Hayata parmakla dokunuş

Tarifi mümkün olmayan bir afeti konuşuyoruz bugünlerde. Şu birkaç gün içinde kendisine, insan çığlıklarından küçük bir atmosfer oluşturan büyük İzmir’den bahsediyorum. Güzel İzmir’in, çevresindeki şehirlerin, hatta Ege’nin yaşadığı büyük depremden…

Bir cuma gününün öğle saatlerinde, son dakika haberi olarak geçti İzmir tarihe. Şiddeti 6.6 olan deprem diye yazdılar, konuştular. Biz de şöyle bir yutkunduk bu haberin ardından ve sonrasında fay hatlarıyla olan kavgalarımızı tekrar hatırladık. Hayatın küçük bir ‘an’a sığdığına ve ölümün yaşamla nasıl yer değiştiriverdiğine bir kez daha şahit olduk. Hep birlikte acının dilini konuştuk. ‘Geçmiş olsun!’ söylemleri devam etti aramızda uzun bir süre.

Derken saatler geçti; lâkin enkaz bitmek bilmedi. Rakamlar gözlerimizde büyüdükçe gözyaşlarımızı tekrar tetikledi. Zor da olsa zaman peşi sıra ilerledi; durmak nedir, bilmedi. Sonra küçük bir sessizlik! Afat ekipleri tarafından duyurulan yeni bir ihtimal, yeni bir umut. “Acaba yaşıyor mu?” soruları herkesin dilinde. Depremin üzerinden geçen altmış beş saat küçük bir mucizeye gebe.

Kurtarma ekipleri, bir küçük boşluktan gözleri kapalı, yüzü, üzerine ufalanan kireç tozlarından beyaza dönmüş küçük kız çocuğunu fark etti. Ölü olma ihtimali bu sahneye şahit olan herkese tek cevaptı. Fakat küçük kız, aniden gözlerini açtı ve ona uzanan, yaşam umudu olan görevlinin parmağını sıkı sıkıya tuttu. İşte o an bir alkış tufanı koptu mutluluktan.

İnsanların gözü kulağı artık Elif’teydi. Ardından bütün ekip, Elif’i kurtarmak için olanca hızıyla hassas bir şekilde beton yığınlarını kırdı ve kaldırdı. Elif ise sıkı sıkıya tutunduğu parmak dışında bir tepki vermiyordu. Konuşamıyordu; çünkü şoktaydı… Konuşamıyordu; çünkü altmış beş saattir ne yemek yiyor, ne de su içiyordu. Konuşamıyordu; çünkü depremin ne olduğunu bile henüz bilmiyordu. Konuşamıyordu; çünkü o daha üç yaşındaydı…

Ne mutlu ki zorlu bir zamanın altmış beşinci saatinde bir umut yeşerdi enkazın o noktasından.

Elif, büyük bir mucize eseri hayata döndü yeniden.

Ve bu sahneye şahit olan hepimiz, mucizeleri düşünmüyor değiliz.

Demek ki gökyüzüne yeterince uzanırsak ellerimiz bulutlara değebilir.

Dahası kardan adamlar bir gün yürüyebilir ve hatta gökkuşağının altından geçebilir.

ZEHRA ÇİÇEK, BÜKREŞ