Neo-Faşizm Çağında Bir Faşist Enternasyonal Mümkün Mü?

[Akif Umut Avaz]
1930-1940’larda dünyayı sarsan faşizm yeniden hortladı. Tüm göstergeleriyle uç veren bu neo-faşizm çağında 11 Eylül saldırılarından tüm Arapları sorumlu tutan, Müslümanları ülkeye sokmayacağını söyleyen, açıkça işkenceyi savunan, iklim değişikliği konusundaki endişelere saçmalık diyen, göçmenleri engellemek için Meksika sınırına duvar öreceğini söyleyen, ülkede doğmuş ABD vatandaşı çocuklarıyla birlikte 11 milyon göçmeni sınırdışı edeceğini açıklayan, bireysel silahlanmayı savunan, siyahî karşıtı her türlü ırkçı söyleme sarılan Donald Trump, ABD’ye başkan oldu.
Birbirlerinden pek hazzetmese de Vladimir Putin’le iyi geçineceğini söyleyen, Saddam Hüseyin’li, Muammer Kaddafi’li dünyayı özlediğini beyan eden Trump’ın seçim zaferi dünyanın her yerindeki göçmen karşıtı ırkçı kesimlerde ve İslamofobik çevrelerde bir heyecan dalgası yarattı. Heyecanını gizleme gereği duymayan İslam düşmanı ırkçı figürler arasında Gertz Wilders ve Jean Marie Le Pen gibi isimler dikkat çekti. Bir de tabii Trump’un sürpriz zaferini kutlamak için alelacele telefona sarılan Recep Tayyip Erdoğan. Siyasal İslamcı Erdoğan ile destekçilerinin Trump’u hangi sebepten coşkuyla karşıladıkları malum.
POPÜLİST TOTALİTER FAŞİZMİN DEĞİŞİK TONLARI
Popülist totaliter faşizmin değişik tonları Rusya’da Putin, Türkiye’de Erdoğan’la konsolide olurken Macaristan ve Polonya’da kendisini yükselen otoriteleşme eğilimi ile İngiltere’de ise Brexit ile gösterdi. Popülist faşizmin ayak sesleri Trump’ın beklenmedik zaferiyle nihayet Atlantik’in öteki yakasına da erişmiş oldu. Farklı hedeflerle de olsa hep benzer söylemlere, benzer araçlara ve benzer taktikleri kullanmaya yönelen totaliter faşizmin yeni aktörleri dünyayı da yeni bir faşizm çağına doğru hızla sürüklüyor. Peki, kin ve nefretin kol gezeceği; zulüm, savaş, şiddet ve kanın eksik olmayacağı böyle bir dünyada bizleri neler bekliyor dersiniz? Türlü isimlerle yücelttikleri zalim liderlerin peşine takılıp benzerlerinin zaferleriyle sevinenler acaba neye sevindiklerinin farkında mı?
Geleceği kestirmenin en garantili yolu şüphesiz ki geçmişe bakmak. Neo-faşizmin de 1930’ların faşizmiyle benzer süreçleri izleyeceğini ve benzer refleksleri göstereceğini söylemek için kâhin olmak gerekmiyor. Şunu da bir yere not edin: Adına ne derseniz deyin beynelmilelcilik, enternasyonalizm veya uluslararasıcılığın sadece sosyalist ve sol çevrelere özgü bir durum olduğunu düşünürseniz yanılırsınız. Her ne kadar farklılıklardan nefret etseler de, ırkçı ve yabancı düşmanı olsalar da ve hatta birbirlerine karşı düşmanca hisler besleseler de farklı ülkelerin faşistleri arasında da bir anlayış ve bir perspektif birliği ve birlikteliğinde rahatlıkla söz edilebilir.
OBAMA’DAN ZİYADE PUTİN, CLINTON’DAN ZİYADE TRUMP
Diktaya savrulduğu oranda Erdoğan’ın Obama’dan ziyade Putin’le daha kolay iletişim kurup anlaşabilmesinin sebeplerini, Batı ve Avrupa Birliği başkentlerinden ziyade kendisini Pekin, Tahran, Vilinius ve Moskova’da daha rahat hissetmesinin ve Clinton’dansa Trump’ın seçilmesinden sevinç duymasının arkasındaki patolojik psikolojiyi iyi analiz etmek lazım.
Sınırlar aşan sınıf bilincine, evrensel insani değerlere veya refahı, sosyal adaleti, hak ve özgürlükleri geliştirme idealine dayalı sosyo-politik akımlar arasındaki enternasyonal dayanışmayı anlamak zor olmasa gerek. Peki, hiçbir konuda ortak idealleri bulunmayan, en nihai planda birbirlerinin gözlerini oyacaklarından kimsenin kuşku duymayacağı faşist eğilimler ve ırkçı, şoven liderlikler arasındaki dayanışmayı ve birbirlerinin varlığından güç almayı nasıl açıklayacağız? Hakikaten muvakkat ihtiyaçları ve pragmatizm midir birbirlerinden nefret edenleri bir araya getiren zamk?
İSLAMOFOBİK ZAFERE SİYASAL İSLAMCI SEVİNCİ
İslamofobik söylemlerine rağmen siyasal İslamcı Erdoğan’ın Trump’ı tebrik için saniye kaybetmemesi ve medyaya yansıdığı kadarıyla tarafların telefonda aşırı bir yakınlık gösterisi içerisine girmeleri kimseyi şaşırtmasın. Tarihte de faşistler en fazla faşistlerle, zalimler en fazla zalimlerle, despotlar en fazla despotlarla anlaşma ve muvakkatten de olsa birlikte yol yürüme zemini bulmuşlardır. Her türden faşizmin ve totalitarizmin dünyayı kasıp kavurduğu 1930’lara dönüp baktığımızda bunun pek çok örneğini kolayca görebiliriz.
Almanya’da anti-Semitizm kadar komünizmin de köküne kibrit suyu dökme söylemiyle zemin kazanan Hitler’in, Fransa, İngiltere ve ABD’ye karşı Sovyet diktatörü Stalin’le 1939’da Molotov-Ribbentrop Paktı olarak bilinen bir saldırmazlık anlaşması imzaladığını hatırladığımızda bugünkü gelişmelere şaşırma olasılığımız belki biraz azalır. Tabiatı gereği başka milletlerden nefret üzerine kurulu ırkçı faşizmler arasında bir anlayış birlikteliği her ne kadar bir oksimoron gibi gözükse de bu tarihi bir gerçekliktir.
putin-erd1FÜHRER, IL DUCE, CAUDILLO, GÜNEŞİN OĞLU, MİLLİ ŞEF, REİS
Nazi Almanyası ile Faşist İtalya arasındaki, peşine taktığı yığınlara “Führer” dedirten Adolf Hitler ile “Il Duce” dedirten Betino Mussolini arasındaki vizyon ve çıkar birlikteliği şaşırtıcı olsa da bir vakıadır. Hitler’in devrin en kanlı faşist liderlerinden (Caudillo) Franco ve ta dünyanın öteki ucunda kendisine “Güneşin Oğlu” dedirten ırkçı, faşizan Japon İmparatoru ile geniş bir anlayış zeminine sahip olması da şaşırtıcı, ama gerçektir.
Hitler’in Stalin ile olan kısa ömürlü anlaşması 1941’de Nazilerin Sovyetlere saldırısı üzerine bozulmuştu. Ama Mussolini ve Japon İmparatoru ile kader birlikteliği ölünceye kadar devam etmişti. Bütün benzerleri gibi en baskın karakteri ilkesiz pragmatizm olan Franco ise gerilemeye başladığını anladığı andan itibaren Hitler’den hızla uzaklaşmış ve müttefik güçleri rahatlatacak adımlar atmıştı. Saddam Hüseyin ile Muammer Kaddafi arasındaki yakın ilişkiler de belki yakın zamana ait diktatörler arası ilişkilere bir örnek olarak verilebilir.
Aşırı propaganda ve endoktrinasyon yoluyla peşlerine taktıkları efsunlanmış şuursuz yığınlara kendileri için “Führer”, “Milli Şef”, “Lider”, “Şef”, “Reis” dedirten her biri birbirinden daha kibirli faşist ve ırkçı liderlerin üzerlerine dayanarak birbirlerini kolaylıkla anlayabilecekleri ortak noktalar sanılandan fazladır.
Bir kez bunlar herhangi bir muhalefete asla müsamaha göstermezler. Güçlerinin doruklarına doğru yürürken tek adam-tek parti rejimini de artık iyice konsolide etmiş olurlar. Bölgelerine istikrarsızlık ihraç ederken ülkelerinde en yüksek dozda baskıyı, sistematik işkence ve zulmü bir politika haline getirirler (Bkz. Hitler’in Yahudi soykırımı, Stalin’in Gulagları). Farklı hiç bir görüşe hayat hakkı tanımazken, tek yanlı ve ahlaksız propagandayı en üst düzeye çıkarırlar. Çevrelerine oluşturdukları kişilik kültüne tapınanlardan milyonlar yığarken, kendilerini hiçbir insani, ahlaki ve etik değere bağlı hissetmezler. Kitleleri, ne pahasına olursa olsun devleti bir süper güç yapma ütopyası etrafında kenetlerler. Hayatın ve ekonominin her aşamasını ve her alanını takibe alır, kontrol altında tutar ve yaygın şekilde terör taktiklerine başvururlar.
YE MEMET YE!..
Hesap sorulamayacak iktidar olanaklarına eriştiklerinde güç zehirlenmesinin şahikalarına çıkan faşist diktatörler, bu kadar ortak özellikleri sayesinde, elbette ki en iyi birbirleriyle anlaşabilirler. Faşist diktatörlerin arasındaki bu doğal anlayış birlikteliği ve iletişim kolaylığından dünyadaki özgürlükçü ve demokrat kesimlerin büyük acılar çekme olasılığı yüksektir. Yine de faşistler ve diktatörler arası ilişkiler sürpriz gelişmelere de gebe olabilir.
Her biri ayrı bir kibir dağı niteliğindeki bu diktatörler arasında anlayış birlikteliği kadar karşıtlık zemini de söz konusudur. Buna rağmen belki yeni bir “terör dengesi” kurmak suretiyle, belki “karşılıklı olarak birbirini yok etme garantisi”ne (MAD – mutually assured destruction) benzer bir çılgınlıktan uzak durmak amacıyla da olsa “deli deliyi görünce değneğini saklarmış” hesabı farklı bir tavra da bürünebilirler.
Ne de olsa umut fakirin ekmeği. Ye Memet ye!..
putin-erd(TR724)