Eyyyyy Görmez, Açıkça Soruyorum!- Bekir Salim | Babacanlar

Kur’an’ın her âyetine mânâsını anlamasak da, tâ yürekten “amenna ve saddakna”… Ben “belhüm adal”ı “esfele safilin”i okurdum ama, bir türlü anlayamazdım. İnsan nasıl olur da hayvandan aşağı bir derekeye iner? “Sümmün bükmün ümyün…” ayetini çocukluğumdan beri ezbere bilirdim, lâkin, idrakinden acizdim… Bu süreç benim bu ve benzeri ayetleri çok az da olsa kavramama vesile oldu. Zira numunelerini gözle görmeye başladım…
Diyanet İşleri Başkanları, bidayetinden beri, genel itibarıyla, uyumlu(!) zâtlardan olagelmiş… Atatürk döneminde Rahmetli Rıfat Börekçi… Az bir şey “gak guk!” ettiğinde “Hoca Hoca! Dediklerimi yap, yoksa keyfini bozarım!” tehdidine muhatap olunca, garibim, ne yapsın, bakmış pabuç pahalı, kendini “müskirat-ı muzırra”ya verip aklını iptal ederek her şeye “eyvallah” demiş. Herkesin iftar açtığı bir anda, onun o zararlı şişenin kapağını açmakla uğraşması bana çok hazin gelir…
Ömer Nasuhi Bilmen gibi “eyvallah” demeyip istifa eden kaç Diyanet İşleri Başkanı tanıyorsunuz?
Bu uğursuz süreç başladığı günlerde Diyanet personeline dönemin Başbakanı kendine yakışan bir konuşma yapmıştı. Hatırlarsınız; “sahte peygamber, içi boş din âlimi, âlim müsveddesi…” gibi daha ne hakaretler… Salonu dolduran yüzlerce imam, müezzin ve sair diyanet çalışanı alkıştan kulaklarımızı sağır etmişlerdi. (Onların ardında kıldığım namazları iade etmezsem…Neyse…)  Gözüm en önde oturan Mehmet Görmez’de idi… Evet, o alkışlamıyor, hatta konuşulanları memnuniyetsiz bir yüz ifadesiyle dinliyordu. Saflık işte, sandım ki birazdan kalkacak, “ben böyle iftiraları kabul edemem” deyip sarığını, cüppesini orada koltuğa koyup salonu terk edecek…
Yapmadı… Ben de o anki hissiyatımla, hâlâ hüsn ü zannım üzerimde, sitem ettim:
Ne olur cevap ver Allah aşkına,
Şimdi bu yapılan iş midir Hocam?
Seyretmez olaydım, döndüm şaşkına,
Bunlar hâyâl midir, düş müdür Hocam?
 
Biri “Bismillah” der, sohbete(!) başlar.
Bir kere kaynamış; herkesi haşlar.
İyi de, “Diyanet” niye alkışlar,
Sence bu manzara hoş mudur Hocam?
 
Hakareti duyan hayrette midir?
“Sahte peygamberlik” son radde midir?
Âlim mi, veli mi, “müsvedde” midir?
Sen söyle, içi de “boş” mudur hocam?
 
Gördük âlimlerin yücelerini(!)
Bilmezler ‘elif’in hecelerini.
Üst üste koysalar nicelerini,
Bir “Zümrüt Tepe”ye eş midir Hocam?
 
Salim der, birkaç söz beklerdim senden,
Hakperest bir âlim kıvırmaz yandan.
Susan daha mücrim alkışlayandan,
Yürekler bu kadar taş mıdır Hocam?
Meğer bunlar iyi günlerimizmiş… O sıralarda belli ki, “ne olur ne olmaz” duygusuyla sessiz kalan Denâet İşleri Başkanı, gücün ibresi az buçuk sabitlenince, tarafını tam anlamıyla netleştirip susma modundan kusma moduna evrildi. Evrilme değil devrilme… Hem de, sayısı milyonlara ulaşan, bütün dünyanın hayranlık duyduğu bir gönüllüler hareketine “firak-ı dâlle” diyecek kadar derin, karanlık bir çukura devrilme… Evet… Çok “satılan” malum gazetenin birinci sayfasını tamamen kaplayan bu mahlûka ait sarıklı kocaman bir kafa… Üstünde de en büyük puntolarla “Bu cemaat firak-ı dâlledir.” iftirası… Cevap vermek zorundaydım:
“Aynayı çevir yüzüne, ‘firak-ı dâlle’ye bak.
Hem bir adet taylasanlı içi boş kelleye bak!”
Daha fazlasını da derdim ama, Hocaefendi’den ve arkadaşlarımdan utandım…
Yahu! Sünnete tabi olma noktasında bu cemaatin en yavan adamı benim. Bırakın farzı, vakit namazlarının sünnetlerini, ben size, akşam namazından sonra iki veya üç kere evvabin namazı kıl(a)madığım için bana bir saat nasihat eden arkadaştan bahsedeyim… İsterseniz, daha genç yaşında paraya ve şöhrete kavuştuğu halde dünyayı kalben terk edip teheccüd namazlarını hiç kaçırmayan delikanlıyı anlatayım. Veya kırk senedir tanıdığım, Efendimizin(SAV) ismi her anıldığında saygı ve heyecandan ayağa kalkıp oturan, “Gecede yüz rekât nafile namaz acaba az mı?” diye sorgulayan, her nefesini Kur’an’a ve sünnete muvafık olarak alıp veren, Peygamber âşığı o güzel insanı bir kere daha dikkatlere sunayım…
Ama kime? Görmeyene, kalbi taş kesilmişlere ne anlatacaksın ki! Şair Osman Sarı “Taş Gazel”inde diyor ya:
“Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri,
 Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin…”
Bu namussuzlar kendilerinde ne varsa başkalarına yıkarak rahatlamaya çalışıyorlar… Bir de pişkinler ki sormayın… Geçenlerde demesin mi; “Başkalarına ait mülkiyeti gasp etmek İslâm’ın reddettiği bir husustur.” Ben de dayanamadım artık ne yapayım:
“Madem ki, a be gafil, gasp İslâm’da merduttur;
 Sizin dininiz nedir, kıbleniz hangi puttur!”
İnsan hakikaten şaşırıyor, şüpheleniyor… Şimdi de bir rapor hazırlamışlar ki, neresinden tutsan elinde kalıyor. Kalpsizlik, ilim fukaralığı zaten baki… Hadsizlikle kötü niyet de tuz biber olunca ortaya böyle nesebi gayri sahih bir düzmece çıkıyor…
Yahu Eyyyyy Görmez! Açıkça soruyorum: Bu hâlinin sebebi bir Mercedes otomobil ya da koltuk sevdası olamaz. Gafletinden, “-Kör-mez”liğinden midir bütün bunlar, yoksa korkudan mı? Ya da İslâm’ın yüzünü kara göstermek için bilinçli hareket eden bir proje misin?
Nesin sen yahu!