir kurtarılacak İsmail?
Hz. Bediüzzaman (r.a.), Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda “bütün asırların meb’usları”nın yer aldığı misali bir mecliste bazı sorulara muhatap kılınır. Bu savaşta Osmanlı Devleti’nin yıkılması ve âlem-i İslâm’ın dağılmasıyla neticelenen mağlûbiyetin sebepleri sorulur kendisine. Hz. Üstad sebepleri zikreder; bunlar, yapma yolunda işlenen hataların değil, toptan bir yıkımın sebepleridir. Bununla birlikte, bu yıkım da bir “zibh-i azîm”, çok büyük bir kurbandır; yıkımın arkasından gelecek yeniden ve sıfırdan yapmanın zemini adına büyük bir kurbandır. Sebepler sayıldıktan sonra meclis, Hz. Üstad’a sorar: “Mü’minlerin başına gelen her felâketin bir peşin, bir de ileride verilen iki mükâfatı olur. Bu mağlûbiyetin peşin ve ileride verilecek mükâfatları nedir?” Hz. Üstad buyurur: “Peşin mükâfatı: Allah, bu milletin, (sonraki dönemlere kalsalar 100’de 90’dan fazlasının ahirete imansız gitme, ebedi hayatı kaybetme riski bulunan) 4 milyon evladını şehit, dolayısıyla veli olarak aldı. İleride verilecek mükâfat: İslâm’a dokuz asır bayraktarlık yapmış bu milletin bu mağlûbiyeti, gelecekte İslâm’ın cihan çapındaki galibiyetiyle telafi edilecektir. 20’yi verip 200’ü alan kaybetmiş olmaz, kazanmış olur.”
Hizmet, 20’yi kurban veriyor; inşallah bu, doğrudan doğruya Allah’ın lûtfedeceği 200’le telafi edilecektir. Vermesi gereken 20’yi verip, 200’le taltif edilen tam kazanmıştır.
(Kaynak: Yeni Hayat Gazetesi)