MEHMET AKBAŞ
“..Dünden beri şehrin üzerine çöken ağır dehşet ve kaygılı muamma içinde en çılgın hayaller yavaş yavaş filizlenmeye başlıyordu. Sanırsınız ki bütün gece boyunca akla gelmedik vahşi bir bitki kalabalığı yetişip üremişti. Önceleri ortaya saçılan sözüm ona deliller yeri sıyırarak geçen belli belirsiz soluklardan başka bir şey değildi. Sonra ortaya atılan iftiralar birer kesinlik haline geliyor belirsiz rastlantılar çürütülemez belgeler, kanıtlar halini alıyordu…”
Yukarıdaki cümleler, 19. Yüzyılın sonunda Fransa’da casuslukla suçlanan Musevi asıllı ‘Yüzbaşı Alfred Dreyfus davasına’ bir gönderme niteliği taşıyan Emile Zola’nın “Gerçek” isimli romanında geçiyor.
Toplum psikolojisini bir resim tablosu gibi gözler önüne seren yazar, o dönemin Fransa’daki kokuşmuşluğunu da çeşitli algılarla toplumun gazabını üzerine çeken ahlaklı bir memurun yaşadığı çaresizlikler ve uğradığı adaletsizlikleri de kullandığı özel anlatım teknikleri ile gözler önüne serer.
EMİLE ZOLA’DAN TÜRKİYE’DEKİ 15 TEMMUZ YALANCILARINA!
Bu satırları bir paragraf halinde tek başına okumuş olsaydım muhtemelen öncesi ve sonrasıyla 15 Temmuz sürecini anlattığını düşünürdüm. Tarihi tekerrürler devri daiminde, akıp giden zaman içinde, değişik asırlar ve coğrafyalarda birbirine çok benzeyen olaylar vuku bulmaktadır. 15 Temmuz 2016’da zirveye ulaşan Gülen Hareketini toplum nezdinde şeytanlaştırma süreci o tarihten bu yana söylenen büyük bir yalan üzerinden devam ettirilmektedir.
Bu süreci devam ettirmek isteyen güçler veya güç çevreleri, yüzlerce karanlık noktaya binlerce cevaplanmayan soruya rağmen yalan propagandası için her şeyi yapmaya devam ediyor.
TROLLERLE KARANLIĞA GÖMÜLEN ÜLKE
Bu uğurda dev prodüksiyonlarla filmler çekiliyor, belgeseller yapılıyor. Troll ordularıyla sosyal medyada gündemler oluşturularak toplumun algıları zinde tutuluyor. Kendilerine gazeteci denilen bir güruhla saatlerce televizyon ekranları meşgul ediliyor. Bir elin parmaklarını geçmeyen aydınlar tarafından yükselen itirazlar ise bu aydınların vatan haini suçlamalarıyla sonuçlanıyor.
Benim dikkat çekmek istediğim nokta ise tam da burası. Türkiye’de 19. Asır Fransa’sındaki topluma dayatılan yalanları sahiplerinin yüzüne çarpan Emile Zola gibi aydınlara ve edebiyat insanlarına olan ihtiyaç.
Emile Zola, Yüzbaşı Dreyfus’a yapılan haksızlığın karşısında dikilen aydınların sözcülüğünü yaptı. Dreyfus davasına gönderme olarak kaleme aldığı “Gerçek” isimli romanının yanı sıra 13 Ocak 1898 günü Fransız genelkurmayına yönelik “Suçluyorum” isimli bir mektup yazdı. Bu mektup L’Aurore gazetesinde yayımlandı. Ancak Zola iftira etmekle suçlanarak yargılandı.
Bu mektupta yazılan pek çok satırı okurken, ‘gerçek’ romanında olduğu gibi günümüz Türkiye’sinin anlatıldığı kanısına kapılıyor insan. Zola “Benim görevim konuşmak, suç ortağı olmak istemiyorum. Yoksa gecelerim orada, işkencelerin en korkuncu içinde, işlemediği bir suçun cezasını çekmekte olan suçsuzun hayaletleriyle dolup taşacak” derken, şu an hapishanelerde yatan kadın, erkek, anne, çocuk ve hatta yaşlı masum insanların hikayesini anlatıyor sanki.
İKTİDAR, NEDEN DARBENİN ARAŞTIRILMASINI ENGELLİYOR?
15 Temmuz’un araştırılması darbenin kendisine yapıldığını söyleyen iktidar tarafından engelleniyor. Rejimin koruması altında istihbarat başkanı ve dönemin komutanının ifadesi bile alınamıyor bir sürü görüntü kamuoyundan gizleniyor. Bütün bunları görmeyen aydın sıfatı taşıyan bir güruh ise hayasızca yalanlarına devam ediyor.
Tam bu noktada Türkiye’nin Emile Zola ve benzerlerine olan ihtiyaç çok net bir şekilde ortaya çıkıyor. Belki Ahmet Altan ve bir kaç aydın bu kategoride zikredilebilir. Fakat bu yalanın son bulması ve adaletin ülkemize yeniden hakim olması için daha çok kalem erbabına ihtiyaç var.
Her şeye rağmen Gerçek elbet yürüyecek!