[Handan Yiğiter]
Amerika önümüzdeki Salı günü yeni başkanını seçecek. Amerika seçimleri dünyanın da kaderini etkilediğinden sadece bir ülkenin seçimi olmaktan öte anlam taşıyor. Başkanın karakteri, dünya meselelerine ne kadar angaje olmak istediği Ortadoğu’dan Güney Asya’ya milyarlarca insanın hayatına etki ediyor. Öyle ki dünya genelinde “Hangi adayı ABD Başkanı olarak görmek istersiniz?” anketi bile yapılıyor. (İlginç şekilde bu ankete yalnızca Rus halkı Trump yanıtını vermiş.) Havuz medyası bu global etkiyi üst akıl olarak komplo teorilerine sos yapsa da hegemon güç olmak böyle bir şey.
Trump medyanın negatif katkısıyla bugünlere geldi
Seçim sonuçlarının hayatiyetinin aksine, yaşanan seçim süreci görülmemiş derecede sığ sularda gerçekleşiyor Amerika’da. Ali Ağaoğlu’nun Amerika ölçeğindeki versiyonu Donald Trump, başkan aday adayı olarak sahneye çıktığında çoğu kimse bunu bir şaka olarak algıladı. Trump’ın adaylığını bir pazarlama ya da reklam olarak görenler az değildi. Göçmenlere, Müslümanlara, engellilere, kadınlara yönelik skandal ve siyaseten zerrece doğruluk taşımayan sözleriyle Trump iyi ‘reyting’ yapıyordu.
Bu yüzden medya için cazibesi büyüktü. Başkan Barack Obama’nın da medyayı eleştirmesine yol açan Trump haberleri, olumsuz dâhi olsa insanlar üzerindeki etkisini arttırıyordu. Medyayı nasıl kullanacağını bilen Trump, az bir kampanya bütçesiyle gündemde kalmayı başardı. Ve pek çok gözlemciyi şaşırtarak Cumhuriyetçilerin adayı oluverdi.
Amerikan toplumundaki birikmiş öfke
Kendi partisi içinde bölünmeye yol açsa da Trump, Amerikan toplumu içinde kendini geride kalmış, ezilmiş hisseden beyaz, orta ve alt sınıfın birikmiş öfkesini ortaya çıkardı. “Amerika’yı yeniden büyük yapacağız!” sloganı Amerikan rüyasını zaten yaşayan tuzu kuru kesimler için anlamsız gelse de, ekonomik rekabet karşısında dayanıksız, eğitimsiz ve göçmenleri tehdit olarak gören ve sayısı hiç de yabana atılmayacak derecede çok olan ‘beyaz Amerikalılara’, Trump beklenmedik derecede cazip geldi. (Bu arada Amerikalı bir profesör, 1860’tan 1980’e kadarki başkanlık seçimlerinin verileriyle oluşturduğu bir sisteme göre 1984’ten bu yana bütün seçimleri doğru tahmin etmiş ve şimdi de Trump’ın kazanacağını söylüyormuş.)
Clinton nefreti yabana atılacak gibi değil
Hillary Clinton ise, tecrübesi ve donanımı ile Trump ile kıyaslanamayacak kadar güçlü gözükse de yukarıda sözü edilen kesim için ‘statüko’ ve yerleşik Washington elitinin bir temsilcisi. Tıpkı İngiltere’deki Brexit oylamasından önce popülist politikacıların suçladığı gibi, Amerikalı popülistler de ‘elitleri’ ülkedeki pek çok şey yüzünden suçluyor ve elitliği temsil eden her şeye bu şekilde saldırabiliyor. Elitlerden bıkanlar ‘bir de Trump gibi birini deneyelim’ diyebiliyor Trump’ın on kelimeden öte geçemeyen seçim kampanyasına rağmen. Tabi bir de Clinton’ın ‘elitlere özgü yozlaşmışlığı sembolize eden skandalları’ var.
Clinton’dan nefret eden kesimin temel argümanlarından biri seçim kampanyasından da önce patlak veren ‘e-mail skandalı’. Clinton’ın dışişleri bakanıyken resmi e-mail adresi yerine özel e-mail sağlayıcı kullanması devlet sırlarını sakladığı endişesine yol açtı. E-maillerin silindiğinin anlaşılması skandalın üstüne tuz biber ekti. Amerikan kamuoyunun hassas noktası ise bu konuda Clinton’ın özür dilememesi ve yalan söylemesi. Yalan öylesine kabul edilmez bir konu ki zamanında Bill Clinton da Monica Levinsky ile ilişkisi olduğu için değil, bu konuda yalan söylediği (‘toplumu yanlış yönlendirdiği’) için başkanlıktan azledilmek istenmişti.
Kadın adaya rağmen kadınlara hakaret aldı başını gitti
Amerika’da ilk kez bir kadın başkan adayı ortaya çıktı ve ironiktir ki kadınlara en çok hakaret bu seçim sürecinde edildi. Trump daha ilk günlerden kadınları aşağılayan yorumlar yapsa da en büyük darbeyi geçtiğimiz hafta ortaya çıkan ses kaydı ile yedi. 11 yıl önceki bir ses kaydında Trump, ünlü olduğu için kadınlara istediği her şeyi yapabileceğini çok argo ve kaba bir dille anlatmış. Ses kaydını kabul eden Trump, ben artık o adam değilim dese de bu skandal sonrası onlarca kadın Trump tarafından taciz edildiğini iddia etti. Bu devasa skandal bile Trump’ın adaylığını sarsmadı. Pek çok dindar destekçisi bile, “Hepimiz insanız, hata yaparız, en azından Clinton gibi yalancı değil” diyerek Trump’ı savunmaya devam ediyor.
‘Çarpık hayatlar’ kartının en çok oynandığı seçim
Trump’ın skandalları tacizle sınırlı değil. Amerika için kabul edilemeyecek ölçüde medyaya sataşması, gazetelere akreditasyon uygulaması, Clinton’ın suikasta uğrayabileceğini ima etmesi, dahası kendi başkanlığı döneminde Clinton’ı hapse attırabileceğini başkanlık tartışmasında dile getirmesi kırmızı alarmlardan sadece birkaçı. Ne var ki parayı başarı ölçüsü sayan bir kültürde Trump’ın zengin bir işadamı olması ülkeyi de iyi yöneteceği düşüncesini doğurabiliyor. Öyle ki Trump’ın devasa miktarda vergi kaçırması bile sorun olarak görülmedi. Kendisi de “Yasalardaki boşluklardan faydalanmış olmam beni zeki biri yapar” diyerek bu meseleden kendince sıyrıldı. Doğrusu, sadece medyaya düşmanlığı ile değil, “ülkeyi şirket gibi yönetir” yorumları da Trump’ta bizim memleketten bir despotla benzerlikler var diye düşündürtüyor insana…
Trump’ın skandalları çok daha devasa gözükse de Amerikan kamuoyu Hillary’nin maillerini kolay unutacak değil. FBI da seçime bir hafta kala yeni e-mailleri soruşturma konusu yapacağını açıklayınca Demokratlar paniğe kapıldı. Başkan adayı seviyesinde olmasa da taciz konularında Trump’ın tek olmadığı görülmüş oldu. Zira yeni e-mailler, Hillary’nin danışmanının, çocuk yaşta kızlarla uygunsuz mesajlaşmaları takibe takılan kocasının bilgisayarında ortaya çıktı. Bu durum Clinton başkanlığını son dakikada riske soktu.
House of Cards, sezon 5…
Trump’tan hemen her konuda korkan Amerikan entelijansiyası, her ne kadar Hillary’yi tercih etse de, onun dış politikada agresifleşmesinden ve Amerika’yı Ortadoğu’da Rusya ile bir savaşa sokmasından korkmuyor değil. Trump’ın Rusya ile iyi ilişkileri ise ikircikli bir pozisyon. Bazıları Trump’ın Putin’e boyun eğmesinden korkuyor, bazıları da bu sayede Rusya ile savaşa girilmeyeceğine seviniyor.
Özetle, ABD seçim kampanyası koltuk için her türlü dalaverenin çevrildiği, son sezonunda (4. sezon) Başkan’ın (Kevin Spacey) koltuğu kaybetmemek için ülkeyi savaşa götürmeye karar verdiği House of Cards dizisini aratmıyor. Şimdilik anketlerde Hillary Clinton önde olsa da seçimlerde neler olacağı kestirilemiyor. Trump da kazanmadığım seçimi tanımam yorumunu yaptığı için seçim sonrası neler olacağı da merak konusu. Hem Amerika’nın hem de dünyanın kaderi Ohio, North Carolina ve Pennsylvania gibi eyaletlerdeki seçmenin elinde. Evet, valla yine Pensilvanya! Yarın bir gün havuz medyası ABD seçimleri için de orayı sorumlu tutar mı tutar… (tr724)
Trump medyanın negatif katkısıyla bugünlere geldi
Seçim sonuçlarının hayatiyetinin aksine, yaşanan seçim süreci görülmemiş derecede sığ sularda gerçekleşiyor Amerika’da. Ali Ağaoğlu’nun Amerika ölçeğindeki versiyonu Donald Trump, başkan aday adayı olarak sahneye çıktığında çoğu kimse bunu bir şaka olarak algıladı. Trump’ın adaylığını bir pazarlama ya da reklam olarak görenler az değildi. Göçmenlere, Müslümanlara, engellilere, kadınlara yönelik skandal ve siyaseten zerrece doğruluk taşımayan sözleriyle Trump iyi ‘reyting’ yapıyordu.
Bu yüzden medya için cazibesi büyüktü. Başkan Barack Obama’nın da medyayı eleştirmesine yol açan Trump haberleri, olumsuz dâhi olsa insanlar üzerindeki etkisini arttırıyordu. Medyayı nasıl kullanacağını bilen Trump, az bir kampanya bütçesiyle gündemde kalmayı başardı. Ve pek çok gözlemciyi şaşırtarak Cumhuriyetçilerin adayı oluverdi.
Amerikan toplumundaki birikmiş öfke
Kendi partisi içinde bölünmeye yol açsa da Trump, Amerikan toplumu içinde kendini geride kalmış, ezilmiş hisseden beyaz, orta ve alt sınıfın birikmiş öfkesini ortaya çıkardı. “Amerika’yı yeniden büyük yapacağız!” sloganı Amerikan rüyasını zaten yaşayan tuzu kuru kesimler için anlamsız gelse de, ekonomik rekabet karşısında dayanıksız, eğitimsiz ve göçmenleri tehdit olarak gören ve sayısı hiç de yabana atılmayacak derecede çok olan ‘beyaz Amerikalılara’, Trump beklenmedik derecede cazip geldi. (Bu arada Amerikalı bir profesör, 1860’tan 1980’e kadarki başkanlık seçimlerinin verileriyle oluşturduğu bir sisteme göre 1984’ten bu yana bütün seçimleri doğru tahmin etmiş ve şimdi de Trump’ın kazanacağını söylüyormuş.)
Clinton nefreti yabana atılacak gibi değil
Hillary Clinton ise, tecrübesi ve donanımı ile Trump ile kıyaslanamayacak kadar güçlü gözükse de yukarıda sözü edilen kesim için ‘statüko’ ve yerleşik Washington elitinin bir temsilcisi. Tıpkı İngiltere’deki Brexit oylamasından önce popülist politikacıların suçladığı gibi, Amerikalı popülistler de ‘elitleri’ ülkedeki pek çok şey yüzünden suçluyor ve elitliği temsil eden her şeye bu şekilde saldırabiliyor. Elitlerden bıkanlar ‘bir de Trump gibi birini deneyelim’ diyebiliyor Trump’ın on kelimeden öte geçemeyen seçim kampanyasına rağmen. Tabi bir de Clinton’ın ‘elitlere özgü yozlaşmışlığı sembolize eden skandalları’ var.
Clinton’dan nefret eden kesimin temel argümanlarından biri seçim kampanyasından da önce patlak veren ‘e-mail skandalı’. Clinton’ın dışişleri bakanıyken resmi e-mail adresi yerine özel e-mail sağlayıcı kullanması devlet sırlarını sakladığı endişesine yol açtı. E-maillerin silindiğinin anlaşılması skandalın üstüne tuz biber ekti. Amerikan kamuoyunun hassas noktası ise bu konuda Clinton’ın özür dilememesi ve yalan söylemesi. Yalan öylesine kabul edilmez bir konu ki zamanında Bill Clinton da Monica Levinsky ile ilişkisi olduğu için değil, bu konuda yalan söylediği (‘toplumu yanlış yönlendirdiği’) için başkanlıktan azledilmek istenmişti.
Kadın adaya rağmen kadınlara hakaret aldı başını gitti
Amerika’da ilk kez bir kadın başkan adayı ortaya çıktı ve ironiktir ki kadınlara en çok hakaret bu seçim sürecinde edildi. Trump daha ilk günlerden kadınları aşağılayan yorumlar yapsa da en büyük darbeyi geçtiğimiz hafta ortaya çıkan ses kaydı ile yedi. 11 yıl önceki bir ses kaydında Trump, ünlü olduğu için kadınlara istediği her şeyi yapabileceğini çok argo ve kaba bir dille anlatmış. Ses kaydını kabul eden Trump, ben artık o adam değilim dese de bu skandal sonrası onlarca kadın Trump tarafından taciz edildiğini iddia etti. Bu devasa skandal bile Trump’ın adaylığını sarsmadı. Pek çok dindar destekçisi bile, “Hepimiz insanız, hata yaparız, en azından Clinton gibi yalancı değil” diyerek Trump’ı savunmaya devam ediyor.
‘Çarpık hayatlar’ kartının en çok oynandığı seçim
Trump’ın skandalları tacizle sınırlı değil. Amerika için kabul edilemeyecek ölçüde medyaya sataşması, gazetelere akreditasyon uygulaması, Clinton’ın suikasta uğrayabileceğini ima etmesi, dahası kendi başkanlığı döneminde Clinton’ı hapse attırabileceğini başkanlık tartışmasında dile getirmesi kırmızı alarmlardan sadece birkaçı. Ne var ki parayı başarı ölçüsü sayan bir kültürde Trump’ın zengin bir işadamı olması ülkeyi de iyi yöneteceği düşüncesini doğurabiliyor. Öyle ki Trump’ın devasa miktarda vergi kaçırması bile sorun olarak görülmedi. Kendisi de “Yasalardaki boşluklardan faydalanmış olmam beni zeki biri yapar” diyerek bu meseleden kendince sıyrıldı. Doğrusu, sadece medyaya düşmanlığı ile değil, “ülkeyi şirket gibi yönetir” yorumları da Trump’ta bizim memleketten bir despotla benzerlikler var diye düşündürtüyor insana…
Trump’ın skandalları çok daha devasa gözükse de Amerikan kamuoyu Hillary’nin maillerini kolay unutacak değil. FBI da seçime bir hafta kala yeni e-mailleri soruşturma konusu yapacağını açıklayınca Demokratlar paniğe kapıldı. Başkan adayı seviyesinde olmasa da taciz konularında Trump’ın tek olmadığı görülmüş oldu. Zira yeni e-mailler, Hillary’nin danışmanının, çocuk yaşta kızlarla uygunsuz mesajlaşmaları takibe takılan kocasının bilgisayarında ortaya çıktı. Bu durum Clinton başkanlığını son dakikada riske soktu.
House of Cards, sezon 5…
Trump’tan hemen her konuda korkan Amerikan entelijansiyası, her ne kadar Hillary’yi tercih etse de, onun dış politikada agresifleşmesinden ve Amerika’yı Ortadoğu’da Rusya ile bir savaşa sokmasından korkmuyor değil. Trump’ın Rusya ile iyi ilişkileri ise ikircikli bir pozisyon. Bazıları Trump’ın Putin’e boyun eğmesinden korkuyor, bazıları da bu sayede Rusya ile savaşa girilmeyeceğine seviniyor.
Özetle, ABD seçim kampanyası koltuk için her türlü dalaverenin çevrildiği, son sezonunda (4. sezon) Başkan’ın (Kevin Spacey) koltuğu kaybetmemek için ülkeyi savaşa götürmeye karar verdiği House of Cards dizisini aratmıyor. Şimdilik anketlerde Hillary Clinton önde olsa da seçimlerde neler olacağı kestirilemiyor. Trump da kazanmadığım seçimi tanımam yorumunu yaptığı için seçim sonrası neler olacağı da merak konusu. Hem Amerika’nın hem de dünyanın kaderi Ohio, North Carolina ve Pennsylvania gibi eyaletlerdeki seçmenin elinde. Evet, valla yine Pensilvanya! Yarın bir gün havuz medyası ABD seçimleri için de orayı sorumlu tutar mı tutar… (tr724)